Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Dost Beykoz
Dost Beykoz

İknâ ve İspatda, Bediüzzaman Farkı…

1980’li yıllardı.

Türkiye Şişe ve Cam Fabrikalarının, Topkapı’daki Teknikcam San.’inde Mk.Tenkisyeni olarak çalışıyordum. Akşam mesai bitiminde servis otobüsümüze bindik. Yanıma, birlikte İngiltere’de teknik araştırmalar yaptığımız Teknik İşler Müdürümüz oturdu. Beylerbeyi’ne kadar 80-90 dakikalık uzun bir yolculuğumuz vardı. Bu uzun yolculukta uyuyanlar olduğu gibi, kulaklıkla radyo dinleyenler, gazete, dergi ve kitap okuyanlar da oluyor veya birbirimizle konuşarak, yolculuk ediyorduk. Yanıma oturan müdür arkadaşımla samimi olduğumuz için, hoş-beşten sonra ona, o gün öğrendiğim bir Amerikan bilmecesini sordum. Çünkü, o müdür arkadaşım matematikçiliği ve çok ciddi problemleri çözmeleriyle ünlü, kafası çok çalışan bir kişi idi. Maksadım, keyifli bir yolculuk geçirmekti. Sorduğum o bilmece şuydu:

-[Ceviz yetiştiren bir köylü, cevizler olgunlaşmaya başladıktan sonra tahsilâta başlamış. İlk gün evine 15 adet olgun ceviz ile dönmüş. İkinci gün 30 ceviz ile dönmüş. Bilmece bu yâ, her gün bir önceki günkü hâsılatın tam iki katını topluyor ve evine dönüyormuş. Meselâ; 3’üncü Gün 60, 4. gün 120, 5. gün 240, 6. gün 480, 7. gün 960 ceviz ile dönmüş. Cevizler bu şekilde artarak, bir ay hâsılat yapmış. Nihayet 30. gün merak ederek cevizlerin tamamını saydırmış ve tam 8 053 063 680 adet ceviz depoladığını görmüş.

  • Acaba bu köylünün deposunda, 29. günde kaç tane cevizi vardı?]

Evet, soru buydu:

Müdür arkadaşım benden bir dosya kâğıdı istedi ve hesaplamaya başladı.

Yarım saat kadar sonra o sayfanın arkası-önü doldu, bir dosya kâğıdı daha istedi. Bir 20 dakika daha geçti. Hesaplamalarında, bilemediğimiz birçok formül kullanıyordu. Sona çok yaklaştığını söyleyerek, benden bir kâğıt daha istedi. Biz boğaz köprüsünü geçerken, sevinçli bir şekilde ellerini havaya kaldırarak:

“Evet, BULDUM Raifçiğim, 4 026 531 840 cevizi varmış” diye bağırdı.

Kendisini tebrik ettim ve şöyle devam ettim.

-Müdürüm, netice doğru, fakat bu sorunun çok kısa ve çok mantıklı bir cevabı vardı. Cevizler her gün iki kat arttığına göre, 29. günkü, yani bir gün evvelki cevizler, tüm cevizlerin YARISI kadar olmaz mı? Niçin tüm cevizleri ikiye bölmediniz?…

Sözümü bitirir bitirmez, kâğıtları yırtıp, iki eli ile başının iki yanındaki saçları yolmaya başladı. Zaten üstte de pek saç yoktu. Beylerbeyi’ne geldiğimiz için ben müsaade isteyerek indim. Daha sonraki gelişmeleri göremedim…

***

  • Bu girizgâh, çok önemli olan konumuza, çok önemli bir alt yapı olacak.

Şöyle ki:

Geçtiğimiz günlerde, bir seminere gözlemci olarak katılmıştım.

Kürsüdeki öğretim üyesi, Allahın c.c. varlığını, aminoasitlerle ve proteinlerle ispat etmeye çalışıyordu. Bir proteinin tesadüfen oluşabilmesi için, ortaya öyle rakamlar çıkıyordu ki, bildiğimiz bütün sayılar âciz kalıyordu. Tesadüf ihtimalinin, tüm dünya üzerindeki çöllerde bulunan, bütün kum tanelerinin içindeki, tek bir kum tanesi kadar bile değildi.

Üstelik bu ihtimal, sadece bir proteinin oluşması içindi. Katrilyonlarca proteinin veya aminoasidin, peş peşe ve kusursuzca oluşması, asla ve kat’â tesadüfî olamazdı.

  • Mademki böyle, mutlaka bir yaratıcı vardı…

Evet, saygıdeğer dostlarım, netice çok doğru. Bu bilim adamını, elbette takdir ve tebrik ediyorum. Fakat yukarıda arz ettiğim anekdottaki gibi, Allahın c.c. varlığını ispat eden, çok kısa, çok kestirme ve çok daha iknâ edici bir tarzdaki cevaplarını, Bediüzzaman Hz. herkesin anlayacağı bir şekilde zâten vermişti… Bakınız, şu cümle sadece bir tanesi:

  • Nasıl ki küçücük bir iğne ustasız olmuyor, nasıl olur da şu koskoca Kâinat ustasız olur? Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, bunu biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz [hükmedensiz] olur? (Sözler. Shf.: 49.)

İşte Bediüzzaman farkı bu! İşte Risale-i Nur farkı bu!…

Hiçbir hesap yapmadan, tek bir cümle ile işi bitiriyor…

Bediüzzaman Hz., işte böylesine kolay bir şekilde, HAŞİR denilen “öldükten sonra dirilme”yi de, KADER mevzuunu da, meleklerin varlığını ve gerekliliğini de,Peygamberlik müessesesinin gerekliliğini ve varlığını da, mutlaka gideceğimiz Ahiret âlemini ve Mahkeme-i Kübrâyı da, daha birçok müşkül soruyu aynen öyle, kolayca, Âyet-i Kerîme ve Hadîs-i Şerifler ışığında İKNÂ ve İSPAT ediyor. İddialı bir şekilde de:

 -“..Bunları anlayarak okuyanın şüphesi izale olmazsa, gelsin parmağını gözüme soksun” buyuruyor.

Bediüzzaman Hz. talebeleriyle bir sohbet sırasında, 99’lu tespihini kaldırarak, “…bakınız, Allaha c.c. vâsıl olmak, taklidî imandan tahkiki îmana ulaşmak, şu tespihin birinci boncuğundan 99’uncu boncuğuna ulaşmak gibi uzun bir zaman ve gayret istiyor. Oysa ben size şu birinci boncuktan, 99’uncu boncuğa geçme prensiplerini öğretiyorum.” Buyuruyordu. Bir de “Kasap Tahir” olayını hatırlayınız. Çok ilginç olduğundan, bilmeyen kardeşlerim için, sadece bir link veriyorum… Mutlaka izleyiniz…http://www.dailymotion.com/video/xfe7mo_ahmed-husrev-efendi-ve-kasap-tahir_tech

***

İşte bunun içindir ki halkı dinden soğutmak isteyen, o mâlûm nasipsiz zihniyet, öncelikle Bediüzzaman Hz.’ne ve Risale-i Nur ekolüne savaş açmıştır. İslâm’a ve Kur’ân’a düşman olanlar da, öncelikle Bediüzzaman Hz.’ne ve Risale-i Nûra karşı da savaş açmışlardır. Bu bedbahtlar, yarım asırdan fazla zaman bu gerçeklerin üstünü, işte bunun için örtmeye çalışmışlardır. Fakat tekrar görüldü ki, Kur’ân güneşi balçıkla sıvanamıyordu…

  • Peki, neticede ne oldu?

Her şeye rağmen, Risale-i Nur, 42 lisana tercüme edilerek, dünya ülkelerinin neredeyse çoğunda okunuyor, bağırlara basılıyor ve Üniversitelerinde ders kitabı olarak okutuluyor. Yüzlerce Profesör ve binlerce bilim adamı, bu gerçeklere “susamışçasına” sarılıyorlar. Adına kürsüler kuruluyor, sempozyumlar yapılıyor, mastırlar ve doktora tezleri hazırlanıyor. İşte İran sempozyumu da, bu kervana katılış merasimlerinden birisiydi…

Çok net görülüyor ki; Saff Sûresi, 8. Âyeti ve Tevbe sûresi, 32. âyetlerde bildirilen, “Kâfirler istemeseler de Allah Nûrunu tamamlayacaktır” vaadi, tecelli ediyor…

  • İstanbul sempozyumunda, İslâm âleminden bir zât-ı muhterem şöyle haykırmıştı.

-İslâm âlemine bakıyordum, Kur’ân ahkâmı her geçen gün ellerimizden kayıyor, nesil yozlaşıyor, insanlar maddeye tapar hâle geliyor. Bu gidişata göre “acaba Allah c.c. nurunu nasıl tamamlayacak” diye ümitsizce düşünüyordum. Türkiye’deki bu Risale-i Nur ekolünü ve Bediüzzaman metodunu görünce, artık hiç şüphem kalmadı. Allah c.c. Nûrunu, işte böyle tamamlayacaktır.” diyordu.

  • Ne mutlu (er veya geç) bu bahtiyarlar kervanına katılanlara… Vesselâm…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER