A. Raif ÖZTÜRK
  • 07/09/2015 Son günceleme: 07/09/2015 08:57
  • 4.607

Üzerinde günah işlediğimiz Dünya, bir futbol topuna oranla küçültüldüğünde, üzerinde gezindiğimiz yer kabuğu, topun deri kısmı mesâbesindedir. Boş olan hava dolu kısmı ise yer küremize oranla, Cehennem mesabesinde fokur fokur kaynayan metal eriyiklerle doludur.

Yer kabuğunun kalınlığı 8 ile 40 Km. arsında değişmektedir. Dağların altı, kalın ve taş, denizlerin altı ise 8 Km. civarındadır. Yer kabuğunun bitiminden sonra üst manto ve alt manto tabir edilen MAĞMA tabakası başlamaktadır. Yer kabuğunun sıcaklığı her 33 metre inildikçe, 1 derece artmakta olup, üst mantoya kadar 1000 C dereceye ulaşmaktadır. Üst manto dâhil, buradan sonra çekirdeğe kadar tamamen cıvık ve ağır akışkan şekilde olan maden eriyiklerinin sıcaklığı, 4000 C dereceye kadar çıkmaktadır. Çekirdek kısmının sıcaklığı ise 5100 C derece olduğu bilimsel bir gerçektir. Yani, yer kabuğunun altını hiç düşünmeden gezindiğimiz, günahlar işlediğimiz bu zeminin altı, bir nevi Cehennem misali fokur fokur kaynamaktadır. Yanardağlar, işte bu eriyiğin, yer kabuğunun ince kısımlarından dışarı fışkırma hâlidir. Burada, “Kabirler sizin kazancınıza göre yâ Cehennem çukurlarından bir çukur veya Cennet bahçelerinden bir bahçe olacaktır” Hadîsi Şerîfi aklıma geldi.

Kâfirler kabre konulduktan sonra Ruhlarının Yüce Kudret tarafından aşağıya kaydırılmaları işten bile değildir. Bediüzzaman Hz.’nin, yer küremizin içine “Cehennem-i Suğrâ” (yani, küçük cehennem) buyurması, demek ki boşu boşuna değilmiş…

Bizler, camın 610 derecede erimeye başladığını, 1000 C derecede tamamen cıvık bir akışkan hale geldiğini ve çeliğin de 1600 C derecede tamamen akışkan hale geldiğini biliyoruz. Bu hesaba göre, 4000-5100 derecelerin ne kadar yüksek sıcaklıklar olduğunu düşününüz…

  • Bu kısa tanıtım ve girizgâhtan sonra, çok çok önemli olan konuya geçelim:

Bu yer küresini incelerken, 7-8 yaşlarındaki ikiz torunlarım yanıma geldiler. Çalışma odamdaki ilgilendiğim yer küresini göstererek, “dedeciğim bu ne?” diye beni sorgulamaya başladılar. Her ne kadar “üzerinde yaşadığımız dünyanın maketi” diye geçiştirmeye çalışsam da çok zeki ve akıllı oldukları için, mantıklı sorgulamalarıyla bana, çok geniş bir tefekkür ufku açtılar. Meselâ: Ben “İşte şu mavi kısımlar su, yani büyük denizler. Şu az ve diğer renkteki kısımlar ise karalar, ovalar ve dağlardır. Şu ince mavi ve kıvrım kıvrım çizgiler ise nehirlerdir” vs. anlattıktan sonra: “Dedeciğim, biz dünyanın içinde değil miyiz?”  diye, can alıcı bir soru sordu birisi. Ben:

-“Hayır bi tanem, içinde değil, dışındayız.” Deyince, her ikisi birden telâşla: “Ama dedeciğim, sen daha önce bize ‘dünya hem güneşin etrafında, hem de kendi ekseni etrafında çok hızlı dönüyor’ demiştin yâ. Peki, bizler, evlerimiz, arabalar, gemiler, hatta bu denizler, nehirlerdeki sular, niçin savrulmuyorlar?” ..deyince, ben ulvî bir tefekküre daldım.Bu yaştaki çocuklara, ben bunları nasıl anlata bilirim” den daha çok, bu mâsumâne sorulardaki mûcizevî gerçekleri düşünmeye başladım. Öyle yâ, şu 21. asırda, en yüksek teknoloji kullanılarak, Çevresi 12.742 km (12 742 000 Metre) değil de dünyamızın milyonda biri kadar, yani sadece 12 metrecik çapında, aynı özelliklere sahip bir yer küre modeli yapılabilir mi?...

Bu 12 m. Çapındaki model kürenin bir metresi, yani dünyamızın kabuk kısmı topraktan olacak. Hadi kolaylık avantajı verelim, betondan yapılsın. Üzerine, ölçeklere uygun olarak denizler, göller ve nehirler için oyuklar, dağlar için aynı oranda tümsekler yapılsın. İçine de fokur fokur kaynayan erimiş madenler doldurulsun. Şayet, bu da başarılırsa (!), Denizler, göller ve nehirler için açılan oyuklara su doldurulsun. Yanlardaki ve güney kutbundaki suların küreye yapışık durabilmesi için, bu kürenin içine dev mıknatıs da konsun. Üzerine de minik maket binalar, arabalar, şâyet sular duruyorsa (!) maket gemiler konsun. Bu yer küre çok hızlı bir şekilde döndürülmeye, hatta aynı hızla gezdirilmeye başlansın. Ziyanı yok, boşlukta ve 23 derece eğik de değil, düz olarak ve bir tır veya bir gemi üzerinde gezdirilsin.

  • Bunun başarılacağını hayal bile edemezsiniz, değil mi?...

Peki, şimdi gerçek dünyamızı düşünelim: 12 Metrecik değil, 12.742 Km. (yani 12 742 000 metre) çapında, futbol topu derisi oranındaki kısmı toprak ve taş, yani kabuk tabakası. Futbol topunun hava, yani boş kısmı fokur fokur kaynayan metal eriyiği ile dolu. Kendi ekseni etrafındaki ve Ekvatör noktasındaki hızı 1670 Km/Saattir. (Yani 167 Km. hızla giden bir otomobilin on katından daha hızlı.) Güneşin etrafında dönüş hızı 108.000 km/Saattir. (Galaksi içindeki, galaksi ile beraber dönüşüne ve Galaksi ile beraber VEGA’ YA doğru gidiş hızlarına girmiyoruz.) Peki, Dünyamızı milyonlarca senelerden beri üzerindekileri savurmadan, bu korkunç dönüşü bizlere hiç hissettirmeden döndüren KİMDİR?… O’nu niçin takdir ve takdis etmiyoruz? O’nu niçin hiç merak etmiyoruz?... Nahl S. 15. Â.: “Allah’ü Teala; ‘dünya, hareketiyle sizi sarsmasın diye’, yeryüzüne sabit dağlar koydu.” Zümer, 5. Â.: (O Allah ki) Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor. Güneşi ve Ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Bunların her biri belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. İyi bilin ki O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır…” Ahkâf S., 33. Â.: “Gökleri ve yeri yaratan ve bunları yaratmakta yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi?...” 

Yazarın Yazıları