A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 18/04/2011 00:11
  • 10.330

'Nankörlük ederseniz, azabım çok şiddetlidir!' (Kur’ân:14/7.-255)

Toplum olarak İSRAF konusunda, maalesef pek hassas değiliz.  Her gittiğimiz yerde, her toplantıda, neredeyse her ziyafette ve hatta evlerimizde de aşırı israflar nedeniyle, adetâ kıtlık, bereketsizlik ve sıkıntıları davet ediyoruz. Çok önemli olduğu halde, çok ihmal edilen bu konuyla ilgili, birkaç ilginç ve ibretlik olay arz edeceğim.

Bir zamanlar Amerika’da çok büyük bir fabrikada, tabaklarında yemek artığı bırakan personele ciddi para cezaları konmasına sendikalar itiraz etmişti.

Yönetim kurulu başkanı ya da genel müdür, bu itiraz heyetlerine şunları anlatmış.

-“Fabrikamızda 10 000 küsur kişi çalışıyor. Her birinin sadece pirinç pilavından ve sadece 5-10 pirinç bıraktığını varsayınız. 20-30 kg./gün pirinç çöpe atılmış olur. Bu atık 20-30 kg. pirinç ile her gün kaç kişi daha doyar? Daha da önemlisi, sadece bir kg. pirinç üzerindeki insan emeğini, alın terini ve riskleri düşünebiliyor musunuz?

Bir de diğer artıkları ve bir günde çöpe atılan binlerce ekmeği bir düşününüz ve her artığı 365 gün ile çarpın bakalım!...

  • Bu kadar milli sermayenin çöpe gitmesine, hangi vicdan seyirci kalabilir?...”

  *

Meşhur İsveç çeliğinin vatanından ve Doç. Dr. A.Erhan Özdemir’den bir anekdot:
On dokuz yıl evveldi. Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi.

Lavaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm.

·        “Lütfen, tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın. Yanda bir kutu var, oraya bırakın. Bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı olun…” diyordu.

Doğrusu yukarıdaki not için hayretler içinde kaldım.

Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir.

Birçok eşya üzerinde de, güvenilirlik için "İsveç çeliğinden yapılmıştır" diye yazardı. 
İste o ülke; kullanılmış bir tek (ve birkaç gramlık) ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.

İsviçre'de zaman zaman, belli dönemlerde, radyolar, televizyonlar şu haberi duyurur:

·        “Şu tarihte, şu saatte, adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın.

Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj, kutu varsa, velev ki bir ilaç prospektüsü dahi olsa, kapınızın önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Daha fazla ağaç ziyanına engel olun…”

*

Hukuk fakültesi öğrencisiydim. Alain’in proposlarını okuyordum. Birden irkildim.

Alain; Bir insan yerde bir iğne bulduğunda eğilip almaz ise, bütün uygarlığa ihanet etmiş olur. Bir iğnenin üretiminde, yüzlerce insanın el emeği, alın teri ve göz nuru var…”Diyordu.

·        Japonlar ise son derece sade, basit, yalın ve mütevazı yaşayan insanlardır.

Evlerinde hasır, yer minderi, basit ve kolay kullanılan az sayıda eşya bulundururlar.

Evlerini mobilya ile çeşit-çeşit eşya ile dolduranlar, Japonlara göre; ruhen tekâmül edememiş, hayatın manasını anlayamamış, zavallı kimselerdir…

Böyleleriyle; “..zavallı, evini mezat salonuna çevirmiş,” diye eğlenirler.

  *

Lütfen; yukarıdaki örnek davranışlardan sonra, bir de kendi ahvalimize bakalım.

Evet, yürekler acısı bir durumdayız, değil mi? Kıtlığı davet etmiş olmuyor muyuz?...

Özellikle gıda israfımız had safhada, nimete saygısızlık ise NANKÖRLÜK boyutunda, değil mi? Hatta tabağında yemek bırakmayana “görgüsüze bak, silip süpürdü” nazarıyla bakılıyor. Yiyemediğimiz yemeğimizin, yolda, arabada yemek üzere paketlenmesini istediğimizde bile, bazı garsonlar yüzümüze bir müddet bakıyorlar! Konunun idrakinde olan Dilruba Restorant patronu ise camlara: “Tabağını sünnetleyene %15 iskonto yapılır” yazdırmış. Musluğumuzdan, her saniyede tek bir damla su damlamasının, senede (60 x 60 x 24 x 365 = 31 536 000 damla ve bunun da) 9 ton su israfı olduğunu, hiç düşünebiliyor muyuz?…

·        Konu buralara kadar gelince, saygıdeğer hocamın ilginç bir izahı ve ikazı kulaklarımda çınladı. Bir gün Prof. Dr. A.Kadir Özcan hocam ile birlikte, bir toplantıda yemek yemiştik. Kendisinin, önündeki ekmek kırıntılarını, tek-tek toplayıp ağzına atmaya başladığını gördüm. Şaşkın ve garip bakışlarımdan, bu hareketine anlam veremediğimi anladı ki, bir taraftan da bana izah etmeye başladı.

-“Raif’ciğim, tüm mevcudatın Allah’ı zikrettiğini bildiren âyetleri biliyor musun?” dedi.

-“Evet hocam, bir kısmını biliyorum.” Dedim.

-“İşte bu nimetler de özellikle sürekli Allah’ı c.c. zikredecekleri bir menzilde, yani insan vücudunda vazife yapmak ve hizmet etmek istiyorlar. Şu toplamakta olduğum nimet kırıntılarının ise insan vücuduna girmesine saniyeler kalmıştı. Ya ekmeği koparırken düşmüş ya da ağız kenarından düşmüştü…”

 

Tam anlayamadığımı, bakışlarımdan hisseden hocam devam etti:

-“..Bak ben sana bir örnek vereyim de iyice anlaşılsın. Hani çok önemli bir avantaj için bir kuyruğa girersin ya. Sana sıra gelmesi için de saatlerce beklersin. Neticede ise, tam sana sıra gelmesine birkaç saniye kalmışken, ya gişe kapanır, ya alacağın şey bitmiştir veya kontenjan dolmuştur. Bu durumda ne kadar üzülürsün? Bir düşün bakalım!...”

-“Evet hocam, pek tabi ki bu durumda herkes çok üzülür.”

Hocam sofradaki ekmek kırıntılarını göstererek devam etti:

-“İşte şu nimetler de, ekilme, biçilme, öğütülme, hamur olma ve pişirilme maratonundan sonra, tam insanlık mertebesine çıkmak üzereyken, çöpe atılmak için terk ediliyorlardı… Evet, büyüklerimiz bu durumu âvâmi olarak izah edebilmek için, kestirmeden ‘sofranızda artık bırakmayın, ekmek kırıntılarını bile toplayın, israf etmeyin. Yoksa bu nimetler arkanızdan çok üzülürler ve ağlarlar…’ diyorlardı.

 

Biz ise bilimsel olarak, o Kur’ân âyetlerinden yola çıkarak bu manzarayı hissediyoruz…

·        İşte ben de bu kırıntıları böyle toplamakla ve yemekleri sünnetlemekle, şu ağlayan nimetlere, yeniden kontenjan açıyorum…”..deyince adeta irkilmiştim…

*

Merhum Prof. Dr. İbrahim Canan hocamızın ise abdest alışını seyreden, mutlaka etkilendiğini söylüyor. Çünkü Sn. Canan hocamız, abdest almakta olduğu musluğu kalem inceliğinde açtığı gibi, eli musluk altında değilken, musluğu mutlaka her seferinde (hiç üşenmeden) kapatıyordu. Bu davranış biçimi, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) “..Nehir kenarında abdest alıyor olsanız bile, suyu iktisatlı kullanınız ve israf etmeyiniz” emrine bir itaattir, bir sadâkattir ve bir ibadettir. Bu Hadis’i Şerifi fiilen yaşamaktır…

Merhum Av.Bekir Berk abinin Almanya’da tabağını sünnetlemesine, Türk garson “efendim, bulaşıkçımız vardı” şeklinde takılması üzerine, Bekir âbi kaşlarını çatarak “kardeşim, ben sizin değil, Rasülüllahın (SAV) bulaşıkçısıyım” demesi çok anlamlıdır.

Son sözümüz; sözlerin en güzeli ve en doğrusu olan Allah kelâmı olsun:

Sûre 14. Âyet 7. Sayfa 255. :  "..Eğer şükrederseniz, size yönelik nimetlerimi kesinlikle arttırırımeğer NANKÖRLÜK ederseniz, hiç kuşkusuz ki azabım pek şiddetlidir..."

Yazarın Yazıları