A. Raif ÖZTÜRK
  • 22/12/2017 Son günceleme: 22/12/2017 10:33
  • 7.429

KUDÜS; yüzyıllardan beri Kiliselerin, Sinagogların ve Camilerin içi içe olduğu ve üç semavi Dinin mensuplarının da sahiplenmeye çalıştığı mukaddes bir şehirdir.

Ancak öncelikle bu üç Dini, bugün EŞİT gibi göstermeye çalışmanın, ne kadar deni bir cehalet olduğunu da vurgulamak istiyorum. Çünkü M.Ö. BİNLERCE yıl öncesi Yüce Rabbimiz, Hz. Musa AS ve TEVRAT’I gönderdiğinde, ta Davut As’a kadar bu din revaçtaydı. Tevrat birkaç asırda tahrif edildiğinden, İsrail oğullarına Davud AS, Zebur ile gönderildi. Sonraki yüzyıllar içinde (M.Ö.1300-Milâd’a kadar 7 Peygamber geçti) bu uzun zamanda, Zebur da tahrifata uğratıldığı için, o dinin de hükmü kalmadığından, Hz. İsa AS gönderildi. Onun Dini de 600 Küsur senede tahrif edildi ve İncil’in de hükmü kalmadığından, yine bir fetret dönemi başlamıştı. Son olarak da; Kıyamete kadar geçerli olan Hz. Muhammed SAV ve Kur’ân gönderildi. Bu durumda da diğer tüm dinlerin, semâvî olsalar da hükümleri elbette kalmadı. Çünkü tüm semâvî dinlerin gerçek sahibi olan Yüce Allah cc. böyle emretmiştir.

Bakınız, Al-i İmran Suresi, 19. Ayet: Muhakkak ki Allah katında (yegâne) din, İslâm'dır! Kendilerine kitap verilenler (Yahudi ve Hıristiyanlar), ancak kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki haset, ihtiras ve kıskançlıktan dolayı ihtilâfa düştüler. Artık, kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphesiz ki Allah, hesabı pek çabuk görendir…”

Mâide S., 3. Â.: “..Bugün, size dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'a razı oldum! (İslâm’ı seçtim.)…”

Yani, yeni bir anayasa ihdas edildikten sonra, eski anayasaların hükmü kalmadığı gibi veya eski İstanbul valilerinden birisi çıksa, bir talimat verse, bu kişiye saygı duyulsa bile, talimatı asla uygulanmadığı gibi. İşte bu ilmî gerçeklere göre, üç dini eşit göstermeye veya göstermeye çalışmak akla ziyan bir cahilliktir. Elbette o Peygamberlere saygı duyulabilir, ancak hükümleri bugün geçersizdir…

  • Bu girizgâhtan sonra gelelim “Mazlum Kudüs'e Kronolojik bakış” konumuza: Kudüs’ün 3000 küsur senelik tarihi, gerçekten ibret vericidir. Şöyle ki:

Tarih M.Ö.1300-1100; Hz. Davud AS liderliğinde, birleşik İsrail devleti kuruldu ve Kudüs başşehir ilân edildi. Pek tabiidir ki o gün Davut AS’in Peygamberliği ve dini revaçtaydı.

MÖ 576: Yahudilerin isyanı üzerine Kudüs’e gelen Babil Hükümdarı Nebukadnezar, Süleyman mabedini yıktırdı ve Yahudileri sürgün etti.

M.Ö. 37: Roma Kralı Büyük Herod, MÖ 40 yılında Partların işgal ettiği şehri geri aldı ve Süleyman mabedini tekrar inşa ettirdi.

M. Sonra 70: Romalı Komutan Titus, Kudüs’ü yerle bir etti. Süleyman mabedi yine yıkıldı.

MS 629: Sâsâniler’in 614’te işgal ettiği Kudüs’ü, Bizans İmparatoru Herakleios geri aldı.

MS 637: Kudüs, Müslümanlar tarafından Fethedildi. Halife Hz. Ömer RA, İslâm’ın İlk Kıblesi olan ve Hz. Peygamber Sav'ın Miracına ev sahipliği yapan bu mukaddes şehri teslim aldı.

MS 716: Emevî Halifesi I. Velid, yıkılmış olan Mescid-i Aksâyı yeniden inşa etti.

MS 1099: Fatımi Devleti hâkimiyetindeki Kudüs, Haçlılar tarafından işgal edildi. Savaşın akabinde Haçlılar, Kudüs Krallığını kurdu.

MS 1187: Selâhaddin Eyyübi, Kudüs’ü Haçlıların elinden geri aldı.

MS 1260: Moğollara karşı kazanılan Ayn Calut zaferi sonrasında, Kudüs idaresi Eyyübi’lerden, Memlüklere geçti. MS 1516: Yavuz Sultan Selim, Memlûklara karşı Mısır seferini yaparak, Kudüs’ü Osmanlı idaresine kattı.

MS 1838: İngiltere Misyonerlik faaliyetleri için, Kudüs’te Konsolosluk açtı. 1897’de, Basel kongresinde toplanan Yahudiler, Filistin’de Yahudi devleti kurma emellerini açıkladılar.

MS 1916: Şerif Hüseyin ve adamları, İngiliz’lerin iftira ve yanıltmaları yüzünden, Osmanlı’ya ihanet ve isyan etti. İngilizlerle işbirliği yaparak Filistin’in ve Kudüs’ün güvenliğini zaafa uğrattı. 9 Aralık 1917 Gazze savaşını kaybeden Osmanlı orduları, Gazze’den çekildi.

14 Mayıs 1948: İsrail devleti kuruldu ve ardından başlayan Arap-İsrail savaşlarını İsrail kazandı. Akabinde de Batı Kudüs’ü işgal etti.

1967: Arap-İsrail savaşında Yahudiler, Kudüs’ün tamamını işgal ettiler.

1987: Filistinliler, topraklarının işgaline karşı, birinci intifadayı (ayaklanmayı) başlattılar. 1993’te sona erdi. 2000: Filistin halkı Mescid-i Aksa için, ikinci intifada’yı başlattı. 29 Ocak 2009’da Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının Davos’ta İsrail C.B. Simon Perez’e karşı “One Minute” olayından 2017’ye kadar nisbî bir sakinlik yaşanmıştı.

8 Aralık 2017 ABD Başkanı Trump tarafından, Kudüs’ü İsrail başkenti ilan edilmesi, bölgedeki felâketlerin fitilini ateşlemiştir.

Bu çok kısacık bir özetlemeden çok net olarak anlaşılıyor ki; üç dinin mensupları arasında sürekli bir mücadele ve defalarca değiş tokuş yaşanmış. Bu tablo karşısında, şöyle bir soru akla gelebilir: “Acaba Allah cc, İslâmiyet karşısındaki, tahrif edilmiş olan bir dinin mensubu olan Yahudilere, niçin bir belâ vermiyor?” Tam da böyle bir soru, Yüzbaşı Re’fet Bey tarafından Bediüzzaman Hz.’ne sorulmuş.

  • İşte Üstadın hârika cevabı: (Lügat karşılıklı.)

Yahudi milleti hubb-u hayat (hayatı çok sevme) ve dünya perestlikte ifrat ettikleri (dünyaya tapmada aşırı gittikleri) için, her asırda zillet (aşağılık) ve meskenet (miskinlik-acizlik) tokadını yemeye müstahak olmuşlar. (hak etmişler.) Fakat; bu Filistin meselesinde; hubb-u hayat (hayatı çok sevme) ve dünya-perestlik (dünyaya tapma) hissi değil, belki enbiya-yı Beni İsrail iyenin (Beni İsrail Peygamberleri vs.nin) mezaristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından (bir yönüyle, kendi milliyetinden olan peygamberlere milli ve dini hislerle bağlı oldukları için), çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa koca Arabistan’da az bir zümre(Yahudiler) hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.”…

Yani; Said Nursi Hazretleri, İsrail Devletinin bu kadar kısa sürede, bu kadar güçlü bir hale gelmesini ve bu beldeye sahip olmaya çalışmalarının sebebini, dini ve milli hislerine olan bağlılığı olarak gösteriyor. Başka bir ederinde de İslam âleminin Filistin'de olanlara karşı çaresizliğini ise iman zaafından ve İslam dinine tam anlamıyla sarılamayıp, yaşanamamasının bir neticesi olduğunu ifade ediyor.

DAHA AÇIKÇASI: Müslümanlar “Müttefik İslam Cumhuriyetleri“ olarak, tam bir birlik olmayı sağlaya bilselerdi, o kutsal topraklarda hiç bir şekilde Yahudi devleti olamazdı. İnşallah bundan sonra bu birlik sağlanacak ve Allah Nur’unu tamamlayacaktır. Vesselâm.

Yazarın Yazıları