A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 02/11/2011 23:11
  • 9.473

Her musibetin ardından olduğu gibi, Van depreminin ardından da ne kadar çok şey konuşuldu, değil mi?

Fay hattının özelliklerinden tutun da, İlâhî ikaz boyutuna kadar.

Çürük yapılaşmadan tutun da, manevi ihmallerimize kadar.

Oradaki belediyelerin ilgisizliklerinden tutun da, halkın aldatılmışlığına kadar…

-“Acaba bu konularda, yüce Rabbimiz ne buyuruyor” diye açıklamalar yapanların sayısı pek de fazla değildi. Halbuki en önemlisi de buydu!...

 

Dikkatimi çeken bu boşluğu bir nebze kapatmak için, Yüce Rabbimize bir kulak verelim:

  • De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden konutlar size Allah’tan, Resulünden ve O’nun yolunda cihaddan (O'nun yolunda çaba göstermekten) daha sevgili ise Allah’ın (hakkınızdaki azap) emri gelene kadar bekleyin! Allah fâsık (günaha gömülüp gitmiş) topluma yol göstermez. (Tevbe sûresi, 24. âyet. /Hayrat neşriyat. +Prof. S.Ateş + Ş.Pişiş ve A.F.Yavuz meallerinden.)

Bu ilâhi sözün üzerine, daha ne söylenebilir ki? Her şey gayet açık…

Biz sadece bu İlâhi sözün daha iyi anlaşılması için, konu üzerine odaklanmaya çalışalım.

Demek ki; önümüzde iki alternatif varmış:

  1. Bir yanda; babalarımızı, annelerimizi, oğullarımızı, kardeşlerimizi, eşlerimizi, akrabalarımızı, mallarımızı, mülklerimizi, (araba, ev, villa, yazlık v.s.) ticaret hayatımızı veya diğer mesleki konumumuzu sevmek…

  2. Diğer yanda ise; Allahı c.c., Hz. Muhammed (s.a.v.)’i sevmek, ve onların emirlerini yerine getirme çaba ve gayretlerimizi, yani Allahın c.c., Hz. Muhammed (s.a.v.)’in RIZÂ ve hoşnutluğunu kazanma gayretlerimizi sevmek…

    • Acaba bizim sevgi meylimiz, hangisine daha fazla akıyor?

Eğer ikincisine akıyor ise hiç bir sorun yok. Ne mutlu sizlere ve bizlere…

  • Eğer, şayet sevgi meylimiz birinci şıkka akıyor ise, VAYY halimize!...

Yukarıdaki İlâhî tehdite aday olmuşuz. “Allahın c.c. (azap) emri gelecek” demektir…

Bunu ben söylemiyorum, kaynağını göstererek sadece hatırlatıyorum…

Saygıdeğer dostlar. Birinci şıktakileri elbette seviyoruz. Peki, bu dengeyi, ikinci şıkka nasıl yönlendireceğiz? İkinci şıkkın her zaman daha ağır basmasını nasıl sağlayacağız?...

C.: Sınavda olduğumuzu unutmaz isek ve de Mâlik-i Hakikiden gâfil olmaz isek, bütün güzellikler çorap söküğü gibi kolayca gelecektir. Bütün mesele, işte burada düğümleniyor.

Her ân sınavda olduğumuzun bilinci içinde, Hâlıkımızı ve Mâlikimizi tanıma terapilerine devam ettiğimizde, SEVGİ PAYLAŞIMINI, yukarıda belirtilen riske girmeden, gayet kolay yapabiliriz. İşte bu Nurterapilerden öğrendiğim, şu önemli konumuza ışık tutan bölümden, sadece bir-iki paragrafı istifadenize sunuyorum:

SORU:

-..İhtiyac-ı fıtrîye (beşerî ihtiyaca) binâen, leziz taamları (gıdaları) ve meyveleri severim, peder, vâlide ve evlâtlarımı severim, refîka-i hayatımı (eşimi) severim, dost ve ahbaplarımı severim, enbiyâ ve evliyâyı severim, hayatımı, gençliğimi severim, baharı ve güzel şeyleri vedünyayı severim. Nasıl bunları sevmeyeceğim? ………….
CEVAP: Dört Nükteyi dinle. (Bendeniz, dört nükteden sadece birini arz edeceğim.)

İKİNCİ NÜKTE: Tâdâd ettiğin (yukarıda saydığın) sevdiklerini, sevme demiyoruz. Belki, onları Cenâb-ı Hakkın hesâbına ve Onun muhabbeti (sevgisi) nâmına sev deriz.                                                       
Meselâleziz taamları, (gıdaları) güzel meyveleri, Cenâb-ı Hakkın ihsânı ve o Rahmân-ı Rahîmin in’âmı cihetinde sevmek, “Rahmân” ve “Mün’im” isimlerini sevmektir. Hem mânevî bir şükürdür. Şu muhabbet (sevgi), yalnız nefis hesâbına olmadığını ve Rahmân nâmına olduğunu gösteren, meşrû (helâl) dairesinde kanaatkârâne (Allahın kısmet ettiğine râzı olarak) kazanmak ve mütefekkirâne (yüce Rabbimizin bizlere ikramı ve hediyesi olduğunu düşünerek), müteşekkirâne (O’na c.c. hamd ve şükürler ederek)yemektir... (veya sevmektir.)  (B.S.N.-SÖZLER. 3. Mevkıf-870. sayfa./ R.Nur Külliyatı. Söz basım.)

Bakınız; 4 nüktenin sadece bir nüktesinden bile anlaşıldığına göre, “fıtraten sevilmesi gerekenleri, burada tarif edildiği şekilde seversek, yani o kıvama gelirsek, elbette gerçekten sevgiye en lâyık olan Allahı c.c., her şeyden daha çok sevmeye başlayacağız.” Üstelik de bu tür sevgiler, İBADET hükmüne geçecektir. Çünkü, mütefekkirâne sevmenin karşılığı çok önemli bir ibadettir. “Tefekkürüm min sâati, ibâdeti min SENE.” (Anlamı: Bir saat tefekkür,= bir sene ibadet hükmündedir.)

İşte o kıvama gelebilmek için de, sürekli İMAN HAKİKATLERİ ile meşgûl olmak lâzımdır. Evet, ferahladınız, değil mi? Çok da zor değilmiş. Yeter ki bilinçli olalım…

  • Kâinatta aşka veya SEVGİYE sebep olan üç faktör vardır:

Bunlar Cemâl, Kemâl ve İhsân’dır. İnsan, işte bu sebeplerden dolayı âşık olur, ya da birisini sever. Hâlbuki kâinattaki bütün güzellikler, mükemmellikler, ikram ve ihsânların membaı, kaynağı ve esası, sonsuz Kemâl’de olan Allah’ın c.c. Esmâ ve sıfatlarıdır. Bu inceliği idrak ettiğimiz zaman, her şey çözülür.

Kâinattaki bütün güzellikleri toplasak, Allah’ın Cemâl ve Kemâline nispeten okyanustan sadece bir damla mesabesinde kalır.

Üstelik bu ilâhî güzellikler EBEDÎ, diğerleri ise geçici, fâni ve yok olucudur.

  • Mesela; çok susamış bir adam düşünelim:

Ağzı susuzluktan kavrulur bir vaziyette iken, bir baraja rast gelir.

Barajın bendinin yan tarafında, toprak üzerinde az bir ıslaklık veya nem bulur. Fakat bu perdenin, yani bendin arkasında, çok nezih, berrak, leziz suyu olan büyük bir baraj var.

Şu şaşkın adam, kavrulmuş ağzını, toprak üzerindeki ıslaklığa dayamış, kanmaya, tatmin olmaya çalışıyor. Arkasındaki gerçek baraja ulaşma zahmetine katlanmıyor.

İşte bizler de, sonsuz güzellik sahibi olan Allah c.c. varken, ıslaklık mesabesindeki fani, basit, geçici ve adi güzelliklere kalp dudağımızı yapıştırıp, kanmaya ve tatmin olmaya çalışıyoruz. O dünyevî güzellikler ise Allah’ın güzelliğinden, çok zayıf ve birçok perdelerden geçmiş birer sevgi sızıntısı konumundadırlar. İşte bu nedenledir ki, İbrahim Ethem v.s. gibi zâtlar, İlâhî sevgiyi yakaladıklarında, sarayı da tahtını da terk etmişler…

Biz de nazarımızı ve kalbimizi o mecâzî sevgililerden hakiki sevgiliye, yani Allah’a  çevirirsek, hem o belâdan kurtuluruz, hem de gerçek güzelliği bulmuş oluruz... 

Kalbimizin fani olan mahlûklara âşık olması veya sevmesi, o kalbin manevi bir hastalığıdır.Hatta, kalbî bir şirktir. Zira Allah, kalbi insana, sadece kendisini sevmemiz için tahsis etmiştir. Biz bu tahsise ihanet ederek, sevgimizi farklı şeylere yöneltirsek, elbette bu sevgi, Allah c.c. katında makbul ve caiz olmaz. Elbette azâba müstehak oluruz…

(Yazının başındaki, Tevbe-24.deki îkaz âyetini, lütfen tekrar okuyunuz.)

  • TÂC: "Kalpler, ANCAK Allah'ın zikriyle tatmin olur…" (Ra’d S., 28. Âyet.)

Yazarın Yazıları