“İnsanın; “şu dünya’ya niçin gönderildiğini, bilmemesi” kadar büyük bir GAFLET ve abes bir şey olabilir mi? Bu bir iddia değil, gerçeğin Tâ kendisidir…
”
Bakınız; bu konuda bocalamayalım ve gaflete düşmeyelim diye, yerin-göğün, tüm insanların, cinlerin, hayvanların, kısacası şu kâinatın Yüce Yaratıcısı olan Allah c.c., “şu kâinatı ve bizleri niçin yarattığını” çoknet olarak ve defalarca, bizlere ilân etmiştir. Tüm semavî dinlerin görevlileri de, bu konuyu insanlık âlemine, yani “şu kâinatı ve bizleri niçin yarattığını”, belki debinlerce kez haykırarak hatırlatıyorlar. Bütün bunlara rağmen insanın, “şu dünyaya niçin gönderildiğini, buradan nereye sevk edileceğini ve o mutlaka gidilecek âleme buradan neler götürmemiz gerektiğini” hâlâ bilememek, ne ile izah edilebilir? Bu ciddi ihmal için, acaba hangi mazeret geçerli olabilir?…
Bu ilânlardan birkaçını hatırlatarak, esas konumuza döneceğim.
· Zâriyat Suresi, 56. Âyet: Ben cinleri ve insanları, ANCAK bana kulluk etsinler diye yarattım. (Yani, iş, güç, makam, mevki v.s. başka maksatlar asla gaye değil, tâlî sebeplerdir.)
Mülk S., 2. Âyet: Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi sınamak için ölümü de, hayatı da yaratan O’dur. (c.c.) Onun kudreti her şeye üstündür; O çok bağışlayıcıdır.
· Embiya S., 35. Âyet: Her canlı, mutlaka ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.
***
Evet, en makbul ve en kârlı ibadetler, öncelikle haramların terki, farz ve vacip ibadetlerolduğu halde, en makbul, en avantajlı ve en kârlı ibadet; elbette tüm ibadetlerin “ana harcı”, “kaynağı” ve “mayası” hükmünde olan, Kur’ân ile meşgûl olmaktır.
· Peki, Kur’ân ile meşgûl olmak nasıl olur? (Önemi ve aktüalitesi nedeniyle tekrar yazıyorum.)
· Kur’ân-ı Kerimi, “yüzünden ve doğru okuma eğitimi” ile uğraşmak.
· Kur’ân-ı Kerimin içeriğini, insanlık âlemine verilen MESAJ yönünü incelemek.Yani Nurterapiler, Kur’ân sohbetleri ve tefsir çalışmaları yapmak.
· Kur’ân-ı Kerîm reçetesini, tüm insanlık âlemindeki muhtaç gönüllere ulaştırmak.
· Kur’ân-ı Kerîmi yüzünden, tertîlen (tecvid kurallarına göre, tane-tane, hazmederek, sesli bir şekilde) ve çokça okumak.
· Kur’ân-ı Kerîmi “mukabele” suretinde okumak ve dinlemek.
· Kur’ân-ı Kerîmi birçok yerde ve her fırsatta, (teyp, CD, radyo, TV. v.s.’de), huşû içinde çokça dinlemek.
· Kur’ân-ı Kerimi Bediüzzaman Hz.’nin tavsiye ettiği gibi “Şirket-i Manevi” prensibiyle okuyarak hatimler etmek… (30 Cüz dağıtıp, her gün ortak bir hatim.)
Görüldüğü gibi, bu yedi maddenin neredeyse tamamı, 1. maddeye yani Kur’an okumayı bilmeye bağlıdır. İşte bu nedenlerledir ki Kur’an okumayı öğrenmek, her Müslüman içinmutlak bir vecîbedir. E.T.Ö. baskısıyla yasaklanan “12 yaş tahdidi” (!) de kaldırıldığından, hiçbir mazeret kalmamıştır. Bilvesile bendeniz öncelikle, Kur’ân-ı Kerim hakkında, daha önce de yazdığım birkaç önemli MÜJDE’Yİ tekrar arz etmek istiyorum.
· Birinci müjde: Kur’ân okumada veya dinlemede, herkes için üç etki alanı vardır.
Bunlar: A- Cismânî etki alanı, B- Nûranî etki alanı, C- Rûhanî etki alanıdır.
A- Cismani yani Fizikî etki alanı hakkında herkes bir şeyler biliyor ve hissediyor. Kur’ân okurken veya dinlerken rahatladığını, stresinin kaybolduğunu, hafiflediğini ve huzur duyduğunu söylüyor, fakat en bilimsel açıklamayı, Japon Prof. Dr. Masaru Emoto yapıyor.
3 Yıldan fazla süren çalışmaları sonrası yazmış olduğu ‘Su Kristalleri’ adlı kitabında Prof. Dr. M. Emoto; "SU, cansız bir madde değil, canlı ve duyguları algılayan kristallerden oluşmaktadır. Su, çevresinden pozitif ve negatif bilgileri alır ve ona göre tepki verir."diyor. Emoto, bu çalışmalarıyla görünmeyen bir ruh ve mâneviyat âleminin varlığınaözellikle Kur’ân okunurken veya ezan okunurken, sudaki moleküller, meydana gelen o ulvî frekans ile mükemmel bir dizilime ulaştığını keşfediyor.
..Ve kitabının sonunda da, (kendisi Müslüman olmadığı halde) şu iddiayı haykırıyor:
· “İnsan vücudunun yüzde 70'i de sudan oluştuğuna göre, İslâm'ın, Kur’an’ın insan bedenine ve Ruhuna, ne denli ‘doğru hitap ettiği’ ortaya çıkıyor…” diyor.
B- ve C- Maddelerindeki Nûrani ve Rûhani etki alanları ise kişilerin ihlâsına, takvâsına ve Yüce Rabbimizin takdirine göre, sınır konulmadan ecir ve taltif edilmektedir…
Bir kimse aldığı herhangi bir ilâcın mahiyetini, içeriğini ve TERKİBİNİ bilmediği halde, o ilaçtan yararlandığı gibi, Kur’ân okuyan ve dinleyen kişi de, anlamlarını ve bu bilimsel avantajları bilmese bile, yine bu etki alanlarından mutlaka yararlanmaktadır…
· İkinci Müjde: Hz. Muhammed sav. Sahabeleriyle sohbet ederlerken, buyurmuş ki:
“Bir mü’min vefat ettiğinde, yakınları cenaze işleriyle meşgûlken, son derece güzel bir Rûhanî kişi gelir, mevtanın başının yanına durur. Mevta kefenlendiğinde, o güzel kişi küçülerek, kefen ile merhumun göğsü arasına süzülerek girer. Mevta kabrine defnedildikten sonra herkes evlerine döner. Verilen talkından sonra ise Münker ve Nekir adlı iki özel melek gelir. Bu arada, kefen ile o kişinin göğsü arasına girmiş olan o güzel Rûhanî kişi de çıkar. Sorgu melekleri, o mevtayı kişisel mahremiyet içinde ve imanı hakkında çok ciddi bir sorgulama yapmak için, o güzel kişinin oradan çıkmasını isterler.
O güzel Rûhanî kişi Yüce Rabbinin emrini ve yetkisini göstererek, şöyle konuşur.
-‘Bu mevta benim refakatimdir. Bu benim dostumdur. Ben hiçbir şekilde onu yalnız bırakamam. Çünkü ben Yüce Rabbimiz tarafından yetkilendirildim. Sizler kendi görevlerinizi yapınız. Bu mevtanın, Cennet bahçelerine girmesini kabul ettirinceye kadar, ben bu mevtayı terk edemem…’ der.
Bu olanları takip eden mü’min mevta, bu güzel kişinin kim olduğunu çok merak eder.
O güzel kişi, mevtanın bu merakına cevap olarak, kulağına şunları fısıldar:
· -“Hani sen dünya hayatındayken, bazen yüksek sesle, bazen kısık sesle, bazen de mırıltıyla okuduğum KUR’ÂNIM ben. Rabbim beni böyle şekillendirerek, senin için yetkilendirdi. Bundan sonrası için de sakın endişe etme. Bu sorgulamada da sonrasında da üzüntü duymayacaksın…” der ve sorgulamayı izler.
Sorgulama bitince o güzel kişi, mevtanın rahat etmesi için, Meleûl â’lâdan (meleklerin, yüksek semadaki makamlarından) misk kokularıyla bezenmiş bir döşek hazırlarlar…
Allah Resulü Hz. Muhammed sav. Bu müjdeyi anlattıktan sonra şöyle ilave buyururlar:
· -“Hesap gününde de; ne ben, ne başka bir peygamber, ne de bir melek, Allahın (c.c.) indinde, KUR’ÂN’dan daha imtiyazlı bir şefaatçi olmayacaktır…” (Ramûd-ul Ehâdis, İlâhi Nizam, İhya-u Ulûmiddin.) Allahüekber. Şu güzel müjdeye bakınız…
Acaba, insanın en büyük endişesi olan, er veya geç çıkacağı bu zorunlu yolculukta, kişiyi tüm endişelerden kurtaracak bu güzel müjdeler için, neler feda edilmez ki?
Kur’ân okumayı, her ne sebeple olursa olsun ihmal edenler, bu müjdelerden sonra, bütün imkânlarıyla Kur’ânı öğrenmeye, her gün ve her fırsatta okumaya, başkalarına da öğretmeye seferber olmazlar mı?…
· İşte Ramazan ayı, bu güne kadarki ihmallerimizin telâfisi için, çok önemli ve kim bilir, belki de son bir fırsattır.
· Ne mutlu, bu ayda “bire-BİNLER kazandıran” bu fırsatı değerlendirenlere…
YORUMLAR