Ekrem TUNCER
  • 26/07/2016 Son günceleme: 26/07/2016 19:14
  • 5.109

Nasrettin Hoca’ya sormuşlar: “Kimsin?”

“Hiç” demiş Hoca, “hiç kimseyim.”

Dudak bükülüp önemsenmediğini görünce,

sormuş Hoca: “Sen kimsin?”

“Mutasarrıf”ım demiş adam kabara kabara.

“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca.

“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam...

“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.

“Vezir” demiş adam.

“Daha daha sonra ne olacaksın?”

“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”

“Peki, ondan sonra?”

Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp “Hiiiç.” Demiş

“Daha niye kabarıyorsun be adam", demiş Hoca.

Ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:

‘Hiçlik makamında.’

Bu kıssadan da anlaşılacağı gibi asıl olan "Hiç" olabilmektir. 

Dünya makam ve mevkileri, mal ve mülkü hepsi geçicidir. Gün gelir bilye kadar küçük bir demir parçası sonumuz olur. Gün gelir bir yudum suda boğuluruz. 

"Ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyeceksin" sözü ne kadar yerinde ve ne kadar haklı bir tespittir. Bu söz dünya kurulduğundan beri içerisinde ne hayatlar ne hikâyeler barındırmaktadır. 

İşin sırrı Hiç olmaktadır. Hiçlik makamına erişmektedir. Bir insan kendi isteği ve arzusuyla hiç olursa; onu kimse yıkamaz. O her şeye gücü yeten ALLAH'ı dost edinmiştir. Dünyanın bütün füzeleri, bombaları, kurşunları bir araya gelse onun hiçlik makamını ve gücünü sarsamaz.

Tabii hiç olmak öyle kolay bir iş değildir. İnsan önce kendi nefsini yenmelidir. Kibrini, Enaniyetini yıkmalıdır. İşin sırrı; AZİZ MAHMUT HÜDAYİ gibi kadılıktan ayrıldıktan sonra nefsini ayaklar altına almak için tuvalet temizlemektedir. İBRAHİM ETEM gibi tacı  tahtı bırakıp; ALLAH yolunda ilerlemektedir. FATİH SULTAN MEHMET gibi cihan Padişahı iken; AKŞEMSEDDİN'in önünde diz kırmaktadır. Akşemseddin Hz. gibi zamanın en iyi hekimlerinden olup; HACI BAYRAM-I VELİ'YE talebe olabilmek için köpeklerin yalından çorba içmektedir. 

Öyle salon toplantılarında edebiyat yapmakla, dost sohbetlerinde ağdalı konuşmalarla, mütevazılık numaralarına yatarak; alçak gönüllü rolü takınmakla bir yere varılamaz. Nefsimize dokunan bir meselede gerçekten yutkunup öfkemizi yenebiliyor muyuz? Haksız olduğumuz bir meselede gerçekten hatamızdan dönüp kalplerini kırdığımız insanların gönüllerini alabiliyor muyuz? "Ben böyle bir adamım, bu bana nasıl yapılır?" böbürlenmelerini bırakabiliyor muyuz? 

Âlemlere Rahmet olarak gönderilmiş Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav.) bile, "SEN OLMASAYDIN BU KAİNATI YARATMAZDIM" buyuran ALLAH'A secde anında iken; müşrikler tarafından mübarek başlarına deve işkembesi konarak işkenceye uğramıştır. Düşünebiliyor musunuz? Gidenler bilirler Mekke'nin güneşini, kızgın kumlarını. Tepenizde güneş, alnınız sıcak kumlara secde halinde ve başınızın üstünde pis kokular salan, ağır bir işkembe. O ki en üstünümüz olarak böylesi bir muameleye tabi tutulmuşsa; bizim rencide edilişlerimizin, zulümlere uğrayışlarımızın ne önemi vardır. Sevgili Peygamberimiz Taif'te taşlanırken; ayak tırnaklarından bile kan akacak şekilde hırpalanmış iken; Cebrail "Ya Muhammed emir buyur şu iki dağı üzerlerine yürüteyim, onları helak edelim" demesine rağmen, intikamını alabilecek imkânı varken; "Yarabbi, bilmiyorlar, bilseler yapmazlardı"  yakarışında bulunmuştur. Hem de zulmün en şiddetli halindeyken. Biz onun ümmeti olarak; yıllarca içimizde intikam duygularıyla, kin besleyerek yaşıyor, nefsimize dokunan basit olayları büyütüp, dünya meselesi haline getiriyoruz. 

Hiç olamasak ta hiçlik için nefsimizle mücadele edebilmek duasıyla.

Yazarın Yazıları