Metin AYDIN
  • 21/09/2020 Son günceleme: 22/09/2020 18:30
  • 4.035

Milletler kendi kültürlerinden uzaklaştırıldıklarında türlü felaketler ve türlü hainlikler içlerine sirayet eder. Bu kendi öz kültür yapılarının bozulmasına başka milletlere hayranlık duymaya en sonunda da ülkelerinin yani devletlerinin tarihten silinmesine yol açar.

Milletlerin korkulu rüyası kültür erozyonuna uğramalarıdır. Büyük önder Atatürk, Türk Dil Tarih Kurumu'nu hem dilini hem tarihini hem de kültürünü bu erozyondan korumak için kurmuştur.

Türk dil kurumunu, kendi edebiyatını kendi dilini ve kendi kültürünü zenginleştirmek, bunu da öz Türkçe kelimeleri edebiyatımıza kazandırıp, yabancı kelimelerden mümkün olduğu kadar kaçınarak ve bizden olmayan kelimeleri kullanmamayı başarmak için kurmuştur.

Bugün bakıyoruz Avrupa, Arap, Fars dillerinden kelimeler dilimizde ve edebiyatımızda at koşturmaktadırlar. Farsça, Arapça ve Fransızca kelimeler Osmanlıdan kalan en kötü miraslardan bazılarıdır. Edebiyata  yapılan en büyük fenalık olarak, bizden olmayan kelimeler edebi eserlerin içine yabancı hayranı yazarlar tarafından yerleştirilmelerdir. Bu kelimeler, aydınlar kendilerine bir statü kazandırdıklarını düşünerek moda haline getirmiş, halkta bu modaya uyarak yalan yanlış kullanmış ve yabancı kelimeler dilimize bir yapılan en büyük kötülük olarak girmiştir.

Ve bazı atasözleri de toplumun sosyal yapısının bozulması için enjekte edilmiştir. Bazılarını aşağıda yazıyorum. Tabii ki bu atasözlerini biliyorsunuz lakin çok kullanmadığınızdan üstünde pek düşünmüyor olabilirsiniz. Lakin bilinçaltı, insanları fenalığa doğru sürükleyebilir.

Bal tutan parmağını yalar. Devletin malı deniz, yemeyen domuz. Yemeyenin malını yerler.  At binenin kılıç kuşananın, Söz gümüş ise sükut altındır. Komşuda pişer bize de düşer. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Üzümü ye bağını sorma. Köprüden geçene kadar ayıya dayı de. Atı alan Üsküdar’ı geçti.

Birde bu ülkeye kötülük de ya tarih bilmez ya da hainliğinden kafaları bulandırmak için bazı bilgin geçinen cahil cühela takımının eleştirmeğe kalktığı tarihi olaylardır. LOZAN antlaşması ile Uşi, Edirne antlaşması ve Londra protokolünü antlaşmasını bilerek birbirine karıştıran cahil bilgisiz veya hain şahıslar. Aşağıda size iki antlaşmanın ege adlarını ilgilendiren ilgili maddelerini yazacağım.

Edirne Antlaşması 12 adalarla ilgili  14 Eylül 1829 Osmanlı İmparatorluğu ile Rus İmparatorluğu arasında imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Yunanistan bağımsızlığını kazanmıştır. Yunanlıların garantörü olan Rusya, İngiltere, Fransa  Osmanlıya sormağa bile lüzum görmeden Attik ve Maora yarımadası bunlara bağlı olarak Mora ve Attik yarımadalarını etrafındaki bütün ada ve adacıklar, Ege'nin ikinci büyük adası Yunanlılara bırakılmıştı. Ve bu üç devlet Yunanistan adına 21 Temmuz1832 de bunu İstanbul'da bir protokol imzalatarak Osmanlıya kabul ettirmişlerdir.

İtalya ile  Uşi de Osmanlı imparatorluğunun yaptığı antlaşmada Bingazi ve Trablusgarp’a  özerklik verilmiş, Rodos ve çevresindeki 12 adayı (Menteşe adaları) ilerde Osmanlıya vermek üzere işgal ediyor. 3 yıl sonra Osmanlının da imzaladığı Londra paktı ile  bu adalar tamamen İtalya'nın oluyor yani egede elimizde ada mada kalmıyor.

Yani Lozan antlaşmasına kadar Ege'de kayalığımız bile yoktu. Lozan antlaşmasında Anadolu kıyılarından üç mil uzaklığa kadar içinde kalan bütün ada ve adacıklar ile Bozcaada ve Gökçeada Türkiye Cumhuriyeti hakimiyetine tekrar geçmiştir.

Yazarın Yazıları