Muharrem ERGÜL
  • 09/05/2021 Son günceleme: 09/05/2021 19:39
  • 4.869

“Taş taş değil, bağrındır taş senin.

Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin.”

Şair Osman Sarı’nın “Taş Gazeli”, Türk Edebiyatı’nın en güzel “Taş” konulu şiirlerinden biridir.

Şiir sanki son yüzyılımızı ve oradan da günümüzü anlatıyordu.

“Ülkendir taş ve beton bu yanlış kent,

Her gün bir yanın biraz daha taş senin.”

Rize İkizdere’de bulunan ve biyolojik çeşitliliği nedeniyle koruma altında olan İşkencedere Vadisi’ndeki taş ocağı çalışmaları hepinizin malumudur. 

Kimilerine göre basit bir taş ocağı açma çalışması, kimilerine göre ise büyük bir doğa katliamı diye tanımlanan bu konu gündemimizi hayli meşgul ediyor.

Sonuçta olanda tek geçim kaynağı çay hasadı olan köylere ve köylülere oluyor.

Güzelim dünya mirası olan bölge taş ocağı uğruna heba edilmek isteniyor.

Siyasi duygulardan ve ön yargılardan arınarak İşkencedere Vadisi’nde yaşayan köylülerin feryatlarına kulak verme zamanımız geçmek üzere.

Güç ve para hırsı bölgenin geleceğini ipotek altına almadan yetki sahiplerinin İşkencedere Vadisi’nden yükselen bütün sesleri dikkate almaları gerekmektedir.

Şairin dediği gibi;

“Kazmayı kayalara değil, kalplere vur ey Ferhat, niçindir kırdığın bunca taş senin.”      

Taş gazelinden bir başka hüzünlü taş konusuna geçelim.

Olur ya bundan hepimizi bir ders çıkarırız.

Sonra hangi taş neye niyet neye kısmet bir kez daha düşünürüz.

Sultan Abdülaziz, Dolmabahçe üzerindeki Maçka semtine Marmara Denizi’nden bile görülebilecek büyük bir cami yaptırmak ister.

Sarayın baş mimarı Sarkis Balyan konuyla ilgili görevlendirilir.  Projeler yapılır ve 1875 yılı başlarında caminin temeli atılır. Camiin inşaat kesme blok taşlardan yapılacaktır. Uzak yerlerde açılan taş ocaklarından taşlar getirilerek caminin temelleri yükselmeye başlar.

Caminin temelleri yüksele dursun, dönemin siyasi olaylarının karışıklığı sonucu Sultan Abdulaziz tahtan indirilir.

Sultanın tahtan indirilmesi sonucu camii inşaatı durur ve yarım kalmış inşaat tamamlanmak yerine kaderine terk edilir.

Bölgeye getirilen yüzlerce taş blok etrafta gelişi güzel durduğu ve camii inşaatı da sahipsiz kaldığı için bölgenin adı bugün bile hala “Taşlık” olarak anılır.

Sultan Abdulaziz’in başlattığı cami projesi, onun yerine tahta geçen Sultan Abdulhamit tarafından pek ilgi görmez.

Ancak caminin yarım kalması ve onca taşın bölgede bulunması halkı rahatsız eder. Sonunda aranan çözüm bulunur.

O yıllarda Anadolu ve Balkanlar’da moda olan saat kulesi yapma akımı Sultan Abdulhamit’i de etkiler.  Sarayın baş mimarı Sarkis Balyan bu kez cami için getirilen taşlardan Dolmabahçe sahile saat kulesi yapımı için görevlendirilir.

1890 yılında yapımına başlanan saat kulesi 1894 yılında tamamlanır.  Gördünüz mü? Neye niyet neye kısmet!

Bu hüzünlü olayı hatırladıkça İşkencedere Vadisi’ndeki taş ocağının bizlere yeni hüzünler vermesini gönlüm arzu etmiyor. 

Ne diyor şair;

“Bir katılıktır dinamit söker mi yürekleri?

Başın bu kez kalbe çarpmasın ey taş senin.”

Yazarın Yazıları