Av. Ferda KAZANCIBAŞI
  • 01/01/1970 Son günceleme: 01/03/2012 23:11
  • 16.424

Dost Beykoz'un 2012 Ocak sayında yayınlanan “Dil Birliği” başlıklı yazıma getirdikleri yorumları sebebiyle Sayın Muharrem Kaşıtoğlu ile Sayın Nizamettin Bilir’e teşekkür ediyorum.

           Ayriyeten Nizamettin Bilir adındaki okurumuzun “Dil Birliği” başlıklı yazıma değinerek(Atatürk Türk Milleti diyor, siz Ulus diyorsunuz daha başından yanlış, hem de dil birliğini yazıyorsunuz) şeklindeki yorumu sayesinde aynı konunun değişik yönü gündeme gelmiş oldu. Önceden planlamadığım halde kendi içimizdeki dil farklılıkları konusuna beni sevk eden Sayın Nizamettin Bilir’e ayrıca teşekkür ediyor, bu vesile ile yaşanmış bir hikâyeyi sizlerle paylaşarak konuya giriyorum.   

 
Erol Simavi ile Hasan Bedrettin Ülgen’den bir anı
 
          Sedat Simavi’nin patronluğu döneminde Hürriyet Gazetesi’nin sütun yazarlarından Hasan Bedrettin Ülgen, aynı zamanda Sedat Simavi’nin oğlu Erol Simavi’nin de lise’den Türkçe öğretmenidir. Ders esnasında bazı kelimelerin yanlış telaffuz edilmesinin farklı kelime ve farklı kavramlara sebebiyet verildiğinden bahseder. (u) harfinin üzerinde iki nokta ve (^) inceltme işaretinin olup olmamasına göre farklı anlamların ortaya çıktığını anlatır. (Sükût) kelimesinin(Sessizlik) anlamına geldiğini, (Sukut) kelimesinin ise (Düşme) anlamında olduğunu belirterek hayal kırıklığı anlamına gelen (Sukutu hayale uğramak) cümlesini de örnek olarak gösterir.
          Aradan yıllar geçer, Sedat Simavi ölür ve öğrencisi Erol Simavi gazetenin patronu olarak babasının makamındaki yerini alır. Hasan Bedrettin Ülgen ise derhal istifa dilekçesini hazırlar ve Erol Simavi’ye sunar. Erol Simavi istifa dilekçesini gördüğünde şaşırır ve (Hocam ben sizin karşınızda asla patron olamam sadece sizin öğrencinizim, lütfen istifa dilekçenizi geri alınız) diyerek ricada bulunur. Bunun üzerine Hasan Bedrettin Ülgen ikna olur ve dilekçesini geri alır.
          Ancak, zaman geçtikçe Erol Simavi giderek patronluk tavırları içine girer. Birkaç kez istifa dilekçeleri yazılır ve her defasında Erol Simavi tarafından ikna edilerek geri aldırılır.
          Artık son defasında Hasan Bedrettin Ülgen kesin kararlıdır. Erol Simavi bütün gayretlerine rağmen istifa dilekçesini geri aldırtmak için ikna etmekte başarılı olamamıştır. Hasan Bedrettin Ülgen dilekçesini verip makam odasından tam çıkacağı esnada Erol Simavi arkasından seslenerek, (Ama hocam ben sükûtu hayale uğradım) der… Bunun üzerine Hasan Bedrettin Ülgen kapı eşiğinden geriye bir adım atıp, eski öğrencisi Erol Simavi’ye hitaben (Sükûtu hayal değil, sukutu hayal) der ve kapıdan dışarı çıkarak iş yerini terk eder.
          Yukarda ki sohbet yollu anıda, yanlış telaffuz sebebiyle farklı kelimelere ve farklı kavramlara sebebiyet verildiğine tanık olmaktayız. Bizim konumuz ise, aynı kavramların farklı kelimelerle telaffuz edilmesine ve kendi içimizdeki dil farklılığına yol açmasına ilişkindir. 
 
Kendi içimizdeki dil farklılığı konusuna gelince;
 
          Seksen yaşıma geldiğim hayat akışı içinde, gaz lambasından başlayarak bilgisayar çağına doğru gelişmelere tanık oldum. Ülkemizde olumlu veya olumsuz çok şeyler değişti.
          Cümle için eyerleştirilen kelimelerde; İmkân (Olanak), Müstesna (Ayrıcalık), Mesuliyet (Sorumluluk), Muhallif (Karşıt), Muhtemel (Olası), Muafiyet (Bağışıklık), Temayüz (Kendini gösterme), Kelime (Sözcük) oldu… Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.
          İletişim aracı olan dil birliği son kırklı ve ellili yıllardan itibaren o kadar farklılıklara büründü ki kuşaklar arasında anlatım ortaklığı giderek zorlaşmaya başladı. Her iki devri birlikte yaşamış benim yaşımdakiler için cümle kurulurken toplumun her kesimini kucaklayabilecek ortak kelimelerin seçiminde hangisinin tercih edilmesi gerektiği noktasında sıkıntılar yaşanmaya başlandı.
           Günümüz şartlarında cümle kurarken, Kavram yerine (Mefhum), Kamuoyu yerine(Efkarı Umumiye), Farklılık yerine (Mübayenet), İzlenim yerine (İntiba), Yanlışlıkla yerine(Sehven), Çelişki yerine (Tenakuz), Uyumlu yerine (Tenasüp), eşdeğer yerine (Mümasil)kelimelerini kullanmış olsak bu kelimeleri kaç kişi anlar ve toplumun ne kadarını kucaklar? 
            Kuşaklar arasında iletişim kopukluğuna yer vermemek için kendi içimizdeki dil farklılığının sebebiyet verdiği anlatım sıkıntılarının, halk olarak bizim ayıbımızın olmadığını da burada belirtmek isterim.
Millet, Ulus kelimelerine gelince;
 
           Bazen (Millet) bazen de (Ulus) kelimelerinin kullanıldığına tanık olunmaktadır. 18 Ekim 1982 kabul tarihli Anayasa’da (Millet) kelimesi yer almaktadır. Bakanlar Kurulu’nun teklifi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 17 Mart 1981 tarihinde kabul edilen 2429 sayılı(Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı) ifadesinde resmi olarak (Ulus) kelimesi yer almaktadır. (Milletler Arası) ile (Uluslar Arası) tanımlaması eşdeğer görülmektedir Aynı kavramı temsil eden (Millet) ve (Ulus) kelimeler toplum diline eşdeğer olarak yerleşmiş bulunmaktadır.
            Yeri gelmişken şunu da ifade etmek isterim ki, kelime farklılığından yararlanıp aynı kavramı farklı kavramlar imiş gibi zihinleri yanıltarak toplumu (Milliyetçi) ve (Ulusalcı) olarak kamplara ayırma fırsatını kollayanlara da rastlanılmaktadır. Onlara bu fırsatı tanımamak gerektiğini de belirtmek isterim.
 
Geçen sayıdaki yazımda güdülen amaç harice karşı Dil Birliğimizdir.
 
          Gazetemizin ocak sayısında değindiğim (Dil Birliği) başlıklı yazımda Mustafa Kemal Atatürk’ün (Ülkesinin yüksek istikbalini korumasını bilen Türk milleti, Dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır) sözünü bir kere daha tekrar etmek istiyorum. Son on yıl içinde dilimize İngiliz kökenli o kadar çok kelimeler sızmaya başladı ki, anlatım aracı ana dilimiz yabancı dillerin boyunduruğu altına girme tehdidi ile karşı karşıya geldi. Ocak sayısında dil birliği başlığı altındaki yazımda ana dilimize sızma durumundaki İngiliz kökenli yabancı kelimelerden verdiğim somut örneklerin yeterli olacağını, bu nedenle aynı örnekleri bir kere daha tekrar etmenin gerekli olmayacağını düşünüyorum.
            Sonuç olarak şunu ifade etmek istiyorum ki, kendi içimizdeki dil farklılığı ayıbının halk olarak bize ait olmadığını belirtirken hariçten gelen yabancı dillerin saldırılarına karşı kendi öz dilimize sahip çıkılması hepimize düşen görev ve sorumluluk olmaktadır… Hoşça kalınız.
Yazarın Yazıları