İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı

  • 0
  • 38589
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı
İsmail Yüksek siyasete yeşil ışık yaktı

Beykozlu Trabzonlular Dernek Başkanı Prof. Dr. İsmail Yüksek, Dost Beykoz İmtiyaz Sahibi Kader Gür'e çarpıcı açıklamalar yaptı. Yüksek, siyasete 'hayır' demedi.

Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü ve aynı zamanda Trabzonspor Yöneticisi olan Beykozlu Trabzonlular Dernek Başkanı Prof. Dr. İsmail Yüksek, Dost Beykoz'a çarpıcı açıklamalar yaptı.

Önümüzdeki Ağustos ayında Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörlüğü'nü bırakacak olan Prof. Dr. İsmail Yüksek, ilk kez bir basın organına bu denli kapsamlı açıklamalarda bulundu. Üniversite ve bilim dünyasından siyasete... Devlet yönetiminden muhalefete... Trabzonspor'dan Beykoz'a kadar pek çok konuda çarpıcı açıklamalar yapan Prof. Dr. İsmail Yüksek, siyasete de ilerisi için 'yeşil ışık' yaktı.

Beykoz'da yerel anlamda bir siyasi hedefinin olup olmadığı sorusuna temkinli yanıt veren Prof. Yüksek, Başkan Yücel Çelikbilek'i beğendiğini ve kendisine yardımcı olunmasından başka bir şey düşünmesinin doğru olmayacağını söyledi. Henüz seçimlere 4 yıl varken, herhangi bir açıklama yapmanın ahlaki olmayacağını da vurgulayan Prof. Dr. İsmail Yüksek ekledi: "... ama düşüneceksem, niye İstanbul'u düşünmeyeyim?"

Dost Beykoz İmtiyaz Sahibi Kader Gür sordu, Beykoz Trabzonlular Dernek Başkanı Prof. Dr. İsmail Yüksek yanıtladı.

İşte o çarpıcı röportaj ve Beykoz'da öğrenim görmüş bir Profesörün anlattıkları:

Sizinle ilgili olarak, özellikle çocukluk ve gençlik yıllarınıza dair çok fazla bilgi yok. Biraz klasik olacak ama bize çocukluk ve gençlik yıllarınızdan bahsedebilir misiniz Hocam?

"Beş yaşındayken anneanne bizi Trabzon'a götürüyor, fındık toplamaya... Ablamla beni... Dede ile babaanne de bizi alıyor. Diyorlar ki: 'Bunlar bizde kalsın'. Biz orada çocukluğumuzun 2 yılını annesiz babasız, ablayla dedeyle babaanneyle geçiriyoruz. Dolayısıyla ablam da benim annem gibidir.

Daha sonra babam 1969'da Almanya'ya gidiyor. Babam Almanya'ya gittiğinde kardeşimin birisi 1 yaşında... Biz 4 kardeşiz. Köyde ilkokula başlıyoruz. İlkokul 3 kilometrelik bir mesafede... Sonrasında ortaokul 6 kilometre mesafede... Çaykara'da... Oraya da 1 yıl devam edince tabi köy şartları; anne-babaanne-dede herkes bir evde... Ahşap bir evde yaşıyoruz. Odun, inek aklınıza gelebilecek her şey var. Çocuklukta mesela yaylada 5-10 evin ineğini bölüşerek herkes bekler. Çobanlık bile yapıyorsunuz."

Beykoz ne zaman devreye giriyor Hocam?

"Ortaokul'da Çaykara'ya gidip gelmek zor olduğu için ben yatılı okul imtihanlarına girdim. Trabzon Lisesi'nin... Ani bir kararla o yıllarda Beykoz'da ev yapılıyor... Dayım var burada... 1974 yılları... Babam o yıllarda ani bir karar alıyor, sanıyorum dedemle bir tartışma yaşıyorlar. ‘Haydi, toplanın’ diyor ve biz Beykoz'a geliyoruz.

Dayım, Haymana'dan İstanbul'a geldiğinde Beykoz'da da terzi dükkânı açıyor. Gümüşsuyu'nda terzi dükkânı var. Babam da Almanya'da çalışınca, ona bir arsa alıyor Beykoz'da... Üzerine bir ev yapalım, diyorlar. Biz Beykoz'a geleceğimiz zaman Dayıma haber gönderiyoruz, ‘Biz geliyoruz’ diye; evi oturulacak bir şekle getirmesi için... O yıllarda ben yatılı okulu kazanıyorum ama ani kararla Beykoz'a geldiğimiz için gidemiyorum. Buraya geldiğimizde ise evimizde çatının olmadığını hatırlıyorum. Evin içinde bir sıva yapılmış ama dış sıvası yok. Gecekondu ama o yıl öyle bir sert kış geçti, öyle bir soğuk oldu ki, yani camlar donuyor. 1974-195 kışı çok çetin geçti. O yıl kömür yaktık.

Eve ilk geldiğimiz gün bir yemek masası hatırlıyorum. Dayım enteresan adam... 12 kişilik bir yemek masası almış ama evin perdesi yok, yatağı yok. Soruyoruz dayıma, neden evde yatak-yorgan yokken yemek masası alıyorsun diye... 'Siz...' diyor... 'Yatak yorgan alırsınız mecburen de masa almazsınız. Ondan masa aldım' diyor..."

Liseden sonra süreç nasıl ilerledi Sevgili Hocam? Üniversite ve askerlik yılları nasıldı?

"Ortaokulu Beykoz Ortaokulu'nda okudum... Ziya Ünsel Ortaokulu... Lisede Ferit İnal'deydim. 1980'li yıllarda üniversiteye başladım ve bilir misiniz, benim evimde su yoktu. Bizim eve 1985'te su geldi.

Üniversiteyi Yıldız Teknik Üniversitesi'nde okudum. Mezun olduktan sonra okuyayım mı yoksa askere mi gideyim diye düşünürken, 'master' yapmaya başladım. Mezun olduktan sonra 1987 yılında askere gittim. Ankara Polatlı Topçu Okulu'nda zor bir süreç geçirdim. Master yaptığım için kurayla Milli Savunma Bakanlığı İnşaat Emlak Daire Başkanlığı'nda ve Bakan Ercan Vuralhan'ın yanında çalıştım. Orada bürokrasiyi ve insanları tanıma imkânım oldu. Yaklaşık 6 ay orada görev yaptık.

Asistanlık da nasip işi... Askerden döndükten sonra ben Şişecam ile görüştüm. Orada girip çalışacaktım. Beykoz'daki herkesin işçi olarak çalışmayı hayal ettiği yerde mühendis olarak çalışmak istiyordum. O zamanki Şişecam Müdürüyle de görüştüm 'Tamam' dedi. O sırada bir de Karadeniz Örme diye bir firma var, onunla da görüşüyorum. O sırada benden referans istediler ve benim Yıldız Teknik Üniversitesi'nden bir referans almam gerekti. Ben okula gidip Necati Bey'den (Dönemin Mimarlık Dekanı Prof. Necati İnceoğlu) referans alacakken tabi, bizim daha önce birlikte çalışmışlığımız var. Ancak biz Karadeniz'den gelmişiz öyle yırtık bir halimiz yok; çekinerek gidiyoruz öğretmenin yanına...

Proje yapmışız, derslerimiz iyi ama tabi Necati Bey beni tanımıyor. Referans almaya gittiğimde, 'Sen benden ders aldın mı?' dedi, baktı, dersinden 90 almışım... 'Proje yaptık mı?' dedi, projeyi gördü. 'Sen aslında iyi bir öğrenciymişsiniz, ben neden tanımıyorum seni?' dedi. Sonra, bizim İTÜ İnşaat Mühendisliğinde bir Profesör tanıdığımız vardı; onu sordu, 'Tanıyor musun?' dedi. Dedim ki: 'O benim akrabam olur'... Bu kez Necati Hoca dedi ki, 'Onun akrabası iyi olur, gel seni asistan yapalım' dedi. 'Gel benim kürsümde çalış' dedi. 'Bırak Karadeniz Örme'yi...' dedi. Ben babama sordum, o da bana akademisyenliğin iyi bir şey olduğunu ve Almanya'da çalıştığı yıllarda Doktora öğrencilerini gördüğünü anlattı.

Üniversitede asistanlığa başladım ve askerliği de bitirip döndükten sonra Doktora öğrenimimi tamamladım. 1994 yılında evlendim, 1995'te İbrahim doğdu. O sırada babamı kaybettiğimiz için ona babamın adını verdik. Sonra Zeynep doğdu. Doktora bittikten sonra ben iki çocuk babası olarak 1 yıl için Japonya'ya gittim.  Eşim ve çocuklarımı da beraberimde götürdüm. Belki de hayatımızın en güzel günlerini orada geçirdik."

Profesör oldunuz ancak bu Türkiye'deki akademi yaşamı konusunda ne düşünüyorsunuz? Sözgelişi, bizim ülkemizde Profesör olmak kolay mıdır?

"Tabi profesör çok sayıda var. Eskiden lise mezunu bile önemliydi. Üniversite mezunu daha da önemliydi. Ama şimdi akademisyen sayısı çoğaldı, profesör sayısı da çoğaldı.

Şimdi, Türkiye şartlarında Profesör olmak kolay değil... Bunun için bir master yapacaksın, doktoranı yapacaksın. Burada en önemlisi Doçentlik sınavı... Ciddi manada ulusal ve uluslararası yayınlarda yazı yazman, kriterlerini oluşturman lazım... Belli miktarda yayın yapmış olmanın yanı sıra ayrıca sözlü sınavdan da geçmiş olman gerekiyor. Ben de dâhil tüm akademisyenlerin zorlandığı bir sınavdır bu... Onu geçtikten sonra da profesörlük için her üniversitenin kendine göre kriterleri var. ODTÜ'nün Yıldız Teknik'in İTÜ'nün kendine göre kriterleri vardır. Derler ki, mesela '12 adet yazılı eserin olacak'... İşte şu kadar projen olacak... Minimum olarak YÖK'ün koyduğu bir kriter vardır ama biz deriz ki, bizim özel kriterlerimiz var! Devletin koyduğu kotanın iki katını isterim! Ha, Anadolu'daki bir üniversite, biraz daha farklı ister. Profesör olabilmek için önce Doçent olmak lazım... Doçent olabilmek için de ulusal ve uluslararası bir takım kriterleri sağlamak lazım...

Bu öyle kolay bir iş değil... Yayın yapacaksın, ders vereceksin. Hepsi olacak ki, sınavlarına girip, Profesör olasın..."

Beykoz için sizin YTÜ Rektörü olmanız çok önemli... Siz bu süreci nasıl yaşadınız?

"Rektör olarak seçilebilmek için 3 aşama var. Bir tanesi şu: Cesaret edip aday olmak gerekiyor. Bizim konumumuzda, yani Anadolu'dan gelip belirli sıkıntılar çekmiş olan insanların o işe aday olma cesaretini göstermesi zor bir iş... Bir de ideolojik olarak baktığınızda, bizim aday olduğumuz dönemde YÖK'ün bir ideolojik yapılanması vardı. O ideolojik yapılanma içerisinde sizin şansınız çok az... Biz 4-5 arkadaştık. Konuşurken, bana aday olup olmayacağım soruldu. Ben de büyüklerim dururken, onların önüne geçemeyeceğimi söyledim. 'Ahmet Abi var, Bahri Abi (Prof. Dr. Bahri Şahin) var. Onlar olsun' deyince, 'Onlar olmuyor, sen ol' dediler. Ben de bu işe cesaret edebileceğimi söyledim.

Adaylık sürecimde Rektör Hocamla (O sırada YTÜ Rektörü olan Prof. Dr. Durul Ören de yeniden rektör adayıdır) ilgili olarak hep pozitif konuştum. Rektör Hocamızla ilgili bana soru sorulduğunda, 'Hocamız gayet iyi işler yapmıştır. Ben gelince daha iyisini yapmayı hedefliyorum' dedim. Güzel bir adaylık sürecimiz oldu ve Hocamız da çok memnun oldu bu sözlerden... Bizim seçimlerde 4. hatta 5. olacağımız düşünülürken, 146 oyla 2. olduk. Hem gençsin, hem ideolojik olarak belirli bir yere koyuyorlar seni... Bizim okulda 60 tane benim ideolojimde insan var. Alabileceğim oy sayısı 60... Tabi 146 olunca şaşırdı millet... Nasıl oldu? İşte benim her kesimden arkadaşım var; onunla konuşuyorum, bununla konuşuyorum. Destek istedik; insanlar da orada ideolojilerini bırakıp destekledi.

Buraya kadar olanı birinci aşamaydı. Rektörlük için ikinci aşama biraz siyasi... Ankara'da mücadele ettim. O sırada YÖK'te bir değişim oldu. Ama yine de üye sayısında diğer kesim çoğunluktaydı. Biz birinci sırada Cumhurbaşkanlığı'na gittik. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül de bize görev verdi. İşte Allah nasip etti oldu, yoksa bir başka sebep çıkardı; olmazdı."

Abdullah Bey'in bir teması oldu mu?

"Seçimden önce hiç olmadı. Seçimden sonra, bitti, atandık; çağırdı. Yaklaşık 1 saatlik bir görüşme yaptık."

Sonraki seçimde ne oldu Hocam? İkinci kez Rektör seçiliş sürecinizde neler yaşandı?

"Tabi 2. seçimde ilginç bir şey oldu... Katılım oranı yüzde 98'di 660 kişi oy kullandı ve 600 oyu ben aldım; kalan 60 oyu da diğer arkadaşlar almış. Yani yüzde 90 oy oranıyla seçildim. Yalnızca YTÜ değil Türkiye'deki üniversitelerin tarihinde bir ilkti bu... Şimdiki Cumhurbaşkanımız (Recep Tayyip Erdoğan) bana bunu sormuştu: 'Nasıl bu kadar oy alabildin?' diye. Kendisine dedim ki, 'Ben her kesimi dinledim. Asistanlar, hocalar... Herkesi dinledikten sonra eğer gelenin haklı talebi varsa, yerine getirebilmek için elimden geleni yaptım’ dedim. Doğrusu da buydu… Yapamayacaksam da direkt kendisine 'yapamayacağım' dedim. İkincisi de hiç kimsenin özlük haklarıyla uğraşmadım."

Rektör olduğunuz dönemde YTÜ'deki değişim ve gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? İyi bir noktaya geldi mi YTÜ?

"YTÜ daha önce 35. sıradaydı. Mühendisliklerde ilk 6'daydık. Biz Üniversiteyi 36. sıradan aldık. Şu anda getirdiğimiz nokta: İlk 10'dayız. İlk 10'da kim var? Beş tane Devlet Üniversitesi var, beş tane de Vakıf Üniversitesi var. Bu önemli bir başarıdır. Öte yandan Yıldız Teknik Üniversitesi'nin laboratuarları yoktu, odaları çok sıkıntılıydı. Dışarıdan görüldüğü gibi bir ortam yoktu. Biz 370 bin metrekare iş yaptık. Düşünün: Her gün 40 metrekare daire yapıyorsunuz. Bunun yanında bir Teknopark oluşturduk, 3 yıl üst üste ödül aldık. En hızlı gelişen, en çok patent üreten, en çok çalışma yapan Teknopark... Şu an Teknopark'ta 5 bin kişi çalışıyor. Devlet buraya 15 milyon Lira yardım yaptı. Biz en çok Devlet desteğini alanız bu anlamda... Ancak Teknopark'ın maliyeti 250 milyon Lira... E, ne yaptık biz bu parayı, çaldık mı? Ne yaptık da böyle bir şeyi yaptık? Allah yardım etti... Belediyeler yardım etti, sivil toplum kuruluşları yardım etti. Şimdi Teknopark'ta 100 tane gencin projesi var. Biz gençlerin projelerini destekliyoruz. Onlara şirket kurduk, ürünlerine ortak olduk. Belki biraz abartılı ama önümüzdeki 5 yılda bu üniversiteyi Türkiye'nin en iyi üniversitesi yapacağım. Niye? 500 Hocam Teknopark'ta danışmanlık yapıyor. Yalnızca ders vermiyor, ürün de üretiyor.

Bunlar nasıl oldu? Ben bunları yine Beykoz'daki yaşamıma ve Karadeniz'deki yaşamıma borçluyum. Niye? Beykoz'da elektrik tesisatı yaptım. Babam Almanya'dan 'lokma takımı' getirmişti, su tesisatçılığı yaptım. Mahallenin tüm su tesisatlarını ben yaptım, para kazandım. Kalorifer tesisatı yaptım, duvar kâğıdı yaptım... Yani babamız Almanya'da ama ben Mahmutpaşa'da 2 yaz 3'er ay çalıştım. İşportacılara ürün taşıdım. O hayat, size hayatı öğretiyor. Bir önceki Rektörle kendimi mukayese ediyorum: Benden belki çok daha zeki... Benden çok daha iyi bir eğitim almış... Ama bir inşaatı gezdiğinde veya bir kanalı gördüğünde; onun yorumuyla benim yorumum çok farklı... Çünkü ben ilk inşaatı gezdiğimde müteahhide 'Bu çalışanların hepsini değiştirin' dediğimde, müteahhit bana 'Bunların hepsi birinci sınıf, niye değiştireyim?' diye sormuştu. Ben de dedim ki, 'Malzeme 3. sınıf, onun için bunları gönder 3. sınıf işçi al'... O zaman müteahhit şaşırmıştı, elindeki malzemelerin niteliğini anlamama... Daha sonra ben İstanbul Sanayi Odası'nda 10 yıl danışmanlık yaptım. Fabrikaları gezdim, sektörü tanıdım; TÜBİTAK falan... Bunların hepsi sizi hayatın içerisinde pişiriyor, bakış açınızı değiştiriyor. Annem hep şey derdi: 'Göz görmez, akıl görür'. Bakarsın, görmezsin... Bir de şu önemli: Bir insanın bir işte başarılı olmasının en önemli unsuru işini severek yapmasıdır."

Kaç öğrenciniz var okulda?

"Ben 18 binde aldım şu an 36 bin öğrencimiz var. Bizim 18 bin öğrencimiz varken bunun 2 bini lisansüstü öğrenciydi. Şimdi ise 36 bin öğrencide 8 bin lisansüstü öğrencimiz var. Amerika'nın en iyi üniversiteleri... Michigan, Harvard gibi üniversitelerde bu oran yüzde 40-yüzde 50'dir. Bizim de bu oranı yüzde 30-40'lara çekmemiz lazım. Çünkü Türkiye'de 180 üniversite açıldı buralarda Hoca lazım..."

Bütçeniz ne kadar hocam YTÜ'de?

“260 milyon Türk Lirası...”

Üniversitenizden mezun olan en ünlü kişi kim? Bu konuda bir çalışmanız oldu mu?

"Şöyle söyleyeyim, çok Bakan var, çok milletvekili var. Her dönemde, 20-25 tane Milletvekili var. Her dönemde bir Bakan var yani... Ama Yıldız Teknik Üniversitesi'nin asıl ünlü kısmı şurada: Hangi fabrikaya giderseniz gidin, yönetim değil ama imalat kısmının başında mutlaka Yıldız Teknik Üniversiteli görürsünüz. Niye? YTÜ biraz mutfağa adam yetiştirir."

Profesörlerin, biliminsanlarının siyasette olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

"Bu insanlar, bu ülkede yaşadıkları için... Bu ülkenin tüm aktivitelerinin içinde yer aldıkları için... Bunları değerlendirme durumundalar... Ama işlerini bu işe bulaştırmamaları lazım... Yani bir asistanının, bir öğrencisinin görüşüne falan müdahale etmemeli... Yani benim şimdi bir görüşüm var ancak ben görüşümü Rektör olduktan sonra bir kenara koyuyorum. Niye koyuyorum? O çocukların hepsi bana emanet... O çocukların farklı bir görüşü olabilir ancak 5 yıl sonra değişip değişmeyeceğini ben bilemem! Belki benden daha iyi benim fikrimi savunur hale gelir. Dolayısıyla benim birinci görevim, onları koruyup kollamak; onların iyi yetişmesini sağlamaktır. Dolayısıyla, işini eğer siyasete bulaştırmıyorsan, hiçbir sıkıntı yok. Ha, eleştirini ülkenin çıkarları doğrultusunda yapıyorsan, bunda da bir sıkıntı yok. Ama üslup çok önemli...

Yani şimdi biliyorsunuz gündemde olan ve bizim üniversiteden de birçok kişinin imza attığı bir bildiri olayı var. E, şimdi bunu okuduğunuzda, bunun hiçbir izahı yok. Ülkeyi bölmek, parçalamak; ülkeyi dünya konjonktüründe küçük düşürmek, ülkeyi yıkmak için yapılabilecek her türlü şeyi içeren bir açıklama... Bunun akademisyeni, profesörü olmaz; böyle bir şey yok. Bu, eğitimli bir insanın yapacağı bir iş değil ama yeri geldiğinde en iyi eleştiriyi üniversiteli akademisyenler yapmalı... Niye? Ülkenin geleceği için ülkenin iyiliği için... Doğruyu bulma adına yapmalı ama bunu yaparken kırıcı olmamalı..."

Bildiriyi imzalayan YTÜ'lü akademisyenlerle ilgili yasal bir girişiminiz oldu mu?

"Gençlerimiz şehit düşüyor. Ülke şu an bir bakıma savaşta... Bu savaş direkt karşında bir devlet varken yapılan bir savaş değil ama onlarca devletin organize ettiği bir savaş var. Bu savaşın ortasındayken ise birileri hem Devletten maaş alıyor, hem de Devleti yıkmak isteyen birilerine alet oluyorlar. Şu anlaşılabilir: Kan dökülmesi, insanların ölmesi; bununla ilgili olarak bir akademisyenin açıklama yapması anlaşılabilir ama bu açıklamanın içerisinde askerimizin, polisimizin, güvenlik kuvvetlerimizin şehit olmasıyla ilgili bir tek cümle yok! E, şimdi bununla ilgili olarak yasal işlemler belli; eğer bunu Almanya'da yapsalar, tamamını isten atarlar! Hiç bu işi Rektörlere bırakmazlar! Amerika'da olsa, atarlar, İngiltere'de olsa atarlar. Fransa... Bakınız bir bomba olayı oldu, adam bütün girişleri-çıkışları her şeyi durdurdu. Ama şimdi Türkiye'ye gelince demokratik olacaksın da... Demokratik olmak demek ülkeyi yıkmak, parçalamak demek değil ki...

Bizim yasalarımız da çok sıkıntılı... Disiplin Yasası, 2547 Sayılı yasayı Anayasa Mahkemesi iptal etti. Yok yani... Bunları cezalandıracak bir yasa yok. E, ne var? 657 Sayılı Devlet Memurluğu'nda var... Örgüt mensubu olması falan filan... Bununla ilgili yapacağınız uygulama ne olacak peki? Şimdi, bazen de insanlar bir şeye katılırlar, içeriğine dahi bakmazlar. İşte, bunu okudunuz mu? Okudunuz da anladınız mı? İnsan bazen okur da anlamaz. Bu içeriğe katılıyor musunuz? Bu gibi soruları sorarak biz disiplin soruşturması açtık. Soruşturmayı bu şekilde başlattık."

Kaç kişi var?

"31 kişi var ama tabi bunlar enteresan bir şekilde iki bölümde... Uluslararası İlişkiler ve Siyaset ile Mimarlık Bölümlerinde... Bizde toplam 48 tane bölüm var... Bunun da sebebi şu: Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bölümü'nün içerisindeki ekip organize edip aldığı adamlar... Tabi ki akademisyenin ideolojisi olacak ama bu ülkenin birliğini, bütünlüğünü sıkıntıya düşürecek şekilde olmamalı. Yani İRA bitti, nasıl bitti? Devlet içindeki tüm İRA mensuplarının tamamını işten attılar! İRA'ya yardım ve yataklık yapan her kesimin sosyal yardımlarını kestiler. E şimdi bize özgürlük, yok barış, yok demokrasi falan diye bir şey dayatıyorlar; Frankfurt yanıp yıkılırken, özgürlük yoktu! İnsan hakları yoktu! Ama senin Taksim'inde olunca özgürlük var, insan hakları var... Tabi ki, insanlara işkence etmemeli, insanlara zulmetmemeli... Ama bu insanlar da haklı talepleriyle gelsinler? Yani benim üniversitemdeki öğrenci, ‘Cumhurbaşkanı Üniversiteye girmesin!’ diyecek? Böyle bir talep mi olur? Yani Devletin üniversitesine her partinin Milletvekili girer, arkadaş! Girmeli... E, o giremez, bu giremez... Kim istiyor bunu? Devlettin parasıyla okuyan gençler... Gencin isteyeceği o değil ki? Daha iyi eğitim istiyorum... Çok daha iyi hocalarım olmalı... İşte, kütüphaneler büyük olmalı... Bunu istesin ki, biz de onu destekleyelim..."

Trabzonlular Derneği Başkanı oldunuz Sayn Hocam... Beykoz Trabzonlular Derneği sürecini anlatabilir misiniz?

"Biz bundan 4 yıl önce Trabzonlular Derneği ile ilgili bir çalışma yaptık. Burada Trabzonlu olan ancak eğitim seviyesi düşük bir kesim bize geldi, 'Biz burada Trabzonlular olarak bir Dernek kuralım' dedi. Ben o zaman Doğu Karadenizliler Derneği'ni biliyorum ama sonuçta Kastamonu'nun bir köyünün derneği var... Ordu'nun Mesudiye ilçesinin bir köyünün derneği var Beykoz'da... Bana bu teklif makul geldi. Bununla ilgili bir çalışma yaptım, Beykoz Belediyesi de bize salon tahsis etti; orada bir toplantı yaptım. Orada Beykoz'daki hem siyasi hem iş dünyasından 150 kişiyle bir toplantı yaptık. Beykoz Trabzonlular Derneği’ni kuralım mı, kurmayalım mı? Oradan çıkan sonuç şu oldu: Doğu Karadenizliler Derneği var, bu dernek belli bir hizmeti yapıyor. Niye biz bunu bölelim, niye gücünü azaltalım; gelin, burada beraber devam edelim... Konu da böylece kapandı.

Ben Beykoz'da ideolojik bir çelişki hissettim: Yani dernek kurmak, siyasi anlamda söz sahibi olmak için yapılır gibi... Bence yanlış bir şey; o başarılı olacak bir iş değil! Sonuç bu olabilir... Yani derneğiniz çok güçlüdür de dernek içindeki kişiler zamanla siyaseten bir yerlere gelebilir. Ama amaç bu olursa, o derneğin hiçbir şeyi olmaz...

Benim en büyük sıkıntım şu: Bana burada sana ihtiyacımız var diyenlere, ben 'Orada ne işim var?' diyemiyorum. Trabzonspor'da da böyle oldu. Yani ben aslında futbolla çok haşır-neşir olan bir adam değilim!"

Trabzonspor'un bütçesi ne kadardı Hocam?

"Trabzon'un şu anda sadece 400 milyon liralık bir borcu var. Yılda 180 milyon lira gibi bir para harcanıyor. Geliri 80 milyon... Dolayısıyla her yıl 100 milyona yakın bir açık oluşuyor. Şu anki birinci hedefi borcu... Bir kere geliri kadar gideri olmalı... Şu ana kadar Trabzonspor'da 70 milyon liraya yakın bir borç ödemesi yapıldı. Bunun dışında bir 70 milyon liralık da düzenleme yapıldı; futbolcuların kontratında indirimler yapıldı."

Beykoz'un bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

"İnsanına baktığınızda eğitim seviyesi düşük ama komşuluk ilişkileri çok yüksek... Benim arkadaşlarım Beykoz'a geldiğinde, bahçelerde kiraz yerken, 20-30 kişinin gelip hâl hatır sorması, arkadaşlarımın çok garibine gidiyor. Çünkü sitelerde, apartmanlarda böyle bir şey yok! İnsanlar geliyor, sizin derdinizle dertleniyor veya siz onun derdiyle dertleniyorsunuz.

Bizim ailecek en büyük zevkimiz, BEYTAŞ'ta sabah kahvaltı yapmaktır. Bunu hemen hemen her fırsat bulduğumuzda yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra da Ortaçeşme'ye yürüyoruz, dönüp evimize geliyoruz."

Beykoz'la ilgili önerileriniz var mı? Yerel yönetimle temas kuruyor musunuz?

"Beykoz'da Muharrem Başkanla ve zaman zaman da Yücel Başkanla çok ciddi diyaloglarımız oldu. 'Ne yapalım?' diye sorduk. Mesela Yücel Başkan sağ olsun bizim Mimarlıkla, Ortaçeşme'nin organize edilmesiyle ilgili bir çalışma yaptılar. Ancak bence Beykoz'un en önemli sıkıntısı: Eğitim... Bunu söylemesi zor ama İstanbul’un da ülkemizin de en büyük sorunu uyuşturucu ve diğer sıkıntılar... Beykoz'da bu bariz bir şekilde gündemde..."

Son olarak şunu sormak istiyoruz, izin verirseniz: Siyaseti düşünüyor musunuz Sayın Hocam?

"Daha seçimlere 4 yıl var ve ben bu konuda konuşmayı ahlaki bulmam. Başkanımız var Beykoz'da ve biz onu seviyoruz. Başarılı olması için de her şeyi yapmalıyız... Ama düşüneceksem niye İstanbul'u düşünmeyeyim? Ancak bunlar için birincisi cesaret gerekiyor. İkincisi, sosyal ilişkiler gerekiyor. Sonuçta sizi oraya bir parti aday gösterecek... O partinin başkanı sizi sevmeli... Size güvenmeli... Sizin geçmişinizle ilgili onun bilgilendirilmesi lazım... Ha, süreçte hem iktidarla hem muhalefetle hep güzel diyaloglarımız oldu. Hatta bir gün bir Belediye Başkan Adayı bana dedi ki: 'Biz geliyoruz, beraber çalışacağız' dedi. Ben dedim ki: 'İstanbul'a seçilen her Belediye Başkanıyla biz çalışırız. Bizim işimiz üniversite, bizim işimiz ülkeye hizmet etmek... A Partisi, B Partisi çok önemli değil' dedim. Dolayısıyla, orada cesaret olacak, birileri sizi kabullenecek ve sizin çalışmalarınızı takdir edecek. Ondan sonra da tabi halk önemli... Halkın sizi takdir etmesi... Sonuçta seçimsiz bir yere gelemezsiniz..."

Dost Beykoz / Özel Röportaj – Kader Gür

 

Merhaba…
Önceki Merhaba…
Beykoz’un Sözlü Tarihi kitabının 3.'sü raflarda yerini aldı
Sonraki Beykoz’un Sözlü Tarihi kitabının 3.'sü raflarda yerini aldı