Saadettin KILIÇ
  • 13/07/2020 Son günceleme: 13/07/2020 17:28
  • 7.221

Garip ama gerçek evrendeki ilk insan hırsız; Cennet Bahçesindeki Yasak Elmayı önce kendi yiyip sonra eşi Âdem’e de yediren Havva Anamızdır.  “Bu bahçenin meyveleri yasaktır” diyen Yüce Yaratan’ın uyarısına kulak asmamış, cennet bahçesinden yasak elmayı çalmıştır…

Demek ki; Âdem ile Havva’nın cennetten kovulmalarının bin yıllardır hiç unutulmayan ilk nedeni hırsızlıktır…

İlk insanlık hırsızlık yaptığı için cennetten kovulmuş ve cennette bile özgürlüğün sınırları olduğunu kanıtlamıştır…

Dünyadaki en yetenekli hırsız canlılar kedilerdir derler, çevikliği, zekâsı ve yetenekleriyle aç kalmamak için bazen mutfaklardan, bazen doğadan mutlaka çalarak varlıklarını sürdürürler.

Aslında yeryüzünde varlığını sürdürmek ve daha üstün yaşamak hırsında olan bütün canlılar çalar.

Sen, ben, o, hepimiz bir kere, üç kere, beş kere ya da10-15 kere, küçük veya büyük bir hırsızlık yapmışızdır... Komşunun bahçesindeki eriklere, kirazlara, ayvalara, incirlere mutlaka el uzatmışızdır…

Bir kere hırsızlık yapan da, bir hırsızdır, bin kere hırsızlık yapan da bir hırsızdır

Kimileri sık, kimileri daha sık, kimileri koşullar oluştuğunda mal, mülk, küçük, büyük para, bazen can, bazen, zaman, bazen emek, bazen umut çalar veya çaldırır bütün canlılar… Ve hırsızları çok fazla seven insanlar da var…

Örneğin, Kumarhane patronları aşırı severler hırsızları, hırsızlara gösterdikleri hatırı babalarına bile göstermezler, çünkü hırsızlarda kumarda kaybedilecek bol paralar olur… Pavyonlar, kısa yoldan köşe dönmeciler, fahişeler de hırsızlara çok yüksek saygı duyarlar. Hırsızlar da, sever, gözyaşı döker, üzülür, ağlar, güler ama sadece çaldıkları para kadar ve çaldıkça saygı görürler. Hiç saygı duymayanlar da var tabi…

Ama çalınanların hepsi de, çalandan kendini koruyacak kadar hazırlıklı olamayanlardır.

Çalanlar ise her çalmayı düşündüklerini değil, risk ve bedellerini göze aldıklarını çalarlar.

Örneğin silahlı soygun ve maskeyle merkez bankasından para çalmaya kalkmazlar.

Çünkü merkez bankası her türlü silahlı soyguna karşı kendini koruyabilecek yetenektedir bu riski hangi hırsız göze alır ki? (Kravatlı değil, silahla...)

Sonuç olarak, bütün canlılar çaldıklarıyla çapları oranında emsallerinden yüksek ya da aşağıda muteber olurlar.

Çalarken yüksek emek ve yüksek beyin enerjisi kullanırlar. Çalınacakların seçimini ise riskler ve göze alınan bedeller belirler…

Demek ki, sorun sadece çalanlar değil, korumayı beceremediğimiz çaldırdıklarımızdır.

Çünkü korunamayan her şey çalınır ve çalınacak her şeyin mutlaka bir çalıcısı vardır.

Ve gerçek böyleyse ve herkes yer ve zaman şartlarına göre hırsız olduğu halde neden hala hırsızlık yüz kızartıcıdır?

Çok tuhaf değil mi?

Bu dünyada bir kere çalan da, bir hırsız, bin kere çalan da, bir hırsız değil midir?

Üstelik her hırsız, bıçak veya başka bir silahla can yaralayan, gasp eden veya öldürerek çalanlardan çok daha masumdur. Nihayet zararı cana değil, maladır ve genellikle telafi edilebilir bir zarardır.

Fakat hem mal, hem can çalan hırsızlar hem ceza evinde, hem özgür toplumda genellikle telafisi olmayan bu hırsızlıklarından dolayı çok daha muteber anılırlar, sadece mala zarar veren hırsızlar ise çaldıklarından dolayı yüz kızartıcı olarak cezalandırılır.

Olacak iş değil ama oluyor işte demek ki; her zaman ve her yerde mütecaviz ve güçlülerin belirlediği değerler etkili oluyor.

Örneğin ABD, İNGİLTERE ve FRANSA gibi başrol emperyalist ülkeler asırlardır hem insanların canlarını, hem de mallarını çalarlar ama hiçbir zaman yüz kızartıcı anılmazlar… Sayın diye başlanmazsa dava bile açarlar…

Mütecaviz hırsızlar, yüksek riski bedeller karşılığı can ve mallar çalarlar, yüksek itibar görürler, sadece mal çalan düşük riskli bedeller karşılığı hırsızlar da düşük itibar görürler, işte altın kural budur. Risk düzeyi…

Yani suçlarından dolayı insanların ödüllü veya cezalı unvanlarının belirleyicisi sayıları çok daha fazla olan korkak ve zayıflar değil, sayıları az ama daha mütecaviz, öz güveni yüksek ve büyük riskleri göze alan güçlü hırsızlardır…

Yine de siz inanmayın ama “ben hayatta hırsızlık yapmam, yalan söylemem” diyenler bu dünyada hep olacaktır.

Yalan da böyle bir yalan deyimdir zaten.

En büyük yalancı da; “ben hiç yalan söylemedim ve söylemem” diyendir.

Şimdi size sahici yaşanmış birkaç örnek vereyim:

Tamamen örnek olsun diye yazıyorum öfke olsun diye değil. Çünkü gerçektir…

Sol görüşlü bir çocukluk arkadaşı yurt dışından Türkiye’ye kesin dönüş yapan sağ görüşlü, işsiz, güçsüz arkadaşına en yüksek noktada yetkiyle iş vermiş, başlangıç bir kaç ay çok iyi geçmişti.

Sonra solcu patronun başına bir şansızlık (gammazlama) geldi, 12 Eylülden kalan iki günlük mahpus borç infazı için yurt çapında aranıyor ve yapılan ihbar sonucu iş yeri adresi basılıyordu. Ama solcu patron bu baskında yakalanmadı.

Teslim olmadan önce ofisinin yönetimini sağcı arkadaşına emanet etti; ”Ofis sana emanet, ben teslim olmaya gidiyorum” dedi…

Sağcı arkadaşı da “gözün arkada kalmasın söylediklerini harfiyen yapacağım” diye söz verdi.

İki günlük infazı uzayınca;  işe aldığı ve ofis yönetimini verdiği arkadaşı önce mevcut düzeni taammüden korumadı, sonra da solcu arkadaşının ofisindeki yıllarca emek verdiği tüm nitelikli elemanlarını ayartarak kendi başına açtığı ofise taşıdı. Güya fedakârlığını kanıtlamak için de zincir kolyesini sattı.

Polis, solcu patrona ihbar edeni ceza evi yolunda söyledi ama iş işten geçmişti. 27 gün hapishanede kaldı, ofisi dağıldı, ofisinin yerine başka bir patron yönetici atandı.

Bunları çocukluk arkadaşına yaşatan sağ görüşlü o kişi hala yaşıyor ve tüm sosyal paylaşımlarında sıkı bir Türkçü ve Milliyetçi edasıyla her gün hırsızlığı, yalanı, hileyi, mertliği, aldatmayı, hainliği hiç sevmediğini hatta onlardan nefret ettiğini söylüyor ama her gün söylüyor.

“Allah, Allah; kim yalancı, kim hırsız değil ki de nafile kendini bu kadar üzüyor?

Oysa solcu arkadaşı, o zaman çaldırdıklarını kendi hatasından kaynaklandığını iyi biliyor ve artık ona kızmıyor bile…

Yine bir solcu, 12 Eylül Askeri Darbesiyle tutuklanıp, 9 ay hapis yatıp, çıkınca sol siyasi kimlikli batmış bir gıda kooperatifine asgari ücretle resmen müdür oluyor.

Müdür büyük bir azimle üç, beş ay içinde kooperatifin borçlarını sıfırlayıp kasasında para biriken duruma getiriyor. Moraller yükseliyor, diğer şubeler de motive oluyor.

Aynı günlerde bir akşamüstü; Kooperatif Başkanı ve yardımcısı bu müdüre Paşabahçe meydanında şunları söylüyor:

“Senin yoldaşlığın bizim için çok değerlidir, başarılarını çok takdir ediyoruz ama sana bir şey olmasını da istemeyiz, sen bize lazımsın. MİT peşinde, sürekli uyarılar alıyoruz, sen bu akşam anahtarları ve tüm hâsılatı bize teslim et ortalıkta birkaç ay görünme”

Kooperatif Başkanı yaşça ve yetkide müdürden daha büyüktü, diğeri de Gençlik Hareketinin Başkanıydı o’da kendince ünlüydü. Müdür itiraz etmedi onlara güven duyarak cebindeki bir tomar parayı teslim etti.

İki hafta geçmedi “kooperatif iflas etti” deyip kapanış yaptılar.

Kim miydi bu hırsızlar?

Kimsenin, kimseyi sömürmediği sınıfsız bir toplumu sözde en yüksek ahlaki değerlerle savunanlardı, daha doğrusu bu gerekçelerle geniş kitlelerin zaman, umut ve paralarını çapları düzeyinde her fırsatta çalanlardı.

Bu yaşıma kadar tanıdığım en mükemmel Müslüman Annem ve Babamdır, Allah ikisine de rahmet eylesin ve taksiratlarını af etsin. Çünkü en yakın Müslüman en iyi onları tanırım.

Onlar namaz, niyaz, oruç, helal, haram ve İslam’ın tüm gereklerini ölene kadar baş tacı etmiş insanlardı.

Ama ben çocukken ne zaman bir yolculuğa çıksak ilkokula gittiğim halde beni ya mantolarının altında saklar, ya da bir bavulun içine sokar öyle yolculuk ederlerdi.

Doğal olarak Deniz İşletmelerinden benim bilet param kadar başarıyla çalmış olurlardı. Ve çok normalmiş gibi bunu övünerek yaparlardı.

İkiyüzlü olmayalım; çalmayan ve çalınması düşünülmeyen hiç bir şey yoktur bu dünyada.

Sadece yeteneklerimize göre çalınmasına onay verip uzanabileceğimiz riskler ve çalınmasına onay veremeyeceğimiz riskler vardır.

Kimse kendini aldatmasın her canlı bir hırsızdır. Sorun sadece hangi çalma yollarını seçeceği, hangileri ret edeceği ve nerede durup, ne zaman devam edeceğinin bilinmemesidir. Yoksa çalmayan yoktur ve çalmadan devam edebilecek bir yaşam da yoktur.

Herkes kendisini, cesareti, yeteneği ve emeği kadar koruyabildiğine göre artık hırsızı değil, çaldırmak istemediklerimizi koruma çaplarımızı düşünmeliyiz…

Tüm hırsızlar, göze aldıkları risk ve bedellerle gereğini yapıyor çalıyorlar, can ve mallarının çalınmasını istemeyenler de görevlerini daha iyi yaparak, sahip olduklarını korumayı mutlaka becermelidirler…

Ortak sahip olduklarına da ortak sahip çıkmalıdırlar.

Örneğin Demokrasi, Hukuk, Liyakat, Adalet ve İnsan Hakları, Çevre, Sağlık, Spor, Eğitim herkesin ortak koruması gereken ortak ideallerdir…  

Çaldırmayalım…

Yazarın Yazıları