A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 25/06/2012 00:11
  • 14.168

“Beykoz’un Konuşan Duvarları ve Kim bu ressam” başlıklı bir yazı okudum.

Bu köşe yazısında özetle, “..Beykoz belediyesinin, halkının göz zevklerine varıncaya kadar, bir çok güzellikleri düşündüğü ve en güzel bir şekilde uygulayarak hizmetler verdiği”vurgulanıyor. “..Ana caddelerin kenarındaki duvarların donuk ve ASIK SURAT bir halde kalmaktan kurtarıldığı”övgülerle anlatılıyordu. Ayrıca, “KİM BU RESSAM?” diye sorarak, o resimleri yapan ressamlara da övgüler sıralanarak, tanıtılıyordu...

Evet, gerçekten de takdire şâyân bir hizmet. Ben de takdir ediyorum ve hem belediye hizmetlilerine, hem de (belli bir ücret karşılığında dahi olsa) o ressamlara, 50 yıllık bir Beykoz’lu olarak şükranlarımı arz ediyorum…

 

Bu güzel gelişmeler bana çok-çok daha önemli faaliyetleri, çok daha önemli hizmetleri ve çok çok daha önemli bir Ressamlar Ressamını hatırlattı.

Bu hatırladığım faaliyetler, sadece Beykoz’umuzda değil, tüm İstanbul’da da değil, gelip-geçebileceğimiz her yerde, en güzel biçim, renk ve şekillerde, herkesin göz zevklerine en uygun biçimlerde, üstelik de her gün değiştirilerek ve hem de ücretsiz olarak sergileniyor.

Üstelik de bizler, her gün değiştirilen bu manzaraların RESSAMINI, “..kim bu ressam” diyepek merak bile etmiyoruz. Merak eden ve takdir edenlerin sayısı, belki de %5 bile değildir.

·        İşte bu ilgisizliğimiz nedeniyle; “Acaba, haksızlık etmiyor muyuz?” düşüncesiyle, bu yazıyı kaleme aldım.

 

Evet, saygıdeğer dostlarım. Ne demek istediğimi çoğunuz anladınız, fakat ben yine de muhabbet ve tefekkür olsun diye arz edeyim.

Şu yazıyı yazdığım odamın penceresinden baktığımda, her gün farklı ve birbirinden güzel manzaralarla karşılaşıyorum. Bu tabloya TABİAT diyorlar ve çok az sayıda nasipsiz, kendi kendine oluştuğunu zannediyorlar. Oysa tabiat da yukarıdaki resimler gibi bir san’attır, asla Sânî (yani, sanatkârca yaratan) olamaz! Fiildir, asla fâil olamaz!...

Evet, Güneşin doğuşu bile bazen camiimizin iki minaresi arasından, bazen minarelerden bir hayli uzak sağ ve sol cenahlardan, bazen dağların arasından, bazen de Göksu evlerinin üzerinden doğuyor. Yani ölçülü ve dakik bir şekilde, kusursuzca sevk ediliyor…

Bu tablo şeklindeki manzaram, bazen bulutlu, bazen Güneşli, bazen karanlık, bazen yağmurlu, bazen kar ve dolu manzaralı, bazen sararmış yapraklı ağaçlar, bazen fırtınalı, bazen rengârenk çiçekli ve meyveli ağaçlar, bazen çeşitli kelebeklerin, kuş sürülerinin oynaşmalarıyla, bazen de martıların haykırışlarıyla, bu manzara her gün değiştiriliyor.

Dikkatimi çok çeken bu değişik manzaraların resimlerini çekmeyi denedim. İnanınız ki aynı penceremden çektiğim ilginç resimlerden, sadece seçilmişlerinin sayısı, bir sene içinde 300’ü geçti ve albüm yapıp dosyaladım.

·        Peki, sadece benim tek bir penceremdeki bu tabloyu, bu manzarayı her gün ve her saat değiştiren O RESSAM KİM?... Üstelik bu güzellik için, hiçbir ücret de ödemiyorum…

..Ve diğer beldelerdeki, göl, nehir, şelâle, dağ, bayır, çöl, ova, vâdi veya deniz manzaralı tabloları, bizlerin göz zevklerimize en uygun biçimde sergileyen RESSAM KİM?...

Bıkmayalım diye, senenin 365 gününde bu manzaraları her zaman değiştiren, ayrıca bu manzaralara en önemli ihtiyacımız olan oksijeni de ürettiren, 400 000 çeşit meyveleri yükleyen, çiçeklerle, kuşlarla, kelebeklerle v.s. süsleyen bu cömert RESSAM KİM?...

Acaba bizlere bu ihtimamı, cömertçe niçin sergiliyor? Bizlere niçin çok önem veriyor? Etoburlara (birkaç cins et) ve ot oburlara (ot, saman, yaprak v.s. gibi) takdir ettiği birkaç çeşitle doyururken, bizlerinde beslenmemiz ve yaşamamız için bu birkaç çeşit gıda yeterliyken, 400 000 küsur çeşit meyve, sebze, et, süt, yumurta, envâ-i çeşit tatlılar, acılar, ekşiler gibi, binlerce nimetleri, acaba bizlere niçin ikram ediyor? Mutlaka bir sebebi olmalı, değil mi?...

·        Bir insan olarak, bu çok önemli sorunun cevabını arayalım ve kendimizde bulalım:

Bizlere sıradan misafir geldiğinde 3-5 çeşit ikram ile karşılarken, çok-çok sevdiğimiz ve çok değer verdiğimiz bir misafir geldiğinde ise o misafire önem verdiğimiz nispette ikram çeşitlerini arttırıyoruz, değil mi?

İşte şu Kâinatın yegâne sahibinin, biz misafirlerine ne kadar çok değer verdiğini ve bizleri ne kadar çok sevdiğini, artık anlamamız lazım. Sevgiye karşı sevgiyle, İKRAMLARA karşı da şükranla ve muhabbetle mukabele etmemiz gerekmez mi?...

·        Öyle ya, kendisini zehirleyecek olan bir sigara ikramına karşı bile teşekkür eden insan, böylesine bol ikramların karşısında, takdir, sevgi ve minnetle her gün SECDE etmesi gerekmiyor mu?...

Evet, bizlere karşılıksız olarak bahşedilen milyonlarca nimetlere karşı, Yüce Yaratıcı bizlerden sadece, O’nu c.c. tanımamızı ve sadece O’na secde etmemizi istiyor.

Zariyat suresi, 56. Âyet: “Ben cinleri ve insanları, sırf Beni tanıyıp, sadece Bana ibadet etsinler diye yarattım…”

 

Acaba, sadece GÖZ (yani görme) nimetimizi kaybetsek, tekrar görebilmemiz için bize yapılan“ömür boyu kul-köle olma” teklifini bile kabul etmez miyiz?...

Burada, ünlü bir iş adamı olan rahmetli Sakıp Sabancı’nın bir televizyon programındaki ağlamaklı bir şeklide yaptığı yakarışı hatırlayalım. Spiker soruyor:

“-..Efendim, o 24 yaşındaki oğlunuzu tedavi ettirebilmek için ABD ve bir çok gelişmiş ülkelere götürdünüz. Hiç mi düzelme olmadı? Ve bu konuda neler düşünüyorsunuz?”

Verdiği o cevap, gerçekten ibret dolu ve çok çok ilginçti:

“-Bakınız buradan ilân ediyorum. Benim oğluma, sadece “..baba, bana bir araba al”dedirten bir doktor çıksın, o doktora Toyota fabrikamı hediye edeceğim. Hele hele, diğer çocuklar gibi sağlıklı hale getiren bir doktor çıksın, ona ise bütün servetimi bağışlarım ve ben simit satarak, hayata yeniden başlarım…” diyordu. İşte, insanoğlu bu kadar âcizdir…

 

·        Acaba bizler, her birimize bahşedilmiş olan sağlıklı yavrularımız için, O yüce Kudreti ne kadar takdir ediyoruz? Ya saymaya bile âciz kaldığımız diğer bütün nimetler için, O Kerîm olan yüce Yaratıcıya nasıl teşekkürler etmeliyiz?...

·        Yüce Rabbimizin, A’raf Suresi, 10. Âyette bizlere “..Ne kadar da AZ ŞÜKREDİYORSUNUZ!...” buyurması, bizlere bir şeyler anlatmıyor mu?...

·        Gerek dünyadayken günde 5 kez, veya er-geç davet edileceğimiz Mahkeme-i Kübra’da, HUZÛRA ÇIMADAN önce bunları düşünmemiz gerekmiyor mu?...

Aslında, her insanın en önemli derdi, bunları düşünmek ve halletmek olmalı değil midir?…

Yazarın Yazıları