““YARIM GÜNDE KUR’ÂN öğretmek” kapsamında yaptığım seyahatlerimin, KÜTAHYA- Tavşanlı ilçesi programındaydım. Bu kez, avantajlar üzerine birçok avantajlar yaşadım. Bunun için de ŞÜKÜRLER üzerine, milyonlarca ŞÜKÜRLER ediyorum.
”
Bu birçok avantajlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Öyle yâ, “güzellikler paylaşıldıkça artar, problemler veya dertler ise paylaştıkça azalır”…
29 Mayıs 2012 Salı günü, kırk küsur yıllık hocam olan İhsan Atasoy abi, hızlı Kur’ân eğitiminde bana yardımcı olan ve uzun yollarda arabamı kullanan H.Ramazan Bağrıyanık vede kılavuzumuz Faysal Okumuş ile birlikte, saat 17:30’da Üsküdar’dan yola çıktık. Güzel bir yolculuk sonrası, saat 23:00 civarında bir minibüs ve bir otomobil dolusu ev sahibi tarafından, şehir girişinde karşılandık. Misafirperverliklerinin birinci aşaması bile harikaydı.
Bizim rahat edebilmemiz için tahsis edilen, Göbel kaplıcalarından dubleks bir villaya yerleştirildik. İki gün boyunca bizlere gösterilen ilgi, alâka, ikramda seferberlik yarışı ve misafirperverliklerine hayrân kaldık. Ertesi sabah, İhsan Atasoy hocamızın, gönüllü kursiyerlere yaptığı “MOTİVASYON KONUŞMASI” ile hızlı Kur’ân eğitimine başladık.
15 Günden beri başka bölgelerde yaptığım programlar nedeniyle, sesim bir hayli kısılmıştı. Buradaki ilk 5 saatte ise iyice kısıldı. Çeşitli ilaçlar ve bitkisel desteklerle, ikinci günün beş saatini de başarıyla tamamladıktan sonra, beni ısrarla hastaneye götürdüler. Boğazıma kamera ile yapılan tetkikin neticesinde, “SES TELLERİNİN AŞIRI ZORLANMASI” neticesinde, ses telleri üzerinde KİST (ödem) oluştuğu belirlendi. İstanbul’a dönüşümün sabahı Üsküdar’daki “Hospital Türk”te yapılan tetkikler neticesinde, önceki teşhis doğrulandı ve “10 gün istirahat” zorunluluğu bildirildi. İlaçlar ve istirahat netice vermez ise cerrahi müdahale gerekliliği de vurgulandı. İnşaallah (dualarınızla) buna gerek kalmaz…
·Evet saygıdeğer dostlarım.
Kur’ân uğruna ses ve sağlık değil, CAN bile feda olsun.
Ancak, bu konudaki hizmetlerin aksamadan devam etmesi için, yeniden sağlıklı ve güzel sesli olmak zorundayız. Bu nedenle bendeniz, Yüce Rabbimizin Şâfî ismi celilinin kapısını fiili olarak (hastaneler yoluyla) tıklattım. Sizler de kavlî olarak, DUÂ yoluyla tıklatır mısınız? Bana dualar eder misiniz? Evet, buna çok ihtiyacım var…
(Köşe yazım burada bitti, fakat ibret ve tefekkür lezzeti bitmedi! Yeni başlıyor.)
***
“SES” NİMETİNİ İDRAK…
Ni’metlerin kıymeti, kaybedilince çok daha iyi anlaşılıyor. Bu gerçeği hepimiz bildiğimiz halde, başımıza gelmeden de maalesef pek idrak edemiyoruz, değil mi?…
Göz nimetinin kıymetini anlamak için, gözlerimizi 24 saat bantlayalım bakalım, kaç yere toslayıp yaralanacağız. Kaç kaza yapacağız? NELERDEN MAHRUM olacağız?…
Peki, “GÖRÜYORUM” dediğimizde, her saniyede, beyin ile gözbebeği arasında nice faaliyetlerin cereyan ettiğini biliyor muyuz? Lütfen biraz inceleyiniz! Bunların hangisi bizim kendi irademizle oluyor? Peki, bunlarla her saniye, hangi kudret yakinen ilgileniyor?
İşte ben de bu ses kısıklığını yaşamaya başladığımdan beri, ses nimetini de bu bakış açısı ile (yani R.Nur metodu ile) incelemeye başladım.
Çok duygulandığım ve ibretler aldığım için, sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Bakınız, şu yandaki resimde SES TELİ denilen et parçasının bir tarafı, zorlama ile ödem olmuş, diğer tarafı ise gayet sağlam.
· Şimdi sağlam tarafa dikkatle ve İBRETLE bakmanızı istirham ediyorum:
Hepimizin ses telleri böyle olduğuna göre, teknik açıdan: bu et parçasına, herhangi bir harfi çıkarması için bizler, irademizle ne yapabiliyoruz? Veya bir kelime, bir cümle ve daha da önemlisi makamlı bir parçayı, şu et parçası nasıl becerebilir? Hiç düşündük mü?…
Çok daha önemlisi:
Her insanın parmak izi imza mahiyetinde bir şifre olduğu gibi, ses tonu da bir şifredir. Evinizin kapısından, içerideki “..Kim o?” sorusuna, “ben” demeniz bile yeterli oluyor. Acaba niçin? Hatta ben bazen “ben” demiyorum da, “posta!”, “kapıcı”, veya “Raif abi evde mi?” gibi şaşırtıcı sorular soruyorum. Bırakın eşimi, oğlumu, kızlarımı, torunlarım bile “..dede, sensin, dalga geçme” diye cevap veriyorlar. Hiç birisini de yanıltamadım.
· Bu şifreyi, her birimizdeki bu küçücük et parçasına koyan KİM?…
· Bu iş, şu küçücük et parçasının işi mi? Yoksa, tüm sesleri en iyi bilen ve onlardan başka bir sesi, sana-bana bahşeden Yüce Rabbimizin işi mi?…
Yeri gelmişken, konumuza tıbbi açıdan, yani biyoloji gözüyle bakalım:
Bir insan vücûdunda milyarlarca sinir hücresi bulunur.
Sinir hücrelerinin dışında da görüntü veya sesi elektrik akımına dönüştüren, “nöron” adı verilen hücreler vardır. Nöron hücrelerinin asıl görevi, komşu nörondan aldığı sinyali, bir başka nörona ve nihayet hedef hücreye iletmektir. Ancak, bu hassas iş nasıl başarılacak?…
Nöronların algıladıkları SES, görüntü, koku, tad ve beyinden gelen herhangi bir emir gibi iletiler, her nöron hücresi arasındaki “sinaps” adı verilen boşluklardan nasıl geçecektir?
Bu iletinin kopmaması için, çok ciddi bir teknik çözüm gerekmektedir…
· Malûmdur ki, elektrik kablosundaki bir kırılma bile, elektrikli bir cihazımızın çalışmasını engeller. İletilen duyu, (ses tellerine veya kaslara emir, görme, duyma, tadma, acı, zevk v.s.) her hücre arasındaki bu sinaptik boşluklardan geçebilmesi için, elektriksel özelliğini yitirmesi kaçınılmazdır. Görüntü, bir nevi kimyevî reaksiyonla, bir başka şekil alır ve bu kimyasal iletişimle boşluğu geçer. Bitişik hücreye geçince de, tekrar elektrik akımı şekline dönüşür. Duyu organı (göz, kulak, burun v.s.) ile ilgili beyin lobuna kadar, milyarlarca nöron ve sinaptik boşluk olduğundan, milyarlarca kez (elektrik akımı ve kimyevî reaksiyon gibi)değişikliğe uğrar. Bu arada da ileti yani emir, ses veya görüntü, netliğinden hiçbir şey kaybetmez!…
Bu sinaptik boşluklar, aslında bir nevî sigortadır. Şâyet olmasaydı, beyin ve omurilik sinirleri elektrik akımından zarar görüp, kısa zamanda yanarak tahrip olacaktı.(Bkz. The Inner Life of Neurons. C.D.Franco-M.Cricurel)
· Akıllara durgunluk veren ve her m.m. ve her saniyede 2-3 bin kez değişime uğrayan bu ilginç “iletişim serüveni”, sadece duyu organlarımız ile sınırlı değildir. Vücûdumuzdaki tüm ihtiyaçlara göre, “otomatik olarak” yürütülen diğer iletişimlerin oranı, % 95’ten fazladır.
Kalbimizin, midemizin, ciğerlerimizin, böbreklerimizin fâaliyetleri ve tüm hücreler arası iletişimler, aynı sistemle, üstelik otomatik olarak işler-gider de, hiç haberimiz bile olmaz…
Dış müdâhale (sigara-içki, kaza, kötü kullanım v.s.) olmadıkça, hiçbir aksama da olmaz…
Çok ilginç, değil mi?…
Detayındaki, “dendrit” ve “akson” adı verilen lifler, “akson terminal lifleri”, “sinapslar”, “mikrotübüller”, “sinaptik kesecikler”, “hücre zarı kanalları”, “nörotransmitter moleküller”, “Na. İyonları” gibi parçacıklara ve esrârengiz fâaliyetlerine girmeyeceğim. Çünkü maksadımız tıp ve biyoloji dersi değil, Yüce Kudreti tanımak, sevmek ve şükretmek için bu fâaliyetlerdeki MESAJLARI ve kamera arkası sırları çözmeye çalışmaktır…
Evet saygıdeğer dostlarım:
Şimdi başımızı iki elimizin arasına alarak düşünelim ve can alıcı noktayı birlikte keşfedelim… Binlerce kez kimyevî reaksiyona uğrayarak, tekrar elektrik akımına dönüştükten sonra bu netlik niçin hiç bozulmuyor ve nasıl tekrarlanıp devam ediyor?…
· Üstelik; tüm insanlarda ve tüm canlılarda ve de aynı anda…
Bizlerin en hayâtî ihtiyaçlarımız olan, bu beş duyumuzun ve otomatik çalışması gereken organlarımızın önemini, bu hücreler nereden biliyorlar veya biliyormuş gibi niçin seferber oluyorlar? Veya bunları sevk ve seferber eden Kudret, Samed ve Ehad Kim?…
Her saniye, vücudumuzun birçok yerinde, haberimiz bile olmadan, sessizce sürüp giden bu % 100 menfaatimize yönelik işlemler, o akılsız, şuursuz hücrelere verilebilir mi hiç?…
Evet; tesadüfen, kendi kendine olamayacağına göre, mutlaka sınırsız bir ilim ve Kudretinvarlığı kesindir, değil mi?…
Bu gerçekleri ve Yüce Kudreti; tabiat, tesadüf, mutasyon, nöron, akson, sinaps, dendrit, mikrotübül v.s. yakıştırmalar ve isimler takılarak kamufle etmek, aslâ mümkün değildir.
Sûre: 31. Âyet: 6.: “İnsanlardan öyleleri var ki, herhangi bir bilgiye dayanmadan, insanları Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için, gerçeği boş sözlerle değişirler. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir.”
· Her birimiz ile her ân, bu kadar yakından ilgilenen, merhâmeti, Samediyeti ve ilmi sınırsız bu Yüce Kudreti, niçin merak etmiyoruz? Niçin araştırmıyoruz? Niçin gaflet ediyoruz?…
· Bu yüce Kudrete, niçin bu kadar az SECDE ediyoruz?…
Son söz, kelâmların en doğrusu ve en güzelinden.
Â’raf Suresi, 10. Ayet: “NE KADAR DA AZ ŞÜKREDİYORSUNUZ!…” ..Vesselâm.
YORUMLAR