Kader GÜR
  • 01/01/1970 Son günceleme: 16/09/2010 00:11
  • 17.323

İnsanoğlu, hayatı boyunca, akla hayale gelmedik olaylarla karşılaşır. Kimi zaman şaşırır, kimi zaman üzülür, kimi zaman güler, kimi zaman da ağlar…

Yaşadığı olayları, hep bir nedene bağlar. Genellikle olumlu ve müspet olayları kendisiyle; olumsuz, negatif ve üzücü olayları da başkasıyla ilgilendirir. Aslında, hepimizin genellikle yaptığı bu bakış açısı yüzde doksan itibarıyla yanlış bir bakış açısıdır.

Yaşadığımız üzücü olaylara, objektif bir bakış açısıyla baktığımızda, sebep olanın, yüzde doksan kendimiz olduğunu görürüz. Hani bir şarkı sözünde “Kendim ettim kendim buldum!..” denir ya; işte hayat aynen öyle bir şey... Zaten dünyada insan, ancak yaptığının karşılığını bulur.

Doğrudur veya değildir, tam olarak bilemiyorum ama çoğu rahmetli olan ihtiyar amcalarımdan duyduğum bir hikâye vardı. Bir gün oğlu, babasını, ıssız bir yere dövmeye götürür. Köyden epey uzaklaşınca babası oğluna şöyle der: “Yeter oğlum… Daha ileri götürme… Ben de babamı burada dövmüştüm!..” der. O esnada, oğlun kafasında şimşekler çakmaya başlar. “Demek oluyor ki, ben de babamı dövsem oğlum da beni dövecek. Eden mutlaka bir gün yaptığını bulur!..” diye düşünür, o günden sonra da babasına hizmette ve saygıda hiç kusur etmez.

Horasan köylerinden Abdülgafur adındaki bir adam, hapishanede, başından geçen bir olayı şöyle anlatır: “Ben Trabzon’da askerdim. Bir bölük komutanımız vardı. Beni çok seviyordu. Bende onun sevgisinden istifade ederek:

-Komutanım, bana izin ver, köyüme gidip geleyim, dedim.

-Peki git. Ama yakalanırsan firarî sayarım. Yakalanmazsan hiç kimse duymaz, dedi.

Ben gece yola çıktım. Niyetim köydeki bir düşmanımı öldürmekti. Nitekim düşmanımı öldürdüm. Tekrar bölüğüme döndüm. Hiç kimse o adamı benim öldürdüğümü bilemedi. Ben terhis oldum ve köyüme döndüm.

Aradan uzun seneler geçmişti. Horasan’dan bir gece köye gittim. Ben köye vardıktan sonra köyün civarında bir araba soymuşlar. Kimin soyduğunu araştırırken, benim o gece köye girdiğimi öğrenmişler. Şahitler tutuldu ve bana dört yıl hapis verildi. Fakat benim ne arabadan, ne de hırsızlıktan haberim yok. Anlatılan bu olay herkesi şaşırtır.”

İşte hayat böyle bir şeydir. Sanki senin gizli suçlarını bilir ve cezalandırır. Ama görünüşte, başına gelen olaylar, hep başkaları sebebiyle sana gelir. Esasta sen o gizli suçlarının cezasını çekersin. Yani esasta her şey, sende başlamış ve sende bitmiştir.

Başımıza gelen her belâda önce kendimizi irdelemeyiz. Acaba benim ne kusurum vardı ki bana bu belâ musallat oldu demeliyiz. Baştan ayağı kendi kusurlarımızı gözden geçirmeliyiz. Eğer yaşanılan olayda kusurumuzun olmadığına tamamen eminsek ondan sonra da olayların değişik boyutlarını irdelemeliyiz. Başkasını suçlayarak hayatımızı devam ettiremeyiz.

Zaten bir insan kendi kusurlarını görebilirse, onların çokluğundan, başkasının kusurlarıyla uğraşmaya vakit bulamaz.

Her hâlükârda, biz önce kendimize bir çeki düzen vermeliyiz. Başkasının kusurlarını düzeltmekten vazgeçmeliyiz. “Sen iyi olursan herkes de iyi olur.” derler. Yani her şey sende başlar ve yine her şey sende biter.

Hayat düsturumuz şu olmalı. Başkası baştan ayağı çamur olsa… Senin de sadece ayakkabının topuğuna bir damla çamur sıçrasa... Sen başkasının tamamen çamura bulanmasıyla ilgilenmeyeceksin, “Acaba benim bu topuğuma çamur nereden değdi?.. Nerede yanlış bir adım attım da bu bana bulaştı?..” diyeceksin ve onu temizleme gayreti içine gireceksin.

İşte bir toplumda, herkes, kendini temizleme gayreti içerisinde olsa, bütün toplum temiz olur. Tıpkı herkes kendi evinin önünü süpürmesiyle bütün bir şehrin temiz olması gibi… Herkes kendi günahlarını süpürmeli, ondan sonra da başkasının günahını süpürmeye yardım etmeli. Başkasının günahları sebebiyle, onları suçlama yöntemine girmemeli.

Kendi kendisini irdeleyen şahısların oluşturduğu toplumlar, huzurlu ve mutlu; hep başkasını suçlayan şahısların oluşturduğu toplumlar huzursuz ve mutsuz olurlar.

Herkese sonsuz mutluluklar dileğiyle…

Yazarın Yazıları