A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 13/02/2014 23:11
  • 9.487

Hizmet erlerine ve Gülen hareketine 23 yıldan beri zekâtlarımızla, kurbanlarımızla, Zaman’a abone olma, abone arama ve bulmalarımızla v.s.

tam destek verdiğimiz halde, şimdi yani son birkaç aydan beri, o hareketin o belli kesimine karşı, bu günkü tavrımız çokça soruluyor. Önemli sebeplerini açıklayacağım ve bir daha da bu konulara girmek istemiyorum…

Son birkaç aydan beri ortaya çıkan ihanetler, sinsi faaliyetler, tamamen meşru bir hükümete karşı savaş açmalar, bana yıllardan beri “..bunlara çok fazla güveniyorsun, bunların TSK’da, emniyette, yargıda v.d. devlet kademelerinde çok sinsi ve gizli yapılanmaları var” diye haykıran dostlarımı hatırlatıyor. Öyle ya, düne kadar ben bu hizmetlere ve FG’e hiç toz kondurmuyordum. Devletin önemli kurumlarına gizlice eleman yetiştirdiklerini şikâyet edenleri bile, hüsn-ü zan ile çeşitli te’viller yaparak geçiştirmeye çalışıyordum. Bu gizli yapılanmaları, o günkü “LÂİKLİĞİ dîne düşmanlık” gören bir devletin, İRTİCA bahaneleriyle muhafazakârlara ve “yeşil sermaye” diyerek de dindar işadamlarına reva görülen acımasız kıyımlarına karşı yapıldığını düşünüyordum. Öyle ya, o makamlarda niçin Müslüman kişiler olmasın dı ki? TSK, Emniyet, Yargı, MEB, v.d. kurumlar bizim değil miydi? İşte bu nedenlerle Lâik ve derin güçlere karşı alınan, böyle bir tedbiri (!) normal sayıyorduk. Bunların, bu potansiyeli, kendilerine kucak açan din kardeşlerine karşı kullanacakları, Dünyanın en zeki insanının bile aklına gelmezdi. Çünkü, onların da Risale-i Nurları okuduklarını (!) biliyorduk.

Risale-i Nur okuyan ve anlayan bir kişi, asla siyasete talip olmazdı ve olamazdı. Çünkü Bediüzzaman Hz., Îman hizmeti yerine siyasete girmekten, Allaha c.c. sığınıyordu. Çünkü siyaset, ne kadar masum olsa da şeytan vasıflı taraftarını melek, melek vasıflı muhalifini Şeytan gibi gösteriyordu. Mü’minin yıllarca kazandığı hasenelerini, ateşin odunu yediği gibi eriten “Gıybet günahına” siyasette çok kolayca düşülüyordu. Bu nedenlerle bir Nur talebesi siyasete ve devlet işlerine asla talip olmazdı veya olamazdı...

Bu girizgâhtan sonra gelelim asıl konumuza: Bizler de Nur Talebesi olma gayreti içinde olduğumuz halde, son aylarda bu tür olaylara karşı kalem oynatmaya, yer-yer müdahil olmaya ve tamamen meşru olan bir devlete, İHANET edenlere karşı tavır koymaya çalışmamızın sebebi neydi? İşte burası çok önemlidir. Bu önemli sorunun cevabını, Bediüzzaman Hz.’nin hayatından bir anekdot ile vereceğim, inşallah…

Bediüzzaman Hz. Van’da bulunduğu zamanda, şarkta bulunan Şeyh Said devlete karşı isyan etmiştir. Niçin? Çünkü İslam Üniversitesi niteliğindeki Medreseler, tekke ve zaviyeler kapatılıyordu, müderrisler asılıyordu, Dînin ŞİAR hükmündeki ibadetler yasaklanıyordu. Devlet; halkını dinden uzaklaştıracak yasalar çıkartmakta v.s. meşguldü. Özetle; Şeyh Said (buraya lütfen dikkat) tamamen Dîne karşı ve düşman bir hükümete karşı ayaklanıyordu. ..Ve Bediüzzaman Hz.’ne de “sen de talebelerinle bize katıl” diye haber göndermişti. Fakat Bediüzzaman Hz. kendisine cevaben:“..Dâhilde, yani Müslüman bir ülkede yöneticilerin, fâsık da olsa, zâlim de olsa, devlete karşı isyan etmenin İslam’da yeri olmadığını” hatırlatıyor. Ve“Müslüman askerlerle, diğer Müslüman askerleri mi katledeceksin” diyerek, reddediyordu. Hatta Şeyh Said'e ve taraftarlarına da bu isyandan vazgeçmelerini tavsiye ediyordu. Doğu'da çok etkili olan Kör Hüseyin Paşa başta olmak üzere birçok aşiret ve şeyhlerin isyana iştirak etmesini de engelliyordu. Çünkü karşılarına çıkacak asker de Müslüman’dı ve dine düşman bir idareden emir alarak ateş edeceklerdi.

·         İşte Bediüzzaman Hz. o gün böyle dine tamamen düşman ve zalim bir hükümete karşı bile çatışmaya karşıydı ve fiilen engel oluyordu…(Hükümeti korumak adına değil.!)

Şimdi gelelim günümüzdeki hükümete: Yukarıdakinin tam tersi olarak, Dînimize tamamen müsamahakâr, hatta taraftar ve hizmetkâr. Dindarların aleyhine olan tüm yasaları, yasakları ve engelleri kaldırmış. Diyanet ile omuz omuza çalışıyor. Dindar, muhafazakâr ve cemaat mensubu (!) kişilere, yargının, emniyetin ve bürokrasinin önemli kademelerinde görev vermiş. Düne kadar yasak olan Din ve Ahlak eğitimlerini, askeri okullarda bile başlatmış. Yasak olan başörtüsü ile TBMM’ne bile giriş serbest olmuş. Kurra hafızlarından bile güzel Kur’an okuyan bir başbakanımız var. Sağlıkta, halkın yararına müthiş reformlar yapmış. Paramızın ve ülkemizin çökmüş olan itibarını, en yükseklere çıkarmış. IMF’e olan eski borçların tamamını ödeyerek, ülkemizi borç dilenen değil, borç veren ülke haline getirmiş. Ekonomiye ve devlete kambur olan Faizleri düşürmüş. Halkın refahı için, 80 yılda yapılan yol ve geçitlerin birkaç katını sadece 11 yılda ülkeye kazandırmış. Ekonomiyi şahlandırarak, İslâm âleminin gıpta ettiği, diğer ülkelerin kıskandığı ve ürktüğü, Avrupa’nın 2. Ülkesi haline getirmiş...

Şimdi lütfen dikkat edelim: 17 Aralıkta; İşte böyle bir hükümete baş kaldırıldığını ve maalesef darbe teşebbüsünde bulunulduğunu çok net gördük. Üstelik de bu DARBE girişimini, yargının, emniyetin ve bürokrasinin önemli kademelerinde, bu hükümetin görev vermiş olduğu Dindar, muhafazakâr ve cemaat (!) mensubu kişilerden olması, insanı kahrediyor. Çünkü, tek kelimeyle İHANET olduğu da çok net görülüyor...

Bediüzzaman Hz. o gün öyle bir hükümete karşı baş kaldırmaya karşı bile tavır koyduğunu bildiğimiz halde, acaba bugün böyle bir hükümete karşı baş kaldırmaya karşı, bir Müslüman, hatta sıradan bir insan TEPKİSİZ kalabilir miydi? İşte, biz de gerekeni yaptık. Bundan sonra da ihanetlere karşı bu tavrımız devam edecek, fakat çok daha önemli olan İMAN ve KUR’ÂN hizmetlerine çok daha fazla ağırlık vereceğiz… İnşaallah.

Yazarın Yazıları