A. Raif ÖZTÜRK
  • 11/05/2015 Son günceleme: 11/05/2015 09:00
  • 5.707

Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda dolaşırken, keklik satılan bir tezgâh görür ve bu tezgâha yönelir. Bütün keklikler 1’er altın liradır, fakat sadece bir tanesi var ki, ayrı bir kafes içindedir ve 100 altın liradır.

  • Yavuz Sultan Selim sorar:

-Bunlar 1 altın lira da bu neden 100 altın? Satıcı:
-Hünkârım 100 altın liralık olan, ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve kurulan tuzaklara düşmelerini sağlar.
Yavuz Sultan Selim hemen 100 altın lirayı çıkarıp satıcıya verir ve hiddetle:

-Ver o kekliği bana! ..der.
Herkes şaşkınlık içinde “koca Padişah, bu kekliği ne yapacak acaba” diye düşünürken, Yavuz Sultan Selim o kekliği sert bir hareketle yere çarpar. Keklik oracıkta ölür. Aynı hiddetli ses tonuyla gürleyerek, orada toplananlara, bizlere kadar ulaşacak şu ibretli sözü haykırır.
-Kendi ırkına, Cinsine ve arkadaşlarına, onları aldatarak İHANET EDENİN, SONU budur ve ASLA AF EDİLEMEZ…!!!

  • Bu hikâyeyi okuyunca, 17-25 Aralık, Darbe, TIR ve BÖCEK ihanetleri aklıma geldi.

İhanet ettikleri devleti (devlet kusurlu bile olsa, hattâ lâik bir iktidar bile olsa) onları (bir cemaat mensuplarını,) “alnı secdeye gelen, imanlı, güvenilir, muhafazakâr kimseler” diye, devlet kademelerinin en üst mertebelerine kabul etmiş. Yargı, MEB, Emniyet, Mâliye, vb. en önemli yerlerde tereddütsüz görev vermiş. Bu kişiler ise maalesef; (SEBEP HER NE OLURSA OLSUN) 17 Aralık’ta, kendilerine kucak açan Başbakanlarını dahi kelepçeleyip hapse atma plan ve kararlılığıyla, Darbe girişiminde bulunmuşlar. Devletlerine ve hatta kendilerine yıllarca himmet eden masum halka dahi İHANET etmişlerdir. Devlet ricâlinin ofislerini, otel odalarını, özel mülklerini ve yüzlerce önemli devlet adamlarını gizlice dinleyerek, dış şer güçlere servis etmişler. Devletin, komşu ülkedeki savaş mağdurlarına erzak ve giyecek götüren tırlara baskın yaparak, yine kendi hükümetlerine İHANET etmişlerdir.

Tahşiyeciler gurubu denilen R. Nur talebelerine, sadece kitaplarında “Zekâtların bu cemaate verilmesinin caiz olmadığını” yazdıkları için, dershanelerine silah koyup, sanki “yakalamış” süsü vererek, bu arkadaşlarına da, tutuklatarak ihanet etmişlerdir.

Konumuza Veda hutbesinden te’yid ve çok önemli bir destek: (Hz. Muhammed SAV buyuruyor.)

…“Babasından başkasına nesep iddia eden soysuz, yahut EFENDİSİNDEN (âmirinden) BAŞKASINA İNTİSABA (başka birinden emir almaya) KALKAN NANKÖR, Allah'ın gazabına, meleklerin lânetine ve bütün Müslümanların düşmanlığına uğrasın. Cenab-ı Hak bu insanların ne tövbelerini, ne de şahadetlerini kabul eder.”… [Vedâ Hutbesi.]

İhanet ve nankörlük yüce dinimizce böylesine reddedilirken; güzel ülkemiz, kalkınmanın ve hizmetlerin zirvesine tırmanıyorken, böylesine nankörlük, kalleşlik ve ihanetlere imza atanlar kim olurlarsa olsunlar, maksatları her ne olursa olsun, asla haklı sayılamazlar. Emirleri kimden almış olduklarını söylerlerse söylesinler, Vedâ hutbesinde de böylesine Peygamberî lânet ve beddualar varken, elbette en ağır bedelleri ödeyeceklerdir. Çünkü; İHANETİN ne AFFI ve ne de hiçbir mazereti olamaz!...

Varsa bir derdin veya itirazın, eğer ciddi bir haksızlığa uğramışsan, kurarsın bir parti, eğer gerçekten haklıysan halkın desteğini zaten alırsın ve geçersin karşılarına, cezalarını verirsin. Bunun dışındaki davranışlar, herkese zarar verir.

  • Peki, bundan sonra ne olacak?

Zararı sadece kendilerine değil de halka, ülkeye, o cemaatin o mâsum HİZMET ERLERİNE, o cemaate yıllarca himmet eden masum hayırseverlere ve topluma dokunduysa, bu ihanet affedilemez ve affedilmemelidir. Çünkü; Krallar, Padişahlar vs. bile, İHANET EDEN kardeşlerini veya oğullarını, devleti Âliyenin selâmeti adına yâ sürmüşler yâ da öldürtmüşlerdir. Devlete ihanet, işte bu kadar çok önemlidir…

 

Eğer bu kişiler “tövbe edip, kimlere zararları dokunduysa, onlarla HELALLEŞMEYE KARAR” verirlerse, bizler de bu kişilerin işlerinin, Mahkeme-i Kübra’ya kalmaması için dua ederiz. Bu bizim vicdanımızın sesidir, fakat böyle bir helalleşme pek mümkün gözükmüyor. Çünkü; şahıs helalleşmesi mümkün olduğu halde, kamu ve toplum ile helalleşmek pek mümkün olamaz. Bu kadar muhatabın ve mağdurun, hangi biriyle helalleşilebilir ki? Fakat hiç olmazsa, vebal derecesini ve ihanet ederek hakkına girdiği kişilerin sayısını azaltabilirler...

  • Ayrıca bizler, hiç bir mü’minin, vedâ hutbesinde vurgulanan o Peygamberî (sav) LÂNET ve gazaba uğramasını asla istemeyiz… Vesselâm.

NOT: Böyle önemli konuları, onlarca konu uzmanı İlâhiyatçı, akademisyen ve hukukçulara tetkik ve te’yid ettiriyorum. Tâ ki dostlarıma ve okuyucularıma yanlış bilgi vermeyeyim... Tetkik sonrası bana gelen cevabî yazılardan sadece birini takdirlerinize sunuyorum:

“…Yazdıklarınız tamamen hakikattir. Bir devlet yöneticisi zâviyesinden (açısından) bakıldığında; devlet yöneticisinin bunları affetmesi asla düşünülemez. Büyük bir zülüm olur... Bir yargıç zaviyesinden bakıldığında, kılı kırk yararak suçluyu suçsuzu ayıklayarak, mutlaka cezalandırması lazım. Bunların da affetmeğe hakları yok… Bir şahıs olarak, (bizler) meseleye baktığımızda, sadece şahsımıza yapılan bir haksızlık ise helal edebiliriz, belki affedebiliriz… Ancak başkası adına asla ne helallik nede af talebinde bulunamayız... Bir âlim, bir yazar zaviyesinde (A.R.Ö.’e hitaben) yani sizin açınızdan meseleye bakıldığında, suç işleyenlerin ıslahına çalışmak, suçu işlemeyenlere ibret levhaları ve dersler sunmak, her otoritenin görevini hakkaniyetle yapması için ikaz etmek, vs. daha evlâdır… Cenab-ı hak zaviyesinden bakıldığında ise binlerce kriterin, argümanın, eşliğinde biçilmiş bir takdir ile bir netice ile karşılarız…” (H.O.Ö., Siyasetçi olmayan bir üst düzey yönetici.)

Diğer uzmanların görüşleri de bu minval üzeredir. Yukarıda yaptığım o hayır duamı bile uygun bulmuyorlar... Vesselâm.

Yazarın Yazıları