Çocuklarımız ve öğrencilerimiz üzerinde gördüğümüz olumlu ve olumsuz davranışlar bizim onlara verdiklerimizin birer yansımalarıdır. Gençlerin olumsuz davranışları karşısında ne veliler ne de öğretmenler, mazereti birbiri üzerine atarak sorumluluktan kurtulamazlar. Topu taca atmak yok. Bu konuda mazeret üretmekten ziyade hep beraber, “Nerede hata yapıyoruz?” diyerek herkes, kendi payına düşeni almalı ve gereğini yerine getirmelidir. Sorumluluktan kaçmakla hiçbir sorun çözülemez.
Bir defa şunu iyi bilelim. Çocuk, anasından doğduğu günden itibaren iyi bir gözlemcidir. Çevresinde gördüğü her şeyi adeta bir fotoğraf makinesi gibi hafızasına almaya çalışır. Hatta fotoğraf makinesinden de öte bir kamera gibi hiçbir şeyi de ihmal etmeden kaydeder, hatta en ufak ayrıntıyı bile kaçırmaz; çünkü o çocuğun beyni boştur, beynine doldurduğu bilgilerle hayata tutunabilecektir. Beynine doldurup yüklediği örneklemeler ve bilgi yükü, onun hayatında yönlendirici olacaktır.
Üç aylık çocuğu olan bir anne, psikiyatri profesörü olan doktora giderek:
-Doktor Bey, çok erken geldiğimin farkındayım,ama çocuğumu çok güzel eğitmek istiyorum. Bu yüzden sizin önerilerinizi almaya geldim, der.
Doktorun cevabı ilginçtir:
-Hanımefendi, çocuğunuzun eğitimine çok geç kalmışsınız. En geç üç aylık hamileyken gelecektiniz.
Bundan da anlaşılıyor ki eğitim,anne karnında başlayıp ölünceye kadar devam eden bir süreçtir.
Eğitimde , öğretmenin payı ve sorumluluğu olduğu kadar anne-babalarında payı ve sorumluluğu büyüktür.
Anneler, sürekli olarak çocuklarının eğitimi ile ilgilenirler. Sonra onları öğretmenlere teslim ederler. Peki bir öğretmen, öğrencisinin eğitim sürecinde hangi konumdadır? Nerede bulunmalıdır?
Öğretmen olmayı düşünen her insan bu soruları kendine sormalıdır. Bir öğretmen, öğrencinin anne-babası gibi her şeyi değildir; ama bunun yanında çok şeyidir. Meselâ onun hem öğretmeni,hem rehberi, hemde yol gösterenidir. Ögrencilerin örnek aldığı bir idöl müdür,yoksa öğrencinin ufkunu aydınlatan, bilgi veren ve bakış açısını genişleten biri midir? Tabii ki hayır!
Dünyanın büyük bir köye dönüştüğü hayatımızda öğretmenin görevi, öğrencinin bilgiye nasıl ulaşacağı yolları göstermektir. İyi bir öğretmen olmak için öncelikle araştırıp sorgulayan ve iyi bir insan kimliğine sahip olmakla başlar. Onun için biz çocuklarımızın nasıl olmasını istiyorsak öncelikle kendimiz de çocuklarımızın olmasını istediğimiz gibi olmak zorundayız;ancak bu durumda öğretmenden bir şeyler bekleyebiliriz. Eğitimi sadece okuldan ve öğretmenden beklemek, bir veli için kolaycılığa kaçmak demektir.
Şu bir gerçek ki ailede çocuklarımız, sınıflarda ise öğrencilerimiz bizlerin birer aynasıdır. Onlar da bizim aynamızdır. Onlar bizde kendilerini, biz de onlarda kendimizi görürüz. “Sıvılar bulunduğu kabın şeklini alırlar.” Bu gerçeği baştan kabullenmemiz gerekir. Kabullenmesek bile bu gerçek değişmez. Denemesi de gayet basittir. Derse giren öğretmen arkadaşlarıma sesleniyorum. Sınıfa gülerek girerseniz, karşınızda gülen bir sınıf bulursunuz; şayet sınıfa asık bir suratla girerseniz, karşınızda asık suratlar bulursunuz. Siz sınıfta hafiflik yaparsanız aynısını hatta daha fazlasını karşınızda bulursunuz. Evde de aynı şekilde değil mi? Evine gülerek gelen babayı sevinçle ve gülerek karşılayan çocuklar,evde huzurlu ve neşeli bir hava yaşarken somurtarak gelen babayı gören çocuklar da nereye saklanacağını bilemezler.
Nasıl ki öğrencilerimiz ve çocuklarımız bizim yüz ifademize göre şekil alıyorsa, onların ruh âlemleri de bizim onlara davranışlarımıza göre şekillenmektedir .
İstenmeyen davranışların en aza indirilmesi için öğretmen, yönetici ve ailenin ortak çaba içinde olmaları, olaylara anlayışla yaklaşmaları, öğrencilerin ilgi ve ihtiyaçlarına cevap veren programlarla onların motive edilmesi gerekmektedir.
Kaynak: Kadir Keskin / Eğitim Öğretim Dedikleri
- 17/01/2020 Son günceleme: 17/01/2020 16:48
- 6.645