Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 28/09/2012 00:11
  • 16.665

Artık ne yaptığımızdan ziyade yapılanın nasıl göründüğü önemli. Bu küçük fark ne kadar büyük meselelerle karşı karşıya bırakıyor insanı. Görüntüye odaklanmaktan sebep, yaşayamayanlarla dolu bu dünya.

 
Düğünlere ve cenazelere biraz yakından baktınız mı hiç?
 
Saatlerini “nasıl göründüğüne” kafa yorarak geçirmiş bir dolu insanın buluşma mekânı olmaktan başka bir şey ifade etmiyor neredeyse.
 
Duyguların bile nasıl göründüğü önemli artık.
 
Duyguların, bizzat yaşadığı bedene temas edemediği bir zamandayız.
 
Modern insanın mecburiyetleri mi bu hale getirdi yoksa evrensel “bulaşma” diyebileceğimiz bir salgın mı yok ediyor insani doğallığı bilemedim.
 
Giderek tüm farkları yok olmuş, özgünlüğünü yitirmiş renksiz bir yaşamın içinde debelenen biçare insan.
 
Hoyratça kaybettiklerini, hızla kopyalama derdinde birçok insan!
 
Eskiden güzel görünmek isteyenler şimdi güzel göründüğünden emin; doğal görünmek için uğraşıyorlar.
 
 
Artık acıyı da mutluluğu da paylaşmayı unutuyor muyuz ne?
 
Bir cenaze çıkışındaki güler yüzlü insanlar hayata hiç yakışmıyor.
 
Halden hale bu kadar hızlı geçen insanlar... Halsizliğim...
 
Güneş gözlüklerini saklanmak için kullanan bir kitle var.
 
Bir cenazenin başında cenazeden daha soğuk yüreklerin bulunması...
 
  
 Yaşamayı ölenlerden öğreniyoruz!
  
 
Yaşıyor muyuz yoksa yaşadıklarımıza katlanıyor muyuz?
 
Keşke vaktinde olabilseydi her şey. Vaktinde bulunabilseydik olmamız gereken yerde mesela. Vaktinde yaşayabilseydik, vaktinde söyleyebilseydik tüm gerekenleri. Bir de vaktinde gidebilseydik henüz kök salmadan...
      
Tüm mümkünlere çok yakındık belki de...
  
 
Vaktiyle “yaşanmış her şey nasibindir” demişti beni büyüten. Hep bir gönül alma bildim bu lafı, lakin değilmiş. Bir öğüt ve belki bir merhemmiş.
 
 
 Diyorum ki; fazlaca süslemekten incitiyoruz sevgiyi...
 
 ‘İki kişiye muhtaçtır’ der Halil Cibran hakikat için; biri, onu dillendiren, diğeri onu anlayan.
 
Lal:
Bazen akla düşen kalbe düşüyor. Bazen de kalbe düşen akla düşüyor.
Dile düşen, her ikisinden de zuhur ediyor... ve lakin dile düşeni akla da kalbe de sığdıramayışımız niye?
 
Not: Beykoz sonbaharda da güzelliklerini cömertçe sergiliyor. Korudaki sincaplar kış için hazırlıktalar nicedir. Onları, meşe palamutlarının peşinde ağaçtan ağaca koştururken seyreyleyin derim. Tabi sabırlı, sessiz ve uzun bir yürüyüş gerekiyor. Sonrasında Dilrubada çınar ağaçlarının altında ve semaverde gelen çayla demlendirilen muhabbet... Bu hazan mevsimini sindirmeye yardım eder belki kim bilir? Temaşa, dinleme, dinlenme ve tefekkür...
Yazarın Yazıları