A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 20/04/2012 00:11
  • 9.909

“Bayramı”, diyorum. Çünkü karanlık geçen yakın tarikimizde, ezan, Kur’ân, Risale-i Nurlar ve Kutlu doğum gibi birçok mukaddeslerimiz da yasaklanmıştı.

Büyük bir partinin kapatılma talepleri içindeki gerekçelerden birisi “Kutlu doğum programlarına cesaret ve teşvik” değil miydi? İşte bu nedenlerle, son yıllarda bu millet, “bu susamışlıktan sonraki, kana-kana içmenin tadını çıkarıyor” olmalı ki, Bayram COŞKUSU ile kutlamalar yapılıyor...

Malumunuz olduğu gibi, Yüce Peygamberimizin doğduğu güne MEVLÛD, o günü içine alan haftaya da KUTLU DOĞUM HAFTASI deniliyor.

 

Yüzyıllardan beri Mevlûd kandili, tüm İslâm ülkelerinde kutlanıla gelmiştir.

Bu kutlamalar, 23 yıl öncesine kadar, sadece HİCRÎ yıl hesabıyla yapılmıştı. Ancak, O yüce Peygamber Hz. Muhammed SAV’in MÎLÂDÎ doğum günü, pek hesaba katılmamıştı.

 

Diyanet İşleri Başkanlığımız ve Türk Diyanet Vakfımız, 1989 yılında bu ihmale son verdi ve Allah c.c. Resülü’nün, mîlâdî doğum günü olan 20 Nisan tarihini de “Kutlu Doğum Haftası”ilân etti. Türkiye Diyanet Vakfı, Hz. Muhammed SAV’in evrensel prensiplerini ve insanlığagetirdiği yüce değerleri, tüm insanlığa ulaştırmak amacıyla, günümüz şartlarını da dikkate alarak, bu güzel hamleyi yapmıştı. Bir asra yakın bir zaman içinde unutturulmaya çalışılan manevî değerler, artık gün ışığına çıkarılmaya başlanmış oldu.

Bu 2012 yılının ana teması da, yıllardan beri hasretle susadığımız, barış içinde ve kardeşçe yaşamak olan, KARDEŞLİK üzerine programlandı. Ne mutlu bizlere ki o karanlık günleri geride bırakarak, “neslimize aydınlık yarınlar bırakma mutluluğunu” yaşamaya başladık.

 

·        Yüce Rabbimize binlerle hamd ve şükürler olsun…

Bu girizgâhtan sonra; bu hafta milâdi doğum yıldönümünü kutladığımız Hz. Muhammed SAV ve Peygamberlik müessesesi hakkında, anlam yüklü birkaç paragraf sunacağım. Bediüzzaman Hz. İşaret-ül İcaz ve Muhakemat adlı eserlerde şöyle buyuruyor.

“Rabbimizi bize tarif eden, üç büyük küllî muarrif (öğretici, tarif ve ispat edici) var. Birisi şu kitâb-ı kâinattır ki, (Kâinatın işleyişi, tüm canlıların muntazaman deverânı, makro ve mikro âlemlerideki hikmetlerdir ki) bir nebze, şehâdetini on üç lem'a ile Arabî Nur Risâlesinden On Üçüncü Dersten işittik; birisi şu kitâb-ı kebîrin âyet-i kübrâsı olan Hâtemü'l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâmdır; biri de Kur'ân-ı Azîmüşşandır. Şimdi, şu ikinci bürhan-ı nâtıkı(konuşan ispat edici) olan Hâtemü'l-Enbiyâ (Peygamberlerin en sonuncusu ve mühür mesabesinde olan)Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımalıyız, dinlemeliyiz. 

 

Evet, o bürhanın (engin bir delilin ve ispat edicinin) şahs-ı mânevîsine bak: 
Sath-ı arz (yer yüzü) bir mescid, Mekke bir mihrab, Medîne bir minber; o bürhan-ı bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imâna İMAM, bütün insanlara hatip, bütün enbiyâya reis, bütün evliyâya seyyid, bütün enbiyâ ve evliyâdan mürekkeb(oluşan) bir halka-i zikrin serzakiri; (koro şefi) bütün enbiyâ (diğer peygamberler) hayattar kökleri, bütün evliyâ tarâvettar semereleri (evliyalar, eskimeyen ve taptaze meyveleri) bir şecere-i nurâniyedir ki, herbir dâvâsını, mu'cizâtlarına istinad eden bütün enbiyâ ve kerâmetlerine itimad eden, bütün evliyâ tasdik edip imza ediyorlar. Zîrâ, o "La İlahe İllâlah" "Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. (Saffat 35; Muhammed 19.Sure.)" der, dâvâ eder.

 

Bütün sağ ve sol, yani mâzi ve müstakbel (geçmiş ve gelecek) taraflarında saf tutan o nurânî zâkirler, aynı kelimeyi tekrar ederek, icmâ ile mânen "Sadakte ve bil hakkı Netakte" yani,"Doğru dedin ve söylediğin haktır." derler.  Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesapsız imzalarla teyid edilen (doğruluğu tasdik edilen) bir müddeâya (dava ve iddiaya)parmak karıştırsın?...

 

Bediüzzaman Hz.’ne göre asrımızda, tevhidin ispatında olduğu gibi nübüvvetin ispatında da yalnız naklî deliller kâfi değildir. Çünkü Kur'an ve hadisten ibaret olan naklî delillerin sıhhati, nübüvvetin (Peygamberlik müessesesinin) varlık ve sıhhatine bağlıdır. Şayet nübüvvet yalnız naklî delillerle ispat edilecek olursa, bir devir ve muhallik (olumsuzluk) ortaya çıkacaktır. Bu sebeple Bediüzzaman Hz., önce insanlıkta nübüvvetin (Peygamberlik müessesesinin) gerekliliği ve varlığının aklî deliller ile ispat edilmesi gerektiğini belirtmektedir.

 

Bediüzzaman Hz. aklî olarak nübüvvetin (Peygamberliğin) gerekliliği hususunda, yukarıda belirtilen görüşler dışında özetle şunları söylemektedir: “Yaratıcının hikmet ve fiillerindeki kusursuzluk, kâinatta küçük ve büyük her şeyde bir nizam bulunması, insanlığın mürşide (uyarıcıya, açıklayıcıya, tarif ediciye ve öğreticiye) olan zarurî ihtiyacı, insanlıkta nübüvvetin (Peygamberlik müessesesinin) vücudunu (var olması gereğini) kesin olarak gerektirir...”

 

·        Bir insan kabiliyetler bakımından her işe vâkıf olmadığından, diğer insanlarla işbirliği yapmaya mecbur olur ki, her bir insan yaptığı çalışmalarla diğerine yardımda bulunur ve ihtiyaçlarını karşılar.

İnsandaki 'şehvet', 'gadap' ve 'akıl' kuvveleri yaratıcı tarafından sınırlanmayıp, “sınav gereği” insanın, kendi irâdesiyle yükselmesini temin etmek için bu kuvveler başıboş bırakıldığından, insanlar arasındaki karşılıklı ilişkilerde haksızlıklar meydana gelir. Meydana gelecek bu haksızlıkları önlemek için cemaatler ve toplumlar ADALETE muhtaçtır. Fakat her ferdin aklı, adaleti anlamaktan âciz olduğundan, adaletten istifade etmeleri için küllî bir akla ihtiyaç vardır. Küllî bir akıl da, ancak kanun şeklinde olur.

 

Bu kanun da ancak, yarattıklarını en iyi bilen Allah c.c. Tarafından gönderilmiş olan şeriattır. Şeriatın tesirini, icrasını temin edecek bir makam ve sahip lazımdır ki, o da ancak Peygamberdir. Peygamberin zahirî ve bâtınî, halka olan hâkimiyetini devam ettirmek için, maddî ve manevî bir ulviyet ve imtiyaza ihtiyacı olduğu gibi, kendisini gönderen ile olan münasebetini göstermek için de bir delile ihtiyacı vardır ki, bu delil de ancak mucizelerdir. Bu bağlamda bir-iki mucize yeterli olduğu halde, Hz. Muhammed SAV 1000’den fazla mucize göstermiştir. 300’ü Risale-i Nurda var...

 

Bu nedenlerledir ki, Hz. Muhammed SAV’nin nübüvvetinden şüphe edenin, imanı ve Müslüman’lığı sahih olmaz.

·        İşte Kutlu Doğum haftalarındaki etkinlikler, çağımızın hastalığı olan “aşırı meşguliyetlerle boğulan insanlığa”, bir CAN SİMİDİ gibi çok önemlidir…

Bu hafta boyunca coşku ile kutlanmakta olan KUTLU DOĞUM HAFTASI etkinliklerini başlatan, zemin hazırlayan, teşvik eden ve katılan tüm kişi, kurum ve kuruluşlara şükranlarımızı arz ederiz. Yüce Rabbim hepinizden razı olsun… Âmin.  

Yazarın Yazıları