A. Raif ÖZTÜRK
  • 20/08/2018 Son günceleme: 20/08/2018 17:16
  • 4.199

Hikâye edilir ki bir kral, halkından seçkin bir gurubu, gözlemci görevlilerinin nezaretinde, Bali, Maldivler veya Hawaii adaları gibi, Cennet misali bir adaya seyahate gönderir. Onların her türlü ihtiyaçlarını bol bol karşılar. Bu kişilerin davranış biçimlerine göre değerlendirme yapmayı arzu ettiğinden, gözlemci görevlilerine, her şahıs için gizlice bir dosya tutturur.

Kimileri bu seyahatten çok memnun olup, “acaba biz de kralımız için ne yapabiliriz? O ki, biz istemediğimiz ve hak etmediğimiz halde, böylesine güzel imkânları bizlere sergiledi. Ona bizlerin de mutlaka çok minnet borcumuz oluştu. Acaba kralımız nelerden hoşlanır? Acaba bu minnet borcumuzun telâfisi ve teşekkürü için, biz neler yapabiliriz?” diye telâşa düşüp, âdetâ bunu dert edinmişlerdi. Hatta kralın verdiği parayla da olsa, onun hoşuna gideceğini umdukları güzel güzel hediyeler hazırlarlar.

Kimileri, yiyip, içip, eğleniyorlar. Oradaki güzelliklere öylesine dalmışlar ki, akıllarına ne kral geliyor, ne de başka bir şey geliyor. Günlerini gün ediyorlardı.

Kimileri de, “kral bizim kabiliyetlerimizi keşfettiği için bizleri seçti. Aslında bize daha çok şeyler vermeli. Hem diğer halkın ne günahı var ki onları göndermedi. Kral haksızlık yapıyor” gibi nankörlüklerde bulunuyorlardı.

Seyahat bittikten sonra herkes memleketine dönüyor ve görevli gözlemciler hazırladıkları o dosyaları, çektikleri resimleriyle ve videolarıyla birlikte krala teslim ediyorlar…

Şimdi bu hikâyeyi anladığımıza göre, biz bize çok ciddi bir duygudaşlık yapalım:

Yani o kralın yerine biz kendimizi koyalım ve âdil ve akl-ı selim ile düşünerek, o 3 dosyalara göre yaptırımlar uygulayalım. Acaba sizin bu kişiler hakkında değerlendirmeniz nasıl olurdu?

Ben bu hikâyeyi okuyarak, onlarca dostuma aynı soruyu sormuştum.

Neredeyse tamamının ortak cevabı şöyleydi: “Öncelikle “1. Guruba sadakatleri, akıllı düşündükleri ve kendilerince teşekkür hazırlıkları yaptıkları için, çeşitli mükâfatlar veririm.”

2. Guruba da genelde “gafletlerinden dolayı, muhtelif cezalar verilmesinin ÂDİL bir davranış olacağı” ..nı düşünürüm.

3. Guruba ise “hem nankörlüklerinden ve ihanetlerinden dolayı, hem de minnettar olmaları gerekirken kralın aleyhine konuştukları için, çeşitli ağır cezalar uygularım” şeklindeydi.

Sanıyorum, sizler de böyle düşünürdünüz, değil mi?… 

Şimdi bu hikâyeyi düşünerek, kendi gerçek HAYAT hikâyemize bir bakalım:

Bizler de şu Kâinatın Yüce Yaratıcısı tarafından, önceden dayanmış-döşenmiş, binlerce çeşit meyve ve sebzelerle bezenmiş, cıvıl-cıvıl kuşlarla şenlendirilmiş, yüzlerce çeşit hayvanlar hizmetimize verilmiş. Eşantiyondan, binlerce rengârenk çiçeklerle, kelebeklerle, şırıl-şırıl akarsularla süslenmiş bir (adaya değil de,) Dünya denilen bir gezegene gönderilmişiz.

Nasıl davranacağımızı sınamak için, her davranışımızı kaydeden KİRAMEN KÂTİBÎN meleklerini hepimizin her iki omuzumuza, gözlemci olarak yerleştirilmiş...

Şimdi düşünelim: Şayet, Kur’ânı ve onun muallimi olan Hz. Muhammed’i SAV göndermemiş olsaydı bile, yukarıdaki birinci gurup gibi sadakatli ve akıllı davranmamız gerekmez miydi?...

Oysa şu fâni gezegene niçin gönderildiğimizi ve nasıl davranmamız gerektiğini de açık-seçik anlatan kılavuz bir kitap olan Kur’an-ı Kerîmi göndermiş.

Tam bu noktada Araştırmacı Uğur Akkafa’nın, benliğimi sarsan bir sözünü de arz edeyim:

“Dünyanın en garip olaylarından biri, bir Müslümanın inandığı Dîninin kitabını, hiç okumamış ve incelememiş olmasıdır.” Maalesef çok haklı ve çok acı, değil mi?...

İşte Yüce Rabbimiz üstelik O Kitabı anlamakta zorluk çekmeyelim diye, muallimini de SAV görevlendirmiş. Hatta Kıtalar ve Asırlar arasındaki değişik iklim şartlarını ve medeniyet farklılıklarını telâfi etsinler diye, Kutup ve Asır İmamları, Müçtehitler ve Bediüzzamanlar göndermiş. En önemlisi de; Allah cc. insanı hiç yok iken, varlık nimetine kavuşturmuştur.

Bu ise nimetlerin en büyüğüdür. Yine varlık içinde cansız bırakmayıp, HAYAT nimetini vermiştir. Hayatlıların içinde, bitkiler gibi ruhsuz bırakmayıp RÛH nimetini vermiştir. Ruhlular içinde şuursuz ve akılsız bırakmayıp, AKIL ve şuur nimetini ihsan etmiştir.

Akıl ve şuurlular içinde İnsaniyeti ve hidayet, İslâmiyet ve ÎMAN nimetlerini vermiştir. 

Göz, kulak, dil, burun vs. uzuvlar vererek, yeryüzünde sergilediği binlerce nimetlerden tam lezzet almamızı bahşetmiş. Allah’ın nimetlerini saymakla bitiremeyiz… (Bkz. 14. Sûre, 34. Âyet.)

Elbette bu sayılamayacak kadar çok olan bütün nimetler; önceden verilmiş nimetlerdir. Hepsi de şükür ve ibadet isterler. İnsan ise bu sayılamayacak kadar çok olan nimetlerin ve ikramların şükrünü eda etmekten bile aciz olduğu için, başka bir nimeti hak etmesi asla mümkün değildir. Ancak Gafûr ve Rahîm olan Yüce Allah, hayat sınavını kazananlara, bol bol bahşedecektir. Yeter ki bizler, GÂFİL ve NANKÖR olmayalım ve 1. Gurup gibi davranalım…

Bütün bunlara rağmen bizler, yukarıdaki 2. Gurup gibi GÂFİL, 3. Gurup gibi NANKÖR ve HÂİN olursak, neleri hak edeceğimizi, yukarıdaki empatide olduğu gibi çok ciddi düşünmek zorundayız. Çünkü bizler, teşekkür edebilen ince ruhlu, zekî ve akıllı insanlarız!...

Bakınız Yüce Rabbimiz bizden önceki kavimlere Zebur’da ne buyurmuş:  “.. ..Ben Cenneti, cehennemi yaratmamış olsaydım, ibadet edilmeye lâyık olunmayacak mıydım?”

Elbette Yüce Rabbimiz; o hikâyedeki kraldan, Milyar-kere Milyar defa teşekküre, takdire, övgüye, sevgiye ve Kılavuzunun SAV bildirdiği gibi İBADET edilmeye lâyıktır.

İBADETLER, İŞTE BU teşekkürî MAKSATLARLA YAPILMALIDIR. Cennet beklentisiyle değil!

Cennet ve diğer mükâfatlar ise Allah’ın cc Fazl-ı Kereminden gelecektir, inşallah.

Zaten nankörlük etmeyip şükredenlere, bunu da yine fazlından vâad etmiştir…

Yeter ki bizler; yukarıdaki 1. gurup gibi müteşekkir olabilmek için, nasıl davranmamız gerektiğini açık-seçik anlatan o kılavuz kitabı, yani Kur’an-ı Kerîm’deki mesajları çok ciddi okuyalım ve inceleyelim. O’nu cc. Esma ve Sıfatlarıyla çok iyi tanıyalım.

Bu tanımak ta, O’nun şu Kâinat Kitabını OKUMAYI ÖĞRENMEKLE olur.

Bu Kâinat Kitabını okuma eğitimini de en güzel ve en kısa yoldan Risale-i Nur Eserleri vermektedir ve bu eserler neslimizin istikbali için, mutlaka M.E.B. Müfredatına alınmalıdır…

Yazarın Yazıları