Ekrem VANLI
  • 28/10/2015 Son günceleme: 28/10/2015 15:20
  • 6.975

Kibir; bir insanın servet, makam, ilim, ibadet, soy, güzellik ve kuvvet gibi her hangi bir meziyetinden dolayı  kendini başkasından üstün görme hastalığıdır. 

Kibrin sebebi, cehalet ve muhakeme noksanlığıdır. Halık-ı Azim’in kudret ve azametini düşünen ve bilen bir insan, hiç  kibir ve gurur tehlikesine düşer mi?

Akl-ı selim sahibi bir insan hayal ve vehimden ibaret olan kibrin ne kadar  manasız olduğunu anlar. Eğer kişiyi gurur ve kibre sevk eden, onun ceddinin ve neslinin şeref ve fazileti ise bu kendisine bir şeref kazandırmaz.  Soyu ile övünmek ahmaklıktır. Kabil, Hazret-i Âdem’in oğlu idi, ancak babasının Peygamber olması, onu küfürden kurtarmadı.  Nuh (a.s)’un oğlu da babasının peygamberliğini kabul etmeyerek ebedi felakete sürüklendi. Bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Atalarınız ile övünmeyi terk edin.”

Eğer insan kendinde var olan kudret, servet ve marifetten dolayı gurur ve kibre giriyorsa, bu da pek manasızdır ve büyük bir  cehalettir. Zira, bir insan fil kadar kuvvetli ve kaplan gibi cesaret ve yürekli olamaz. Sonsuz kudret sahibi olan ve kendisindeki bu nimetleri ona ihsan eden Cenab-ı Hakk’a karşı böyle bir harekette bulunmak büyük bir felakettir. İnsan ne kadar kuvvet ve iktidar sahibi olursa olsun, bunların bir gün mutlaka elinden çıkacağını düşünse kesinlikle gurur ve kibre düşmez.  

Akıllı insan kendisinde bulunan maddi ve manevi nimetlerin Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve keremi olduğunu bilmeli, bir anda yazı kışa, kışı yaza çeviren Allah’ın bu  nimetleri elinden her an alabileceğini unutmamalıdır ki, gurur ve kibre düşmesin. İnsan bütün bu nimetleri Allah’ın ikramı olarak görür ve şükür ile mukabele ederse bu hastalığa düşmez.

Nereden geldiğini ve nasıl yaratıldığını bilen, mahiyetinde nihayetsiz acz (zayıf), fakr (muhtaç) ve nakşın (noksan) bulunduğunu, cisminin taştan ve demirden olmayıp, her an yıkılmaya mahkum  et ve kemikten yaratıldığını idrak eden bir insan nasıl gurur ve kibre düşebilir.  Nitekim bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Dehrin (zamanın) akışı içinde öyle zaman geçti ki, o dönemde insanın adı dahi anılmazdı. Biz insanı katışık bir meniden yarattık. Onu imtihan ediyoruz. Bu sebeple kendisini işiten ve gören bir varlık olarak yarattık.” (İnsan Suresi, ayet, 1-2.)

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şerifinde şu beş şeye hayret ettiğini ifade buyurur:

“Hayret bütün  hayret onadır ki, Allah’ın yaratmalarını  görüp dururken, Allah’a ortak koşar.

İlk yaratılışı görür de, ikinci yaratılışı inkar eder. Her gün her gece ölüp dirilip dururken; öldükten sonra dirilmeyi inkar eder.   Cennete ve cenneti verene iman eder de yine dar’ü-l ğurur  (aldanma dünyası)  için çalışır. Evvelinin bulanık bir nutfe, ahirinin mülevves bir ciyfe olduğunu bilir de yine tekebbür ve tefahur eder.”

Hazret-i Ebu Bekir (r.a) şöyle buyuruyor : “Kibirden sakının. Topraktan yaratılıp, yine toprağa dönecek olan bir varlığın kibirlenmesi, bugün var, yarın yok olan bir varlığın kendini beğenmesi ne kadar anlamsızdır.”

Evveli bir damla su olan ve sonunda da kabirde böceklere yem olacak bir kişinin kibir ve gurura düşmesi ne acip ve gülünç bir haldır.  Doğru sözü ve haklı tenkitleri kabul etmeyip münakaşa etmek, kusurunu bildirenlere teşekkür etmemek, insanlarla alay ve istihza etmek gibi haller kibir alametidir. Servetiyle, makam ve mevkisiyle veya ilmiyle kibirlenenlere Allah merhamet nazarıyla bakmaz.

Eğer kişi, gençliğinden ve hüsn-ü cemalinden dolayı gurur ve kibre düşüyorsa bilmelidir ki, bu gençlik ve güzellik kısa bir zaman sonra elinden çıkar, yüzü kırışır, saçı ağarır ve beli bükülür. Gençliğinden ve güzelliğinden bir eser kalmaz. ( Mehmed KIRKINCI )

Eğer kişi ilim ve faziletinden dolayı kibre giriyorsa, bilmelidir ki, o ilim de Cenab-ı Hakk’ın bir ihsanıdır. Kibir ile ilim bir arada bulunmaz, bunların bir kişide cem  olmasına taaccüp edilir. İmam-ı Gazali Hazretleri ilminden dolayı gururlanan kişiler için şöyle der; “Böyle bir kimse ilme vakıf olmadığından ve cehlini ilan etmiş olacağından ona teessüf olunur. İlim silah gibidir. İlim, kibirlinin kibrini izale eder, tevazu ise, ehlinin itibarını ve derecesini artırır. İlmi ile kibirlenmek, büyük bir felakettir.” Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:  “Âlimin afeti, kendini büyük görmesidir.” 

Mahsul, ovadaki sulu ve yumuşak toprakta yetişir. Dağda ve sert toprakta mahsul yetişmez. Aynı şekilde hikmet de, mütevazı olanın kalbinde yerleşir, kibirlinin gönlünde  yerleşmez. 

Bir insanın gurur ve kibir hastalığından kurtulmasının bir çaresi de hüsn-ü zan sahibi olmasıdır. Hüsn-ü zan bir kimse hakkında iyi niyetli olma halidir. İnsanlar hakkında hüsn-ü zanda bulunmak  sünnettir. Hüsn-ü zan muhabbetin en büyük vesilesi olduğu gibi, kişinin kibir ve gurudan kurtulmasının da çaresidir. Çünkü insan kendi hatalarını ve günahlarını çok iyi bildiği halde, karşıdaki insanın işlediği günahlarından tam manasıyla emin değildir.

Yazarın Yazıları