Sinan KAVRAKOĞLU
  • 01/01/1970 Son günceleme: 09/04/2011 00:11
  • 20.061

Kim nasıl algılarsa algılasın, doğruları yazmak ve kamuoyunu gerçek bilgiyle aydınlatmak sorumluluğunu üzerimden atamıyorum. Bazen kalemim sivrilse de asla kimseyi incitmek niyetiyle davranışlarımı planlamıyorum. Bazıları ise gazetecilik yönümü kullanarak kendime haksız mesleki çıkar sağladığımı düşünüyor. Yanılıyorlar… Yazarlık geçmişim sadece sekiz yıl. Oysaki mesleğimde yirmi yılı geçtim ve eğitimini yurt dışında aldım.

Zaten kendimi gazeteci olarak görmüyorum çünkü bu işten para falan kazanmıyorum. Yaşadığım çevreye duyarlı biri olmaya çalışıyorum. Kendini gazeteci zanneden bir takım müptezelleri ibretle izlerken gazeteci olmadığıma da çoğu kere şükrediyorum.

Zaman zaman kalemimin ayarını kaçırdığım oluyor demiştim. Bu konuda nefsime yenilip, haddimi ve kastımı aşarak hakkına girdiğim insanlar olabilir. Bu sayı çok değildir ve haklarını helal etmelerini umuyorum. Bu çerçevede aklıma ilk gelen isimler Sadık Ali Uslu ve Alaattin Köseler’i söyleyebilirim. Sadık Bey’e haklarımı helal ediyorum, umarım O da eder.

Alaattin Bey’le hukukumuz biraz daha çetrefilli: Asla kendisine iftira atıp, yalan söylemememe rağmen –en azından ben öyle sanıyorum- ayarı kaçırdığım için kendisine haksızlık yaptığımı düşünüyorum. Bundan dolayı da inşallah hakkını helal etmesini umuyorum. Ben kendisine olan haklarımı zaten helal etmiştim ve yine helal ediyorum.

İki yıldan fazla bir zaman geçti 29 Mart seçimlerinin üzerinden. Beykoz’da siyaset yeniden şekillenirken bu şekillenişte değişmeyen tek şey iktidar partisi oldu.

Bildiğiniz gibi Beykoz AK Parti Belediyeciliği’nde ikinci dönemi yaşıyor. Geçen dönemMuharrem Ergül ve bu dönemde de Yücel Çelikbilek bayrağı taşımaya gayret ediyor. Nöbet değişimi son derece sancılı ve tartışmalı geçti ve bu süreç maalesef halen devam ediyor. Belediyede yolunda gitmeyen bir şeyler var. Doku uyuşmazlığı gibi… Zira iki yılı aşkın bir sürede bu kadar iddialı projeler sunup, projeleriyle değil de yaptığı gaflarla sürekli gündemde olmak Yücel Çelikbilek gibi siyasetin kitabını hem tersten, hem düzden yazmış birisinin düşeceği bir hata değil bence.

Süreçten birçoğu gibi biz de nasibimizi aldık ama bu hiç de adaletli olmadı. Anlamsız bir bedel ödetme, anlamsız bir kıyım, çok çok çirkin bir haysiyet cellâtlığı yapıldı ve bu devam ediyor. Bu işin taşeronluğunu yapanlar ise aldıkları mavi boncuklarla kendilerine hizmet etmeye devam ediyor.

Kime karşı ve neden böylesine ağır ve yakışık almayan bir tablo oluşturuldu anlamak güç. Ancak kıyıma uğrayanların ortak paydaları AK Partili olmaları, önceki dönem belediye başkanıyla aynı dönemde görev almaları, bir de Doğu Karadenizli olmaları. Tabloyu büyük bir sabırla izleyen oldukça geniş ve etkili bir kesimin ortak görüşü ise “Ana Muhalefet partisi gelseydi ancak bu kadar olurdu” şeklinde. Sürecin bu şekilde olmasını BaşkanÇelikbilek’in istediği kuşku götürmez ancak Başkan’ı yalan, yanlış bilgiler ve doldurmalarla buna yönlendirenleri de yabana atmamak lazım.

Evet, yukarıda da bahsettiğim gibi 29 Mart seçimleri öncesi ve sonrasında iktidar partisinin kendi içerisinde de ilginç gelişmelere sahne oldu. Bu süreçte çoğunuzun bildiği gibi eşim ve dolayısıyla ben de yer aldım. Ancak hiç biriniz bunun nasıl vuku bulduğunu bilmiyor. Artık anlatma zamanı geldi:

Hiç alakamız olmamasına rağmen dönemin AK Parti Kadın Kolları’nın ısrarlı davetleriyle eşim siyasetle AK Parti Kadın Kolları’nda tanıştı. Tabi böyle bir şeye kalkışmadan önce elbette dostlarımıza danıştık ve hassasiyetlerimizi ilettik. Zaten bir tek hassasiyetimiz vardı; “sakın bizi siyasete malzeme yapmayın!” dedik. Vallahi dedik!

Seçimlere kısa bir süre kala ise yine kadın kollarının en önemli meclis üyesi adayı oldu eşim. Tabi bu adaylığı eşime mensubu olduğu “dava!” arkadaşları uygun görmüştü yine. Yani bizim gerek siyasete girme, gerekse meclis üyesi olma yönünde bir talebimiz hiç olmadı. Maalesef eşimin mükemmeliyetçi karakteri bir zaman sonra ızdırabı olmaya başladı. Zira girdiği her işe değer katan, en iyisini yapabilmek için hayatını kâbusa çevirebilen eşim maalesef siyaseti ve siyasetçileri gereğinden fazla ciddiye almış, hak ettiklerinden fazla değer vermişti. Tıpkı benim gibi…

Çok iyi anımsıyorum; malum gazete Yalıköy dolaylarındaki malum müptezel tarafından pompalanan iğrenç yalan ve iftiralarla şahsımı ve eşimi karalamak amacıyla iğrenç yayınlarına başladığında hem eşim, hem de ben ayrı ayrı Belediye Başkan Adayı Yücel Çelikbilek ve İlçe Başkanı Adem Sefer’le bire bir görüşmüş; partinin zarar görmemesi için derhal aday adaylığı dosyamızı geri çekmeye hazır olduğumuzu açık yüreklilikle ifade etmiştik. Vallahi etmiştik! Bize verilen cevap “hiçbir sorun yok. Dosyanızı geri çekmenize gerek de yok!”olmuştu.

Aynı açık yürekliliği beklemekle ne büyük hata etmişiz. O süreçte ne dava (!) arkadaşları ne alnındaki secde izine bakarak “Beykoz’a işte böyle insanlar gerek” dediği büyükleri, ne deAllah (c.c.)’den sonra emanet ettiğim ağabeyimiz Adem Sefer ve dostlarımız (!) sahip çıkmadı eşime.

Sonra neler mi oldu?

İlçe Başkanı dostum, ağabeyim Adem Sefer’den o aşağılık gazetenin İl Başkanı Aziz Babuşçu’ya gittiğini öğrendik. Babuşçu’nun İlçe başkanı Adem Sefer’i çağırıp “arazide partiyi mi anlatacaksınız yoksa bu haberi mi” şeklinde tavır koyduğunu öğrendik. Bunlardan dolayı da eşimin listeye giremediğini… -Allah’a sonsuz hamdû senalar olsun ki bu siyaset tarzının içerisinde değil. Ama bizim derdimiz zaten listeye girmek değildi ki! Bizim derdimiz dostlarımızın ve ağabey dediğimiz iki önemli insanın bize sahip çıkmayıp üç beş şerefsiz çapsıza bizi malzeme etmesi ve bunları kullanıp bizim şeref ve haysiyetimizle oynanmasına yol açmaları, bu adiliğe göz yummalarıydı!-

Bunların üzerine eşim Aziz Babuşçu’ya bir mesaj göndererek “siz bana atılan iftiralara iltifat ederek bu parti için bu kadar mücadele etmiş olan bana böyle bir haksızlığı reva gördünüz. Bunun için size hakkımı helal etmiyorum Başkanım” şeklinde bir mesaj gönderdi. Aziz Bey “bu iş helallik işi mutlaka görüşmeliyim” diyerek eşimle bizzat görüştü. Olayları başından itibaren anlatan eşime Babuşçu’nun cevabı şu olmuştu; “vallahi ne o gazeteden haberim var, ne senden, ne de anlattıkların hakkında en küçük bir bilgim var kızım.  Anlaşılan ilçe teşkilatınız listeye almadığı isimlere açıklama yapmak yerine sorumluluğu benim üzerime atıyor.”

Evet, Yücel Başkan’a ne yaptığımızı bilmiyorduk ama bize bir şeylerin bedelini ödettiği çok açıktı! Ağabey yerine koyup “sıkıntı varsa hemen dosyamızı geri çekelim” diyecek kadar açık yürekli olmamıza rağmen bize bu bedelleri ödetmesi, bizi o şerefsiz alçaklara malzeme etmesi… Vallahi bunu halen hazmedemiyorum. Kendi kendime “bu kadar yanılmış olamam”diyorum ve halen “göremediğim bir şey mi var acaba?” diyerek kendimi sorgulamaya devam ediyorum. Ve bu durum iki yıldır içimi kemiriyor, beni hasta ediyor! Bir de o alçaklarla bu kadar yakın ilişki içerisinde olması yok mu? Anlayamıyorum. Artık anlamak da istemiyorum. Allah Teâlâ sorsun! 

Evet, o haberlerle neler öğrendik? Beykoz Belediyesi’nin seksen trilyonluk borcundaki en önemli payın bize ait olduğunu öğrendim. Eşimin meclis üyesi sıfatıyla –ki hiçbir zaman meclis üyesi olmadı- komisyonlarda aldığı görevlerle bana ihaleler pasladığını öğrendim. Gazeteciliği şantaj aracı olarak kullanarak baskıyla iş bağladığımı öğrendim. Ve maalesef tüm bu iğrenç iftiralar ortalıkta dolaşırken ne Belediye Başkan Adayı Yücel Çelikbilek, ne İlçe Başkanı Adem Sefer, ne de Dost Beykoz’un çimentosunu oluşturan “dostlarımız!”(Muharrem Kaşıtoğlu ve Mustafa Öztürk dışında ki Allah onlardan razı olsun) bu konuda çıkıp tek kelime etmediler. Bize sahip çıkmak yerine iftiralara sahip çıktılar. Daha göreve gelmeden önce Yücel Çelikbilek’i bizimle ilgili dolduranlara engel olmadılar –hoş bu durum Yücel Bey’in de işine gelmiş olmalı-. Ve benim eşim sırf alnında taşıdığı secde izinden dolayı gece gündüz demeden, ev ev, kapı kapı dolaşarak Başkan Çelikbilek’e destek istedi. O’nun adına insanlara söz verdi. O’nu insanlara, kitlelere anlatarak seçimi kazanmasında birçok partili gibi önemli rol üstlendi. Ve maalesef kere maalesef Yücel Bey hiçbir zaman bir lider, bir ağabey olarak bizi insan yerine koyup karşısına alıp bir tek kelime etmedi.

O süreçte çok zor günler geçirdik. Bütün huzurumuz, tadımız kaçtı. Uzunca bir süre eşim hayata küstü. Çok gözyaşları döktük, çok üzüldük. Kendimize hep şu cevapsız soruyu sorduk: Neden?

Seçimlere üç hafta kala AK Parti İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun eşime “kızım şimdi küsmek zamanı değil. CHP ile aramızda iki puan var ve senin gibi insanlara ihtiyacımız var. Pes etmeyeceksin ve bundan sonra en ufak bir sorununda randevu bile almadan direkt bana geleceksin. Sana bu haksızlıkları reva görenlerden de tek tek özür dileteceğim.” sözlerinden sonra eşim 125 ev toplantısı düzenledi gecesini gündüzüne katarak. Ve sonra da “başladığım işi bitirdim” diyerek bütün görevlerinden istifa ederek siyaset sayfasını bir daha asla açmamak üzere kapattı. Bu arada Aziz Bey’den de bir daha ses çıkmadı. İki puanlık fark biraz daha açılınca rahatlamış olmalı…

Yakın dostlarımız tarafından yapılan ısrarlı davetler sonunda girdiğimiz bize son derece yabancı olan bir dünyadan, yine o dostlarımızın ihanetiyle dışarı atılmıştık. En acısı ise üç beş şerefsiz alçağın namussuzca, kahpece yürüttüğü iftira kampanyasını bahane ederek bunu yapmaları olmuştu.

Yazımın başında Alaattin Köseler’den bahsetmiş ve Yücel Bey’le girdiği yarışta yaşadıklarımıza değinmiştim. Alaattin Bey’e hakkımı helal ettim zira apayrı dünyaları yaşadığımız için O’ndan farklı bir davranış beklemem eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Kaldı ki ne alnında secde izi taşıyordu, ne de tüm yaşamı İslam’a endeksliydi. Bu yüzden yazımın başlığında “Köseler’in yanlışı” ifadelerine yer verdim Bu yüzden kendisine olan epeyce haklarımı büyük bir gönül rahatlığıyla helal ettim. Yazdığım yazılardan dolayı kendisini kırdıysam özür dilerim. O’ndan da hakkını helal etmesini umuyorum. Zira Yücel Bey’e açık destek verdik ve kalemimi bu yolda kullanırken korkarım haddi aştım. Gerçekten çok çok üzgünüm.

“Çelikbilek’in doğrusu”dedim. Zira Yücel Çelikbilek’in bizdeki imajı doğru sözlü, vefalı, nazik, değer bilir, sözünü tutan, ilkeli, inançlı ve mütevazı bir insan olduğu şeklindeydi Şimdi sizlere soruyorum değerli okurlarım, hangisinin yaptığı hata sizi daha çok incitir?

Bu kadar uzatmamın iki sebebi var; birincisi iki yılı aşkın bir zamandır yüreğimi kemiren bu berbat duygudan kurtulmak umudu. İkincisi ise bana halen bedel ödetmek derdinde olan (bundan Yücel Bey’in haberinin olmadığından eminim) eski dostlar ve onların yeni dostlarına şunu söylemek istiyorum; “siz benim kalemimi kırmaya çalıştığınızı falan zannediyorsunuz ya dostlar (!). Ben kendi kalemimi çoktan kırdım. Elinizi korkak alıştırmayın.”

Eğer bu yazım Yücel Bey’i incitirse kendisinden hakkını helal etmesini umuyorum. Asla kendisini incitmek gibi bir amacım yoktu.

Hazreti Peygamber mübarek elleri ile Kâbe'yi göstererek; “Ey Kâbe, sen Allah’ın evisin. Sen mübareksin. Fakat bir Müslüman, bir mü'minin kalbini kırsa yetmiş defa seni yıkmaktan daha büyük günaha girer” buyurmuştu…  Ne güzel buyurmuş Efendiciğim.

Eşim şimdi gece gündüz onlara aynen şöyle dua ediyor; “Allah’ım bize bu haksızlıkları, bu ihanetleri reva görenlere bu dünyada istedikleri her şeyi ver lütfen. Öyle ki daha yukarılara çıksınlar ve üzerinde yükseldikleri kalbi kırık yığınları göremeyip unutsunlar. Yaptıkları ihanetleri, kırdıkları gönülleri, yıktıkları hayatları akıllarına bile getirmesinler. İnşallah senin o muazzam ilahi huzurunda bütün bu yaptıklarını onlara bizzat sen hatırlat yarabbi”.

Bize de âmin demek düşüyor…

Âmin…

Bu, bu konuda yazdığım son yazımdır.

Vesselam.

Yazarın Yazıları