İran İslam Cumhuriyeti’nin geçmişi Beykoz’da irdelendi

  • 1
  • 7081
İran İslam Cumhuriyeti’nin geçmişi Beykoz’da irdelendi
İran İslam Cumhuriyeti’nin geçmişi Beykoz’da irdelendi
İran İslam Cumhuriyeti’nin geçmişi Beykoz’da irdelendi
İran İslam Cumhuriyeti’nin geçmişi Beykoz’da irdelendi

Özgür-Der Beykoz Şubesi tarafından “İslam Devriminden Şii Mezhep Devletine; İran” başlıklı panel gerçekleştirildi.

Resmi dini Şii İslam olan İran İslam Cumhuriyeti, Özgür-Der Beykoz Şubesi’nin düzenlediği bir panelde konu edildi. Düzenlenen panele Ali İhsan Kayagil ve Musa Üzer konuşmacı olarak katılırken, vatandaşlar da konuşmacıları dikkatle dinledi. İlk sözü alan Ali İhsan Kayagil, İran ve Şiilere dair çarpıcı bilgiler paylaşırken, şunları söyledi:

"Şiilik, Peygamber Efendimizin vefatından sonra, halifeliğin Hz. Ali’ye... Sonra sırası ile Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e... En sonunda da Hz. Hüseyin’in soyu olan dokuz kişiye geçmesi gerektiğine inanmış kişilerin mezhebidir. Şiilerin inancına göre bu durum, Allah’ın emri ve Peygamber Efendimizin vasiyeti ile sabittir. Dolayısı ile de 12 İmama inanmak; imanın şartlarındandır. 12 İmama inanmayı imanın şartlarından gördüklerinden, bunlara İmamiyye; itikatta ve ibadette 12 İmamdan 6.sı olan Cafer es-Sadık’ın görüşlerine tabi olduklarından Caferiyye de denir."

İran'dan bahsederken, Şiiler ile ilgili tespitlerini de sıralayan Ali İhsan Kayagil, 12 İmam konusundaki düşünce ve tespitlerini şu şekilde aktardı:

Kayagil: “Şiilerde din adamı sınıfı çok güçlüdür!”

"Şiiler, Peygamber Efendimizin veda haccından dönerken Gâdir-i Hum denilen yerde, halifeliği Hz. Ali’ye verdiğine inanırlar.  Şiilikle ilgili şu hususların özellikle altını çizmemiz gerekir:  Şiilere göre İmamet, Halifelik; ümmetin istek ve seçimlerine bırakılabilecek küçük işlerden değildir. İmamet, dinin aslına dâhil bir rükündür ve iman esasları arasında yer alır. Bu bakımdan İmama inanmak, Şiiliğin inanç esaslarından biridir. Şiiler, Hz. Ali’nin Peygamber tarafından İmam olarak tayin edildiği iddiası ile kalmayıp, 12 İmamın da Peygamberimiz tarafından tayin edildiğine inanırlar. Onlara göre 12 İmam masumdur ve İsmet sıfatına sahiptir. Öte yandan 12. İmam Mehdi dedikleri kişi de kayıptır, gizlenmiştir ve kıyametten önce gelerek insanlığa adaleti getirecektir.

Tarihe, geçmişe çok vurgu yaparlar. Sünniliğe karşı tepki temelinde kendini konumlandırır.  Azınlık ve mağduriyet psikolojisi içinde hareket eder. Duygu temellidir; matem tutma, ağıt yakma, dövünme vesaire uygulamalar adettir. Bir takım kavramları sorunludur. Takiyye, mehdi, masumiyet gibi… Din adamları sınıfı çok güçlüdür ve din adamlarına bağlılık, itaat; büyük kitleleri kullanılır hale getirir ve bu durum günümüzü de izah eder."

Özgür-Der'in düzenlediği İran konulu panelin konuşmacılarından Ali İhsan Kayagil, Safeviler, Şah İsmail ve Şah Rıza Pehlevi'den bahsettiği konuşmasında, şu sözleri dile getirdi:

Ali İhsan Kayagil: "Şah Rıza Pehlevi, Atatürk’ten ders aldı"

"Şiiler,  Safeviler sayesinde, İran’da 1501 yılından 1737 yılına kadar süren bir devlete sahip olmuşlardır. Safevi Şahlarından Şah İsmail, ifrat derecede Şiiliğe bağlanmış, Sünni mezheplere karşı şiddet kullanmış, ezana 'eşhedü enne aliyyen veliyullah' cümlesini eklettirmiş; camilerde Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman’a lanet edilmesini emretmiştir. Onun bu tavırları Yavuz Sultan Selim’i harekete geçirmiş, Çaldıran Savaşı ile Şah İsmail mağlup edilmişse de İran’daki Şiilerle-Osmanlılar arasındaki münasebetler, zaman zaman düşmanca, zaman zaman da dostane bir tarzda devam etmiştir. Safevilerin yıkılmasından sonra İran’da 1779 ila 1925 yılları arasında Kaçarlar Hanedanlığı ve şahları hüküm sürmüştür. 1906 yılında Anayasa ve Meclis faaliyetleri sırasında Şii ulema, yani müçtehitler önemli rol oynamıştır. 1925 yılında Kaçarlardan iktidarı devralan Şah Rıza Han ülkede hızla laikleştirme politikaları uygulamış, hatta Türkiye’ye gelerek Mustafa Kemal’den bu konularda dersler almıştır.

Rıza Han’dan sonra tahtı oğlu Şah Rıza Pehlevi devralmıştır. Dünya’da gelişen sanayi sonucu, petrole duyulan ihtiyaç, Şah’ın petrol gelirlerini dev rakamlara ulaştırmıştır. Şah’ın uyguladığı yanlış ekonomi politikaları özellikle petrolün emperyalistlere peşkeş çekilmesi ve giderek fakirleşen halk, 1977 yılında başlattığı gösterileri amacına ulaştırmış ve İran’da devrim gerçekleşmiştir. İmam Humeyni sürgünde olduğu Paris’ten 1 Şubat 1979’da İran’a ayak bastığında sadece İran halkının kaderini değiştirmeye aday olmadığını, tüm dünya Müslümanlarının yanında olduğunu beyan etmiştir. Ayetullah Humeyni’nin 'Biz İslami İran için değil, İran’ı İslam için istiyoruz' sözü devrimin ruhu açısından önemlidir. İslam inkılâbının 'Ne Doğu ne Batı; ancak İslam' olduğunu ve buna bağlı kalacağını söylemesi, dünya Müslümanları için kardeşlik ve mezheplerin arka planda kaldığı bir duygudaşlık geliştirmesine neden olmuştu. İmam Humeyni’nin halkına 'Sünni imamların arkasında namaz kılmalarını' tavsiye etmesi Şii-Sünni geriliminin sona erdirilmesi hususunda güzel bir başlangıçtı. Maalesef bu güzel başlangıç çok uzun sürmedi.

Kayagil: “Artık dünya Müslümanları İran Devrimini sahiplenmemektedir!"

Dünya Müslümanları ve ümmetçilik için bir imkân olan İslam Devrimi maalesef Şiiliğin dar yaklaşımına, mezhepçi tutumuna yenik düştü. Devrim insanlar üzerinde şuur inşa edemedi. İran’ın dış politikası, evrimle ilk önce Şiiliğe sonra da İran Ulus Devleti önceliğine dönüştü. Bu evrilmenin boyutları maalesef İran’ın Suriye’de devrilmeye doğru giden Esed rejimini bizzat kendi devrim muhafızları ve Hizbullah askerlerini devreye sokarak ve mücahit kardeşlerimizin kanlarını dökmesi ile affedilemez boyutlara ulaştı. Bu durumun Irak’ta da aynen uygulanması sonucunda, artık dünya Müslümanları İran Devrimini sahiplenmemektedir."

İkinci konuşmacı Musa Üzer ise İran’ın son yıllarda ortaya koyduğu yanlış politikalardan yola çıkarak başından beri İran’ın böyle olduğu yaklaşımının doğru olmadığını belirtti ve adil davranmanın tarihsel sürece bütüncül bakışı gerektirdiğini söyledi. Aynı şekilde İran ne yaparsa yapsın toz kondurmayan, saptığını kabul etmeyen fanatik ama küçük bir grubun da Türkiye’de olduğunu söyleyen Üzer, bu tavrın da iflah olmaz derecede hastalıklı olduğunu söyledi.

1979’dan özellikle 1985-86 yıllarına kadar İran’daki ‘devrimci politikaları’ örneklerle aktaran Musa Üzer, devrimci sönümlenme ve yoldan çıkış evrelerine değindi. 2000’li yıllara kadar olan süreçte İran’ın bütün yanlış politikalarına rağmen eleştiri odağının merkezine konulmamasının siyasi gerekçelerini aktaran Musa Üzer, İran’ın Irak’ın işgali ve Esed rejimine olan desteğinden sonra Müslümanların da tavrının değiştiğini söyledi.

Musa Üzer, şöyle dedi:

Musa Üzer: “İran, Devrim ilkelerine ihanet etmiştir!”

"İran, geçmişteki yanlış politikalarına ek olarak Müslüman kanı dökmüş ve affedilemez bir cürüm işlemiştir. Hiçbir şey olmamış gibi davrananlar ise vebal altında kalmışlardır.

İran, 1991 yılındaki Birinci Irak İşgali'nden itibaren, 2001 yılındaki Afganistan’ın işgali, 2003 yılındaki İkinci Irak İşgali'nde anti-Amerikancılık ve anti-emperyalistlik iddialarında bulunmuş ancak bunun aksine Amerika ve işgalcilerle işbirliği yapmış, devrimin ilkelerine ihanet etmiştir. Diğer büyük hatası ise mezhepçilik noktasında olmuştur. İran, Suriyeli Müslümanların haklı ve onurlu kıyamını başından itibaren boğmaya çalışmış ve başta İhvan-ı Müslimin olmak üzere kendisine biat etmeyen hareketleri de cezalandırmaya çalışmıştır. İran, Mursi’nin adaylığını dahi desteklemeyecek kadar mezhepçilik girdabına girmiştir."

Haber Merkezi

 

Yazıcıoğlu Beykoz'da unutulmadı
Önceki Yazıcıoğlu Beykoz'da unutulmadı
Ümraniye'de bir araca silahlı saldırı düzenlendi
Sonraki Ümraniye'de bir araca silahlı saldırı düzenlendi
Yorumlar (1 Yorum)

mustafa ak (10 yıl önce)

Beykoz'un sade bir vatandaşı olarak Özgür-der'in tertip ettiği programlara katılıyorum.Özellikle katılımcılar çok yararlı bilgiler sunuyorlar ve yine yararlı müzakereler oluyor ve ortamı çok heyecanlı buluyorum.Bu anlamda bütün Beykoz Halkının da Özgür-der'in programlarına katılmalarını tavsiye ederim.

Yorum Yaz