Asım ÖZDEMİR
  • 25/04/2020 Son günceleme: 25/04/2020 17:25
  • 6.865

Dünyayı ve Ülkemizi etkisi altına alarak hepimizin sağlığını tehdit eden, yaşam biçimimizi biraz zorunluluktan ama daha çok ölüm korkusundan adeta yeniden düzenleyen, örf ve adetlerimizi askıya almamıza, kırk yıllık alışkanlıklarımızdan vazgeçmeye bizi zorlayan ve korkarım ki bunu da bu günlerde başarmış olan ölümcül Korona virüsüyle başımız dertte.

Özellikle de evde oturmayı pek sevmeyen 20 Yaş altını, 65 yaş üstünü ve hafta sonları uygulanan sokağa çıkma yasakları ile bizleri derinden yaralayan virüsün karantina koşullarının ne zaman biteceği, o hep şikâyet ettiğimiz şehrin karmaşası, gürültüsü, trafik yoğunluğuna tekrar kavuşacağımız günleri özler olduk.

Karantina günleri bir ev içerisinde aynı odalar, aynı mobilyalar ve sürekli olarak aynı şeyler ile bir süre sonra hayat enerjimizi tüketerek motivasyonumuzu düşürebiliyor. Öyleyse bizler de bu yaşadığımız süreci daha olumlu bir yönden ele alıp yeni hayatımıza enerjik bir şekilde devam edebilmeyi başarmalıyız.

Korona’nın şekillendirdiği yeni yaşam biçimimizi, sürekli olarak ev dışında koşuşturmaktan bir türlü fırsat bulamadığımız birçok ev işini ve uzun süredir yapmak için zaman kolladığımız bazı hobilerimizi gerçekleştirmemize de olanak tanımadı mı sizce?

Bu sıkıcı süreci korku ve kaygıyla geçirmektense, hayata daha farklı bir açıdan bakabiliriz. Hatta bazı çok önemli dersler bile çıkarabiliriz. Her gün sabahın erken saatinde yoğun iş temposunun yarattığı stresli, yorucu günlerden uzak kalabilmek hep arzu ettiğimiz bir yaşam değil miydi?  İşte bu dolu dolu günleri ekonomik sorunlarımız da olmasaydı kaygımız olmazdı sanırım. Bu süreyi belirleme gibi bir şansımızın olmaması ile Karantina günlerinin uzamasıyla sinir katsayımız artacak, öfke patlamaları yaşayacağız, kendimizi çaresiz hissettiğimiz anlar da olacak ama yaşam bizlere “her şerden bir hayır üretmeyi” öğretmedi mi? İşte bunu gerçekleştirebilmek için bundan daha iyi bir fırsat olur mu? O halde günlerimizi evde daha verimli ve mutlu geçirmeye çalışalım ve spor yapmayıda unutmayalım.

Evde uzun zamandır el atmadığımız kütüphanemizi yeniden düzenlemek, dolap içlerini elden geçirerek, yıllardır giymediğimiz, giyemediğimiz eski giysilerimle vedalaşmak, uzun zamandır iş yoğunluğundan ara verdiğimiz kitap okuma eylemlerimizi tekrardan hayata geçirmek, gene zaman yokluğundan seyretmediğimiz filmleri ve dizileri izlemek ve özellikle de ekmek ve yemek yapımında uzmanlaşmak, ufak tefek dokunuşlarla evi yeniden elden geçirmek bu arada hasarlı ev eşyalarını onarmak, biriken evrakı dosyalamak, albüm ve fotoğrafları yeniden düzenlemek vs gibi işleri yapabilmenin tam zamanı.

Dünyada olduğu gibi Ülkemizde ve İstanbul’da tüm Profesyonel ve amatör liglerin ne zaman başlayacağının bilinmemesi, maçların oynanacağı tarihlerin belirsizliğini koruması, tüm kulüplerimizin sezon planlamalarının dışına çıkarak ne yapacaklarını bilemez halde maddi ve manevi olarak çok zor durumlara düşmelerine neden olmuştur.

Bu durumda eski planlamaların rafa kaldırılarak gelecek ve yeni sezon hazırlıklarını yapabilmek için, istek, dilek ve beklentilerinin yeniden belirlenerek ilgili ve yetkili makamlara bildirilmesi zorunlu hale gelmiştir. Tabi bunun için öncelikli olarak maddi yönden bazı takviyelere Devlet desteğine her zamankinden fazla gereksinim duyulacaktır. Devletimizin bu konuyu da dikkate alarak ilgili Federasyonlar aracılığıyla gereken destek ve takviyeleri yapmasını beklemek de bizim hakkımız olsa gerek. Yerel Yönetimlerin de bu konuda elini taşın altına sokmalıdır diye düşünüyorum.

Bu virüs yüzünden, amatör branşlardan ziyade profesyonel branşlar daha çok etkilenecek. Belki de yeni bir planlamayla amatör branşlara daha ağırlık verilecek gibi geliyor bana. Spor kamuoyumuzda oluşan travmayı, yaşanan zor günleri aşmanın başka da yolu yok gibi görünüyor. Bizler, STK ile üzerimize düşen çalışmaları her zaman olduğundan daha fazla olarak yerine getirmeye çalışacağız.

Yazımıza bir anekdotla son verelim.

SEVİNMIŞ OLARAK GELESİN

Trabzon’da bir köyün İmamı bir kaç günlüğüne İstanbul’ a gitmek ister. İmam yol hali deyip gitmeden de eş dosttan tek tek helallik alır. Tam ayrılacağı sırada köy kahvehanesinin kapısında herkesten ayrı bir yerde oturan köyün delisini (velisini!) görür. İmam ayrılırken gözü ona takılır. İçinden, herkesle vedalaştım acaba şu deliye de söylesem mi diye düşünürken, hiç gerek yok şimdi ters bir şey söyler diye vazgeçer gibi olsa da sonra ani bir kararla döner ve deliye İstanbul’a gidiyorum Allahaısmarladık der. Deli de hiç kafasını kaldırmadan “SEVİNMİŞ OLARAK GELESİN” der. İmam bu lafı duyduktan sonra müthiş bir rahatlama ve huzur hisseder.

İmam yola çıkar İstanbul’a varır. İmamın yolculuğu, İstanbul’da kaldığı sürece tüm işleri ve ziyaretleri çok olumlu geçer. Aynı zamanda da dönüş yolculuğu da bir o kadar kolay olur.

İman, Deliden duyduğu o sevinmiş olarak gelesin sözünün gücünü hiç bir zaman unutmaz.

İnsanları bulunduğu konum ve dış görünüşe göre değerlendirmenin ne kadar yanlış ve hatalı bir davranış olduğunu tecrübe etmiştir. (Yazar Mehmet Yaylı’nın Medcezir kitabından alıntı)

Yazarın Yazıları