“Elmayı ağaçtan, şifayı ilâçtan veya doktordan, başarıları kendimizden veya herhangi bir sebepten bilmek, bir nevî ŞİRKTİR.
”
Çünkü Mâlikülmülk, Rezzâk-ı Kerîm ve Kâdir-i Hakîm sadece Allahtır c.c. Eşyanın oluşumu için Allahtan c.c. gayrı her şey ise vesilelerdir…
İKTİRÂN, iki şeyin yani illetin ve zâhiri sebeple sonucun bir arada bulunmasıdır. Fakat bu bir arada bulunuşu gafil insanlar yanlış yorumluyorlar. Neticeyi, sebeplerin yaptığını zannedip, illeti (gerçek sebebi veya sebepleri halk edeni) unuturlar. Hâlbuki sebeplere ve neticelere sathi nazarla değil de teemmülle, yani dikkatlice baksa; sebebin o neticeyi yapamayacağını anlayacaktır. Bediüzzaman Hz.’nin ifadesiyle de; “..Esbab-ı zahiriyeyi (görünen sebepleri-tabiat kanunlarını) perestiş edenleri (ve onlara tapanları) aldatan; iki şeyin beraber gelmesi veya bulunmasıdır ki, “iktiran” tabir edilir, birbirine illet (temel şart, gerçek sebep) zannetmeleridir.”
Meselâ bir karpuzun olabilmesi için karpuz çekirdeği, toprak, su, hava, güneş, ısı, zaman v.d.’nin varlığı yetmez. O çekirdeğin ekim (ilkbahar-yaz) zamanında ekilmesi, filizlenmesi zamanından çapalanarak toprağını yaprağının altına kadar yükseltilmesi, sulanması, zaman zaman çevresindeki yabani otların temizlenmesi gerekmektedir. İşte bu icraatların tamamı iktirândır. Asla gerçek sebep değildirler. İllet ve gerçek sebep ise Rezzâk-ı Kerîm olan Allahın c.c. kullarına, yaz sıcağında mükemmel bir rızkıdır ve ikramıdır. Fakat insanların çoğu maalesef şu yukarıda sağdığımız iktirânı (birlikteliği) yani sebepleri, icraatları ve özellikle de çiftçinin dilemesini, karpuzun oluşmasında illet ve gerçek sebep zannederler. “Benim tarla bu sene şu kadar karpuz verdi” gibi ŞİRK kokan cümleler kurarlar. Oysa doğrusu; “..ben fiili dua olarak gerekenleri yaptım, + Rezzak olan Rabbim de bu sene bana emanet olan tarladan, bolca karpuz gönderdi” şeklinde cümleler olmalıdır…
Yine bir nevî gaflet olarak, iktirandan veya sebeplerden birkaçı eksik olup da karpuzun olmamasını da o sebeplere bağlarlar. Meselâ; o sene yağmur yağmaması, aşırı yağarak tarlayı karıştırması veya herhangi bir böcek ve haşeratın musallat olması, karpuzun olmasına elbette engeldir. Bu engel olmayı da o sebeplerden zannetmek, yine bir nevî şirktir. Çünkü yağmurlara mutlak hükmeden veya o haşeratı halk edip musallat eden Allahtır. C.c. İllet veya sebep ise (eğer iktiranda çiftçinin herhangi bir kusuru veya ihmali yok ise yani tüm sebepler yerli yerinde işlendiyse) yâ bir nevi ilâhî ikaz, ceza veya bir nevi sınavdır. Şayet doğru teşhis konulmadan sebeplere verilirse, yine bir şirk vartasına düşülmüş olur.
Maalesef işte bu tür vartalara çokça düşülmekte ve kişiler sebeplerde boğulmaktadırlar. Şeytan da insanları bu zayıf karınlarından yakalayıp, mahvına sebep olmaktadır. Bu vartalara düşmemek ve sebepler içinde boğulmamak için, mutlaka her gün İMAN ve Kur’ân DERSLERİNE yani Nur terapilere devem edilmelidir veya sürekli îmânî eserler okunmalıdır.
Şimdi bir başka açıdan, çok daha önemli bir örnek arz edeceğim:
Cenab-ı Hak c.c. kullarını irşâd etmek için, önemli bir âlimi, bir mürşidi, herhangi bir vesileyle bir beldeye gönderir. Bu göndermede zâhirî (görünürdeki) sebep, bir sürgün, zalim bir iktidarın o âlim zâta bir nevi ceza-î uygulaması veya başka bir sebep olabilir. Fakat asıl sebep, Cenâb-ı Hakkın kurtuluşunu murâd ettiği bir beldede (veya hapiste) başlatacağı bir İRŞÂD hareketidir. O zât gittiği o beldede Allahın c.c. daha önceden ihzâr ettiği yardımcılar da bulabilir. Bütün bunlar da zâhirî sebeplerdir. Bu hizmetlerin illeti yani gerçek sahibi ise Cenâb-ı Allahtır. C.c. O hizmetin o yerdeki insanların irşâdlarını (belki de o beldedeki bazı âbidlerin duâları sebebiyle) o yerde bir irşâd hareketi başlatmayı dilemesidir. Zâhiri sebepler ise o âlim zâtin o beldeye, herhangi sebeplerle sürgün edilmesi ve orada kendisine önemli yardımcılar bulmasıdır. (A.Ü.)
İşte sebeplerin bu şekilde bir araya gelmesine (tevafuk ettirilmesine de) iktirân denir veiktiran asla neticenin illeti değildir. İllet (gerçek sebep) ancak Murâd-ı İlâhîdir. (Allahın c.c. dilemesidir.) Murad-ı İlâhiye sebep ise kendisine yapılan niyaz ve dualar da olabilir…
Son bir örnek olarak da herhangi bir ülkenin îmarı, inşâsı, kalkınması için yapılan duâ ve niyazlar Cenâb-ı Hak tarafından kabul edilip, Murâd-ı İlâhiyi celb ederse, o ülkeye de gerekli olan iktirânı Yüce Allah halk etmeye muktedirdir. Gerekli kabiliyetlerle donattığı bir veya birçok kulunu, çeşitli vesilelerle iktidar yapabilir. İktirânın bir nevî parçası olan insanlar da destekleriyle iştirak ederek, o Murâd-ı İlâhîye vesile olurlar. Şayet bütün şartlar tamam olduğu halde, iktirânın bir parçası olan insanlar, gafletleri veya yanlış tercihleri nedeniyle bu hizmetlere katkılarını çekerlerse, netice yarım kalabilir ve vebâl ise zincir halkasındaki KATKI baklasını koparanlarındır. Çünkü Allahın c.c. kanunları (Şeriatı)böyle işlemektedir.
Asrımızı bu konuda da irşâd eden Bediüzzaman Hz.’nin sözleri belge niteliğindedir. Şöyle ki:Şeriat-ı İlâhiye ikidir. BİRİ, sıfat-ı kelâmdan gelen bir şeriattır (Kur’ândır) ki, beşerin ef'al-i ihtiyariyesini (insanlığın hareketlerindeki en mükemmel tercihlerini) tanzim eder.
İKİNCİSİ, sıfat-ı iradeden gelen ve evâmir-i tekviniye tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyedir (fıtrî ve tabiat kanunlarıdır) ki, bütün kâinatta câri (geçerli) olan kavanin-i adatullahın muhassalasından (tabiat kanunlarının tamamından) ibarettir. (Mesnevi-i Nûriye) Yani iktirândır…
N E T İ C E: Bir memleketin veya toplumun yönetilmesinde her iki kanun da işliyor. Yani İKTİRÂN var. Kurân-ın emirleri tamamen yerine getirilse de, yine Allahın c.c. diğer bir şeriâtı olan Fıtrî ve Tabiat kanunlarına riâyet edilmez ise başarısızlık veya kavga, gürültü, yoksulluk, mağlubiyet v.s. (Diğer İslâm ülkelerinde olduğu gibi.) kaçınılmazdır.Vebâli ise “doğru İslâm’ı” tam öğrenemeyenlerin ve iktiran zincirindeki halkaları koparanlarındır.
İşte; İslâm ülkelerindeki acı ahvâlin sebebi, maalesef işte bu İKTİRÂNIN (gereksaltanat sevdalarıyla ve halkın İslâm’dan veya sebeplerden koparak) erozyona uğratılmasıdır. Şanlı Osmanlının tarihî seyri, (kusursuz iktirânda şahlanışı ve erozyonunda çöküşü) bu tezi tamamen ispat etmektedir. Vesselâm…
YORUMLAR