“Bir önceki yazımda, âlem-i İslâm’ın bu hâllere düşme sebeplerinden, âlemlere Rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’in SAV âhir zaman ümmetine müjdelerinden..
”
vaad-i İlâhi olan“Allah c.c. Nûrunu tamamlayacaktır” âyetinin tezahürlerinden bir nebze bahsetmiştim. Bugün ise kaldığımız yerden devamla, Bediüzzaman Hz.’nin, sadece İslâm âlemine değil, tüm insanlık için sunduğu ulvî reçetelerden ve saadet ve mutluluk prensiplerinden, en önemlisi de tüm insanlığı bekleyen çok daha vahim bir felâketten kurtulmanın, en emin ve pratik çarelerinden, bir nebze arz etmeye çalışacağım, inşallah…
Öncelikle; kaldığımız yerden devamla, İslâm âleminin bu duruma düşeceğini haber veren bir hadîs-i Şerifi daha arz edeceğim. Peygamber Efendimiz (sav) buyurdular ki:
-“Bir gün gelecek, her taraftan ümmetler (topluluklar) böcekler gibi üzerimize üşüşecek….”
Sahabeler sordular:
-“O gün sayıca çok az mı olacağız? Ya Resulallah!” Peygamber (sav) cevap verdi:
-“O gün az değil çok olacaksınız, fakat selin önündeki çer çöp gibi olacaksınız. O gün düşmanlarınızın kalbinden heybetiniz alınacak ve sizin kalbinize VEHEN yerleşecek.”Sahabe yine sordu: “Vehen nedir Ya Rasülullah.” Buyurdular ki:
-“DÜNYA SEVGİSİ ve ölümden tiksintidir…” (Yorumunu size bırakıyorum.)
***
· Şimdi şu iki ilâhi îkaza bir göz atalım:
“Hepiniz Allah’ın ipine (emirlerine) sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin.” (Al-i İmran, 103)
“Allah’a ve Resulüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize korku düşer de, kuvvetiniz (ve devletiniz) elden gider.” (Enfal, 46)
· Allahın Rasülünün asrımızdaki vârisi (İslâm âlimleri, Peyg. Vârisidir) Bediüzzaman Hz.:
“Bu zamanın en büyük ve farz vazifesi, İttihad-ı İslâm’dır.”..diyor.
Yani tüm Müslüman’ların, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde çalışmalarınıvurguluyor. Hatta Şam’daki Camii Emevîde, İslâm âlimlerine yaptığı o meşhur hitapta:
–Ey bu sözlerimi dinleyen bu Cami-i Emevîdeki kardeşler! Sizler, “Biz, zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeye iktidarımız yok. Onun için mazuruz” diye böyle özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz kabul değil. Tembelliğiniz ve neme lâzım deyip çalışmamanız veittihad-ı İslâm ile milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmeyişiniz, sizler için gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır.” (H.56.) Teşhis tamamen doğru, değil mi?…
· Evet, bu günkü acziyetler, işte bu tembelliklerinin zararları ve neticeleridir.
-“Asya'nın, en geri kalmasının bir sebebi, o şûra-yı hakikiyeyi yapmamasıdır. Asya Kıt'asının ve istikbalinin miftahı, (mutluluk ve saadetinin anahtarı) meşveret ve şûradır.(H.61.)
Gayri Müslim ülkeler sürekli ittifak halinde, aralarında sürekli toplantılar ve istişareler yaparlarken, 47 İslâm ülkelerinde niçin ittifak ve dayanışma yok? Aksine, Mısır’da haksızlığa maruz kalmış olan İslâm kardeşlerine destek vermeleri gerekirken, şer güçlerin getirdiği bir gayrimüslim devlet başkanına ve Mısır’a çöreklenmiş olan şer güçlere, yani İslâm düşmanlarının oyuncağı olmuş kuklalara para yardımı yapıyorlar…
"Bizim düşmanımız; cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz." ..Buyuruyor. Dış şer güçler bir yana, bu iç düşmanlarımıza karşı, hangi yeni bir buluşumuz var? Hangi bilim dalında bir başarımız var? Hani, nerede ittifak? Nerede ittihad? Kendi yoksul halkından esirgediği zenginlik, niçin darbecilere sergilendi?..
· Yavuz Sultan Selim tâ o günlerde, torunlarının bu günkü hâlinden endişe edip:
“İhtilâf u tefrika endişesi, kûşe-i kabrimde hattâ (kabrimin bir köşesinde bile), bîkarar eyler beni.
İttihadken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz, eğer ittihad etmezse millet, dağ-dar eyler (kızgın demirle dağlar ve yakar) beni.” ..diye haykırırken, İslâm ülkeleri bu idrakin neresindeler?…
***
-
Şimdi gelelim, tüm insanlığı bekleyen çok daha VAHİM bir felâkete:
Aslında bu felâketi, öncelikle Kâinatın efendisi Hz. Muhammed (sav) en çetin geçen bir savaştan dönerken “şimdi, küçük cihaddan büyük cihada gidiyoruz. Yani, nefis ve şeytanla cihata gidiyoruz” fermanıyla haber vermişti.
O’nun (SAV) bu keşmekeş asırdaki vârisi olan Bediüzzaman Hz. ise Şualar ve Âsâyı Musa eserlerinde; "Küre-i Arzı herc-ü merce getiren ve İslâm mukadderatiyle alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumiden.. ..” cümlesiyle başlayan, hârika bir açıklaması var ki, başlı başına bir konudur. (Dördüncü kelime yazarak google’dan sorgulayın ve tamamını mutlaka okuyunuz.)
2. Lema 1. Nüktede de; gafletimiz nedeniyle farkında olmadığımız ve ebedî hayatımızı tehdit eden mahvedici yaralardan bahsederek bizleri uyarıyor. Hemen reçetesini de sunuyor.
· Sadece bir kısmını alıp, sizleri Lem’alara havale edeceğim. Google’dan ulaşınız:
“Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın zâhirî (görünen) yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî(iç) ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyub’dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor. …” Lügat açıklamalı linkini de veriyorum:
( http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=modules/kulliyat&id=1833 )
***
Şu cephelerde veya iç savaşlarda, öldürülen kişinin geri kalan ömrü hebâ olur. Çocuk veya genç olduğunu düşünsek bile, kalan 70-80 senelik bir ömrü gasp edilmiş olur. Ebedî hayatında ise (şehit oldukları için), ebedî bir Cennet hayatı kazanılmış olacaktır.
Nefis ve şeytan ile yapılan savaşta ise kazanma ihtimali çok çok zayıf olduğu gibi,kaybeden kişinin ebedî hayatının Cehennem olması halinde, 70-80 senelik ömrü şöhretlerle, milyarderliklerle ve saltanatlarla geçse bile, acaba kaç para eder?…
Cehennemle sonuçlanacak olan, kısa bir mutlu hayatta hayır olmadığı gibi,
Cennetle sonuçlanacak olan, kısacık bir sıkıntılı hayatta dahi ŞER yoktur…
-
BİR ANEKDOT:
Arapça dersi aldığım sırada, savaş halindeki bir İslâm beldesinden gelen bir âlim zat, aynı binada Türkçe dersi alıyordu. Teneffüslerde lisanlarımızı geliştirmek için konuşuyorduk.
Kendisinin şu yakınması benliğime bir ok gibi saplandı. Hâlâ acısını hissediyorum.
-“Bizler oralarda her gün şehitler verirken, sizin hür ve müreffeh ülkenize gıpta ediyorduk.Oysa sizin sokaklarınızdaki müstehcenlikle savaş haliniz veya teslimiyetiniz, bizimkinden çok daha tehlikeli ve çok daha acımasızmış. Dünya hayatınızı selâmette görürken, Âhiret hayatınızı helâkete attığınızın, farkına bile varamıyorsunuz. Bu nedenle, ben kendi ülkeme dönmeye karar verdim…”
Evet, o arkadaş haksız mıydı acaba? Bizler niçin bu hallere düştük? Acaba bizler, bu vahim felâketi niçin hissedemez olduk? Şefkat tokadı yemeden, ayılamaz mıyız?…
-
Bu çok önemli soruların tatminkâr cevapları da Bediüzzaman Hz. ve Risale-i Nur eserlerindedir…
YORUMLAR