“Çok-çok büyük bir vebalden, çok büyük bir sorumluluktan ve çok önemli bir îkâz-ı İlâhiden kurtulduk. Binlerce kez şükürler olsun ve hepimize geçmiş olsun…
”
Bir yandan İman ve inkâr mücadelesi devam ederken, diğer yandan da bu mücadele sonundaki zaferin, inananlar menfaatine olacağını Yüce Rabbimiz şöyle haber veriyor:
-
Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler deAllah nurunu tamamlayacaktır. (Tevbe-32. Âyet & Saff-8. Âyetler.)
Evet; Hz. Adem A.S.’dan bu yana, her dönemde, Allahın nûrunu, yâni Kâinatın ve insanlığın yaratılış gâyesini anlatan din prensiplerini söndürmek (ört-bas etmek) isteyenler hep olagelmiştir. Burası bir imtihan dünyası olması hasebiyle, kıyamete kadar da devam edecektir.
Bizlere düşen ise; Yüce Rabbimizin yukarıda arz ettiğim vâadinden emin olarak, asrımızdaki bu tür ört-bas edicileri tanıyabilmek ve şerlerinden emin olmak için azami tedbirler almaktır.
Bir de; Hûd Suresi, 113. Âyetteki şu îkâz-ı İlâhiyi hiç unutmamaktır.
-
“Sakın-sakın o zalimlere aslâ meyletmeyin. Onlara sempati bile duymayın. Yoksa o ateş sizi de yakar…”
Bugün bu konuyu niçin seçtim?
Elbette çok önemli bir sebebi var:
Malumunuz olduğu gibi, 1999 28 ŞUBAT döneminde ceberut bir süreç yaşandı. Yani 13 Ağustos 1999 Tarihinde Allahın c.c. Nûrunu söndürmeye yönelik, çok ciddi bir hamle yapılmıştı. Allah’ın c.c. Nûrunun bir nevi sembolü olan Kur’ân-ı Kerîmin, 12 yaşından önce okutulması ve öğretilmesi, o günkü malum C.başkanının da onaylamasıyla tamamen yasaklanmıştı.
O günkü ana haber bültenlerinde bu haberi izlerken çok üzülmüş, Kur’ânın MEN edilmesi halinde mutlak bir musibet hakkındaki vâad-i İlâhiyi hatırlayarak çok endişelenmiştim. O gün yazdığım ve yayınladığım makalemde, bu endişelerimi yazarak, “YAKINDA BİR MUSİBET BEKLEYİN” demiştim.
Bu tarihten sadece 4 gün sonraki, yani 17 Ağustos 1999’da merkez üssü Yalova’daki o mâlûm donanma olan ve Marmara bölgesini çok ciddi sarsan ikaz-ı İlâhî, bir tesadüf müydü acaba?… Yorumunu takdirlerinize bırakıyorum…
***
“Küfür devam edebilir, fakat ZULÜM devam etmez” darb-ı meseli gereği, bu zülüm de elbette devam etmeyecekti. Birileri Allahın nurunu söndürmeye çalışacaklar, aklı başında birileri de bu yanlışlığı kendilerine DERT edinip, gece-gündüz dualar ederek çareler arayacaklardı.
Nitekim de öyle oldu:
Bölünüp-parçalanmak nedeniyle çok ciddi zararlardan ders alarak kendine gelen bu necip millet, aklı başında, yüce dinimize müsamahakâr ve güçlü bir iktidar çıkardı.
İsabetli hareket edip etmediklerini dikkatlice takip ve TE’YÎD ederek, aklıselim iktidarlarına ileriki yıllarda dualarıyla ve oylarıyla defalarca güç ve fırsat verdiler. Bu emanet oyların hakkını veren iktidar ise 2011’in eylül ayında (yani birkaç hafta önce) “Allahın c.c. nurunu söndürme”girişimine “DUR” anlamındaki kararını verdi ve 12 yaşından küçüklere Kur’ân okumayı YASAKLAYAN o talihsiz yasayı kaldırdı. Yüce Rabbimize binlerce şükürler olsun. Allah c.c. emeği geçenlerden, ebeden râzı olsun ve onları sırât-ı müstakimde daim ederek, tüm şerlilerin şerlerinden muhafaza etsin. Âmin…
***
Diyanet'ten sorumlu Başbakan Yardımcısı Sn. Bekir Bozdağ, bakanlığa gelir gelmez Diyanet’e verdiği ilk talimatın, Kuran Kurslarıyla ilgili olduğunu belirterek, ilk müjdeyi verdi. Ve sözlerine şöyle devam etti:
-“İnsan hakları ve hukuk devletiyle bağdaşmayacak bir şekilde ihdâs edilmiş bulunan, Kuran-ı Kerim öğreniminin önündeki engelleri ortadan kaldıracağız. Siz kanunla insanların meşru bir eğitimi almasını yasaklayamazsınız.
Dünyanın hiçbir demokratik hukuk devletinde insanların, DÎNİN ANA KİTABINI öğrenmesini, kanunla yasaklaması söz konusu değildir. Böyle bir şey olamaz” dedi.
Cami ve Kur'an Kursları Federasyonu Genel Başkanı Sn. Recep Kıyak da; yasağın kaldırılmasının çok yerinde bir karar olduğunu söyleyerek, şöyle konuştu:
–"Türkiye çok büyük bir yanlıştan döndü. 12 yaş sınırlamasından sonra Kur'an kursları boşalmıştı. Öğrenci sayısı yüzde 70 azalmıştı. Çok kötü günlerdi. Çok şükür bu uygulama sona erdi. Kurslarımız artık eski cıvıl-cıvıl haline kavuşacak."…
Pek tabiidir ki; diğer yandan da Allahın nurunu söndürmeye azmetmiş olanlardan bir güruh, bu güzel girişimi hazmedemiyorlardı. Bu güzel girişimin İPTALİ için, kapısında yattıkları A.Y.M.’ne götürmeye karar verdiler. Ancak; halkın Kur’âna olan teveccühü ve bu girişimden dolayı halktan kendilerine gelecek NEFRET ve tepkiler de onları ürkütüyordu. Birazcık akl-ı selim olanlar “ŞİMDİLİK” kaydıyla ertelenmesini teklif ettiler ve bu girişimi şimdilik (!) ertelediler. (Haber bültenlerinden.)
Allah c.c. bu niyette olanlara hiçbir zaman fırsat vermesin ve hiçbir Müslüman’ı da bu zihniyete asla taraftar etmesin. Âmin…
Bu konuda daha fazla açıklama yapmaya veya yoruma gerek yoktur. Çünkü; açıklama ve hüküm Yüce Rabbimizden bildirilmiştir.
Bizler de son cümle olarak O’na c.c. kulak verelim.
Bakınız; İbrahim Sûresi, 1-3. Âyetler:
(Elif, Lâm, Râ.) Bu Kur’ân, Rab'lerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, azîz ve hamîd (yani, üstün kudret sahibi ve her işi övgüye lâyık olan) Allah’ın yoluna, göklerde ve yerdeki her şeyin sahibinin yoluna insanları çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Kendilerini bekleyen o çetin azaptan ötürü vay o inkârcıların hallerine!…
Vay onlara ki, âhirete inanmalarına rağmen, bile bile dünyayı âhirete tercih ederler. İnsanları Allah yolundan çevirirler de o yolu eğri büğrü göstermek isterler. İşte onlar haktan ve doğru yoldan çok uzak bir sapıklık içindedirler. [Prof. Dr. Suat Yıldırım mealinden)
Ne mutlu Allahın c.c. Nûr’unu söndürmeye çalışan o güruha meyletmeyen; ferasetli, aklıselim ve bahtiyar kimselere.
Ne mutlu Hûd Suresi 113. âyetteki tehdidi idrak ederek, rotasını düzeltenlere…
Yâ Rabb!…
“Dünya neye mâlikse O'nun vergisidir hep. Medyûn O'na cemiyeti, medyûn O'na ferdi; Medyûndur O masuma bütün bir beşeriyet.
Yâ Rab, mahşerde bizi bu ikrar ile haşret!…” Mehmed Akif ERSOY
YORUMLAR