“Az sözle, çok şey anlatır atasözlerimiz. Meselâ “Kimine sivrisinek saz, kimine davul zurna az” atasözümüz bizlere, dünyadaki kişi sayısınca idrak ve anlayış farklılıkları olduğunu anlatır.
”
Bazılarına bir konuyu saatlerce anlatsanız, o kişinin idraki kapalıysa, yani ya şartlanmış veya o konuyu anlamak hiç işine gelmiyorsa, başarılı olamazsınız.
Bazılarına ise bir dokunuş, bir işaret veya birkaç cümle bile çok şey ifade eder. Tabii ki o konuda idraki açık, anlamaya müsait veya geçmişe bağlı bir beklentisi de varsa…
Söz buraya gelmişken, bu atasözünün “sivrisinek saz” bölümünü tam manasıyla hatırlatan bir fıkrayı arz etmek istiyorum:
Adamın biri emekli olunca, taksicilik yapmaya karar verir.
Bir taksi durağı ile anlaşır ve ilk işine çıkar. Arka koltuğa aldığı yolcu, kendisine inmek istediğini söylemek için, eliyle sağ omuzuna dokununca, şoför öyle panikler ki, direksiyon hâkimiyetini kaybeder.
Tam bir dükkânın vitrinine dalacakken durabilir.
Hırslı ve sinirli bir şekilde geriye dönerek; “..sakın hâ! Bir daha bana böyle bir şey yapmayasın! Çok daha kötü şeyler olabilir!” deyince müşteri de şaşkın bir vaziyette sorar:
-Sadece omuzunuza bir dokunmakla, niçin bu kadar korktunuz ki?
-Kardeşim, taksicilikte bugün benim ilk günüm ve sen de ilk müşterimsin. Ben tam 26 sene cenaze arabası şoförlüğü yaptıktan sonra emekli olmuştum!
Demek ki adam kendisini hâlâ 26 sene alıştığı cenaze arabasında zannettiği için, “yâ şimdi arkadaki ölü kalkıp bana bir şey yaparsa” diye endişe taşıyormuş ki, bir dokunuş bile paniklemeye ve vücut kimyasını bozmaya yetivermiş.
Diğer yandan da öyleleri de var ki; idraki ve anlayışı her şeye kapalı.
Hani meşhur bir Osmanlı atasözü var; “Kellim, kellim lâ yenfâ” yani; KONUŞ, KONUŞ, FAYDASIZ!”
“Kâinatı, dünyayı, bütün hayvanları, bitkileri, meyveleri, çiçekleri, seni ve evlâtlarını yaratan var” diyorsunuz, “hani nerede? Ben görmediğim şeye inanmam!” Diyor. Oysa aynı kişiye “Corona var” denildiği için, coronayı hiç görmediği halde maske takmış, okula gidemiyor, maça gidemiyor, restorana vs. gidemiyor.
Adam hâlâ; görülmediği halde, bazı varlıkların icraatlarıyla ‘görülüyormuş gibi ilmen bilineceğini’ idrak edemiyor.
Yani anlamak, böylelerin işine gelmediği için, anlamamış gibi davranıyor…
“Haşir var, Mahkeme-i Kübra var, Ahiret var, Cennet-Cehennem var” diyorsunuz, “gidip te kim gelmiş?” diyor. Miraç olayını anlatıyorsunuz, anlamamak için bahaneler arıyor. Yani yukarıdaki konu başlığı atasözünün ikinci yarısı olan “.. …kimine davul zurna az” kısmını, sanki fiilen yaşayarak ispat ediyor.
Hâlbuki, o “AKIL” ve “ÖMÜR”, kendisine bu konuları idrak ve anlamak için verilmişti.
Oysa Yüce Rabbimiz bizlere, daha dünyadayken, Cehennemi hak edip, kendimize zulmetmeyelim diye; onlarca ayetlerle o gelecek günleri bile haber veriyor.
Sadece bir örnek, Fâtır süresi 37. Ayet:
Onlar orada (Cehennemde) imdat istemek için şöyle feryat ederler: “Ey Ulu Rabbimiz! Ne olur, çıkar bizi buradan! Dünya’ya geri gönder de, daha önce yaptıklarımızdan başka, güzel ve makbul işler yapalım!” Allah onlara şöyle buyurur: “Biz, size, düşünüp ibret alacak kadar, gerçeği görecek kimsenin düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size Peygamber de gelip uyarmıştı. (değil mi?) Öyleyse tadın azabı! Zalimlerin (kendilerine zulmedenlerin) hiç bir yardımcısı yoktur!”
Er veya geç Ahirete sevk edildiğimiz zaman, hiç kimsenin bu acı akıbete düşmemeleri (veya düşmememiz) için, kısaca arz etmeye çalıştım.
Öyle ya; “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az”… Vesselâm.
Yüce Allah Mülk suresinde uyarıyor!
﴾6﴿ Rablerini inkâr edenlere cehennem azabı vardır. Orası ne kötü bir varış yeri!
﴾7﴿ Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.
﴾8﴿ Cehennem neredeyse öfkesinden çatlayacak! Oraya her bir grup atıldıkça, muhafızları onlara, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorarlar.
﴾9﴿ Şöyle cevap verirler: “Evet, doğrusu bize bir uyarıcı (peygamber) gelmişti; fakat biz onu yalancılıkla itham etmiş ve ‘Allah hiçbir şey göndermemiştir; siz gerçekten büyük bir sapkınlık içindesiniz!’ demiştik.”
﴾10﴿ “Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şimdi şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!” diye de ilâve ederler.
﴾11﴿ Böylece günahlarını itiraf etmiş olurlar. O alevli ateşin mahkûmları artık rahmetten mahrumdurlar.
“Yüce Allah hepimize idrak etmeyi nasip etsin”
Mevlâna'nın meşhur sözü aklıma geldi bu yazınızla: "Ne kadar anlatırsan anlat, söylersen söyle, anlattıkların, karşındakinin anlayabildiği kadardır". Öyle bir zamana geldik ki, artık İBRET almıyor, Ders almıyoruz, Nasihat tesir etmiyor… Çünki, Kibrimiz, enemiz, enaniyetimiz, EGOMUZ, o kadar şişti, o kadar kabardı ki, "ben herşeyi biliyorum, nasihata, öğüte, derse, tecrübeye ihtiyacım yok" havasındayız. Aklımızı, başkalarından öğüt almaya KAPATTIK! Buna benzer bir hale düştük… Çocuklarımıza da tesir ediyor bu halimiz… Onlar da artık bizleri dinlemez oluyorlar… Eskiden büyüklerimiz bize BİR MUSİBET, BİN NASİHATTAN İYİDİR atasözünü öğrettiler. Başımıza gelmeden, tedbir almayı öğrettiler, sonunda tevekkül etmeyi öğrettiler. Şimdilerde ise, artık illaki BAŞIMIZA NE GELECEKSE GELSİN der gibi enaniyet kokan hallerdeyiz… Artık, nasihat, tecrübe tesir etmiyorsa "o zaman yaşa da gör" der gibi olduk, "başına gelsin de gör" "o musibeti çek" der gibi belaları üzerimize paratoner gibi çekmek için her türlü haltı işler olduk… Allah sonumuzu hayırlı eylesin…, Amin.
Allah CC Razı olsun.