A. Raif ÖZTÜRK
  • 06/12/2020 Son günceleme: 06/12/2020 17:19
  • 5.337

Tarih 27 Kasım 2020 Cuma, 5-6 seneden beri Kanada’da yaşayan bir dostum ile çevrimiçi sohbeti sırasında, Risale-i Nurdan bir konuyu tahkik ediyorduk. Okuma sırası kendisine geldiğinde, ona rastlayan orijinal Kur’ân yazısını bana okutmak istedi. Ben kendisine “Yoksa sen Kur’ân okumayı bilmiyor musun?” deyince, derin bir sessizlik oldu.

Beş vakit namaz kılan, mutaassıp birisi olduğunu bildiğim için sordum:

-Peki, sen namazlarını nasıl kılabiliyorsun?

-Türkiye’deyken, çocukluğumda Lâtin harfleriyle öğrendiğim birkaç kısa sure ile kılıyorum.

Ben de kendisine; Önce, Lâtin harfleriyle ezberlenen ayet veya surelerin, anlam değiştiren telâffuz hatalarıyla dolu olduğunu örnekleriyle anlattım. Sonra da Kur’ânı öğrenmenin çok çok kolay olduğunu, hem dünyevî hem de uhrevî avantajlarının sayılamayacak kadar çok olduğunu da detaylı bir şekilde anlattıktan sonra, derin bir “âaahhh” çekerek, “keşke ben de öğrenebilsem” diye ciddi arzusunu vurguladı.

Hani; Ana Cadde üzerinde aniden kalp kriziyle yere düşen birisini gören bir Hekim, nasıl ki acil müdahale etme dürtüsüyle hareket ediyorsa, 12 seneden beri 1 günde, (10 saatte) 30-40 kişiye birden Kur’ân okumayı öğreten bir uzman olarak, benim de bu duygularım depreşti.

-Eğer sen kararlıysan, ben size yepyeni tekniklerle Kur’ân okumayı öğretebilirim. Dedim. Birden duraklayıp, tereddütlü bir ses ile “hocam, 50 yaşında olsam da mı?” dedi.

Ben de “Önceki talebelerimin arasına 71 yaşında kişiler bile vardı, gayet güzel öğrendiler” deyince, ısrarlı bir şekilde kararlı olduğunu itiraf etti.

Daha o gün, benim 13 sene önce eğitim aldığım hem Mühendis, hem de İlâhiyatçı olan Selçuk Hatun Camii imam Hatibi H. İbrahim Tunç hocamın, 10 derslik kitabının ilk dersini kendisine attım. Ertesi gün çevrimiçi sistemiyle 30-40 dakikalık eğitimlere başladık.

Her gün TS ile 17.30-18.10 (Kanada saati ile 09.30 - 10.10) çalışmamızda, 10 derslik programımızı, arada 3 kez iki ders birden geçerek, sadece 7 günde bu kardeşimiz Kur’ân okumaya başladı. Şimdi ise Kur’ânı Kerimi açarak, hızlandırma egzersizleri yapıyoruz…

Yedinci günün sonunda, orijinal Kur’ân sayfasından Kur’ân okumaya başlayınca çok heyecanlandı ve duygulu bir ses tonuyla:

-Hocam, şu anda; Kur’ân okuduğuma gerçekten inanamıyorum. Rubada gibiyim. Adeta üzerimden ağır ve eziyet veren bir yük kalkmış gibi rahatladım. Huzur ve mutluluk içindeyim. Sanki gerçekten Cennet bahçelerinde gibiyim. .dedi.

Ben de kendisini tebrik ederek, şöyle devam ettim:

-Erhan kardeşim, sen şu bir hafta içinde, neler kazandığını bilmek ister misin?

-Lütfen hocam.

-Yüce Rabbimiz Ta-Ha suresinin 124. Ayetinde “Kim de benim zikrimden (yani Kitâb'ım Kur’ân’dan) yüz çevirirse, artık şüphesiz ki onun için, (dünyada) dar bir geçim vardır ve kıyamet günü onu kör olarak haşrederiz.” .buyuruyor. İşte sen bu günden itibaren, Kur’ândan yüz çevirme gafletinden kurtuldun. Haşir ve Kıyamet günü de KÖR olmaktan kurtuldun. Geçmiş günlerin için de çok ciddi bir tövbe etmelisin. Allah cc Gafur ve Rahîmdir.

Yunus Emre’nin “Kim ki Kur’ân bilmedi, sanki Dünyaya gelmedi” sözünün anlamını bilir misin? Kur’ân okumayı bilmiyorsan, sanki yaşamıyorsun. Yani bir hiçsin, anlamları çıkıyor. Sen bugün, bu aşağılanmadan da kurtuldun. (Hiç kimse kusura bakmasın.)

Tüm ibadetlerin ana harcı, kaynağı ve mayası Kur’ândır ve en önemli bir ibadet de Kur’ân ile meşgul olmaktır. Sen bugün bu ihmalden de bu vebalden de kurtuldun.

Kur’an okumayı öğrenmek, her Müslüman için mutlak bir vecibedir. Vecibenin terki ise İmam-ı Eş’âri Hz.ne göre, isyan gibi bir suçtur. Sen bu vebalden de kurtuldun.

Üstelik de Kur’an, bir Cennet lisanıdır ve sen Cennet lisanını da öğrenmiş oldun.

  • Hz. Muhammed sav. Sahabeleriyle sohbet ederlerken, şöyle bir müjde buyurmuş:

“Bir kimse öldüğünde, yakınları cenaze işleriyle meşgulken, son derece güzel bir Ruhani kişi gelir, mevtanın başının yanına durur. Mevta kefenlendiğinde, o güzel kişi küçülerek, kefen ile merhumun göğsü arasına süzülerek girer. Mevta kabrine defnedildikten sonra herkes evlerine döner. İmamın verdiği talkından sonra ise Münker ve Nekir adlı iki özel melek gelir. Bu arada, kefen ile o kişinin göğsü arasına girmiş olan o güzel Ruhani kişi de çıkar. Sorgu melekleri, mevtayı kişisel mahremiyet içinde çok ciddi bir sorgulama yapmak için, o güzel kişinin oradan çıkmasını isterler. O güzel Ruhani kişi şöyle konuşur:  

-‘Ben bu kişinin refakatçisiyim. Ben hiçbir şekilde onu yalnız bırakamam. Çünkü ben Yüce Rabbimiz tarafından yetkilendirildim. Sizler kendi görevlerinizi yapınız. Bu mevtanın, CENNET BAHÇELERİNE girmesini kabul ettirinceye kadar, ben bu kişiyi terk edemem’ der.

Bu olanları takip eden o mümin mevta, bu güzel kişinin kim olduğunu çok merak eder.

O güzel kişi, mevtanın bu merakına cevap olarak, kulağına şunları fısıldar:

-“Hani sen dünya hayatındayken, bazen yüksek sesle, bazen kısık sesle, bazen de mırıltıyla sürekli okuduğum KUR’ÂNIM ben. Rabbim beni böyle şekillendirerek, senin için yetkilendirdi. Bundan sonrası için de sakın endişe etme. Bu sorgulamada da sonrasında da üzüntü duymayacaksın…” der ve sorgulamayı izlerken de yardımcı olur.

Sorgulama bitince o güzel kişi, o mevta için, Meleûl â’lâdan (meleklerin, yüksek semadaki makamlarından) çağırdığı meleklerle, o kabir bir Cennet bahçesine çevrilir.

Allah Resulü Hz. Muhammed sav. bu müjdeyi anlattıktan sonra şöyle ilave buyurur.

 -“Hesap gününde de; ne ben, ne başka bir peygamber, ne de bir melek, Allah’ın cc. indinde, KUR’ÂN’dan daha imtiyazlı bir şefaatçi olmayacaktır…” (Bkz.: Ramûd-ul Ehâdis, İlâhi Nizam, İhya-u Ulûmiddin.)  

İşte Erhan kardeşim, sen şimdi şu müjdelere ve Cennet bahçelerine adaysın, inşaallah.

Evet, ben bir din görevlisi olmadığım halde başardığıma göre, Kur’ân çok KOLAYDIR…

Herkes kolaylıkla öğrenebilir. Yeter ki istesin ve çevresindeki bir hocaya müracaat etsin.

Daha geniş bilgi için linki tıklayınız

Yazarın Yazıları