Nuray AK
  • 01/06/2019 Son günceleme: 01/06/2019 14:33
  • 8.579

Zengin bir iş adamının bahçesinde, yan yana dikilen iki limon ağacı vardı. Mayıs ayı sonlarında açan limon çiçekleri, bütün bahçenin havasını bir anda değiştirir ve apartmanlara hapsedilmiş insanlara baharın geldiğini müjdelerdi. Ancak limon ağaçlarından biri, diğerinden cılız ve şekilsizdi. Bu yüzden büyük ağaç her fırsatta onu küçümser ve tepeden bakardı. Ev sahibi de küçük boylu limon ağacından ümit kesmiş görünüyordu. Ona göre ağaç, bu gidişle kuruyup ölecekti. Bu yüzden de onu fazla sulamaz ve bakımını yapmayı pek istemezdi. Günün birinde esen sert bir poyraz, karlı dağların yamaçlarındaki bir grup çiçek tohumunu iş adamının bahçesine uçurdu. Fakat bahçenin her tarafı parsellenmiş, sadece limon ağaçlarının altında yer kalmıştı. Bir an önce filizlenmek zorunda olan tohumlar, limon ağaçlarının yanına gelerek onların altında yeşermek için izin istedi.

Büyük ağaç, iyice kasılarak:

Böyle bir şey asla mümkün olamaz, diye atıldı. Bizler kuru kalmayı pek sevmeyiz. Eğer dibimde çoğalırsanız, suyu emip beni kurutursunuz.

Aslında büyük ağacın çekindiği başka bir şey daha vardı. Çiçekler rengârenk açtıklarında, limon ağacının sarıya çalan beyaz çiçekleri sönük kalacak ve bahçe sahibinin gözündeki değeri azalabilecekti. Oysaki ağacın, kendinden güzel olanlara hiç mi hiç tahammülü yoktu. Küçük ağaç, uzun boylu arkadaşının tohumlara verdiği cevabı beğenmemişti. Çünkü o, kendisine hayat verenin, o hayat için gerekli olan suyu da vereceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden, aklına bile gelmiyordu susuzluk.

 Tohumların teklifini kabul ederken:

Sizlerle birlikte olmak, bana mutluluk verir, dedi. Böylelikle yalnızlık da çekmeyiz. Büyük ağaç bu işten hoşlanmamıştı.

Fakat küçük olan:

Güzel yaratılanlardan kimseye zarar gelmez, diye tekrarlıyordu. Güzellerden güzellikler doğar sadece. Küçük limon ağacı altında filizlenen tohumlar, birkaç hafta içinde cennet çiçekleri gibi açıp bütün bahçenin göz bebeği haline geldi. Bu arada ağaç, elinden geldiği kadar kendilerine yardımcı olmaya çalışıyor ve çiçeklerin sevdiği yarı güneşli ortamı sağlamak için, eski yapraklarını döküyordu. Çiçekler, kısa bir süre sonra mis gibi kokular yaymaya başladı. Bahçe sahibi, o ana kadar hiç duymadığı bu kokunun nereden geldiğini araştırdığında, davetsiz misafirleri bularak hayrete düştü.

Adam, ancak rüyalarında görebildiği bu çiçeklerin güzelliğini devam ettirebilmek için sabahları artık daha erken kalkıyor ve onları en kaliteli gübrelerle besleyip bol bol suluyordu. Küçük limon ağacı, köklerinin en ince ayrıntılarına kadar ulaşan bu suları çiçeklerle birlikte içiyor ve büyük bir hızla serpilip büyüyordu. Çiçekleri sevgiyle kucaklayan ağaç, ertesi bahara kalmadan o civarın en büyük ağacı haline geldi ve birbirinden güzel kelebeklerin ziyaret yeri oldu. Daha sonra da kendi çiçeklerini açarak bahçenin güzelliğine güzellik kattı. Şimdi küçük ve yalnız kalmış olan limon ağacı ise, komşusuna duyduğu kıskançlıkla için için kuruyordu...     (Alıntı)

Demek ki; bölüşürsek çok oluruz, yardımlaşmazsak yok oluruz. İki kere iki, dört gibi açık ve net. Ve her yardım, her paylaşım bizleri olduğumuzdan da güzel, erdemli, kalbi ve hisleri açık bir âdemoğlu haline getirir. Değişerek güzelleşir, güzelleştikçe değişiriz. İçimizde hissederiz ılık ılık o güzel duyguyu. Ya olumsuz duygularla her tarafa kıskançlık bakışları fırlatmanın akıbeti ne ola? Elbette fesadın otu, yaprağı bitmez a dostlar.

Şu manevi iklim seneye gelir mi, biz ona yetişebilir miyiz, geçen sene beraber iftar açtığımız kaç fani şu an kara toprağın bağrında? Bence zamanımız hiç yok kavgaya, gürültüye, telaşa. Sadece saygıyla gelen sevgiler kurtarır bizim dakikalarımızı, yıllarımızı. Artık güvenmeyi bir öğrenelim ne olur. Canımıza tak etti dünya hayatımıza katılmaya çalışılan suni algılar. Ben nefret insanı değilim ki... Ben kavga-dövüş için dünyaya getirilmedim ki... Benim buradaki görevim böyle boş ve zararlı uğraşlar değil ki... Benim mukaddesatlarım böyle ihmal edilebilir veya ertelenebilir değil ki... Görev kutsal. Adı belli:"HAY" sıfatıyla bana yüklenen, size yüklenen şeyin adı HAYAT. Bunun ne kadar bilincindeyiz. Belki ramazan el-mübarek, nereden gelip nereye gideceğimizi, neler yaparsak karda olacağımızı, hangi işleri yapmak zorunda olduğumuzu, gerçek sevenleri ve koşulsuz-karşılıksız sevginin ne büyük başarılar getireceğini anlayacağımız muhasebe mevsimimiz olur. Öyle ya oruç sadece mide ile tutulup karaciğer dinlendirme ayı olmamalı. Yürek ve akıl da girmeli işin içine. Ayılmalı radyasyon gibi hastalık yayan kötü düşünce ve duygulardan.

Bize verilen her salise fırsat içerikli. Birine tebessüm etmek için, nasılsın demek için, bir çiçeğe veya kuşa-kediye su vermek için, çoook yaşlı bir akraba teyzeyi telefonla arayarak sesini duymak için. Her şeyden önemlisi birbirimize merhametle, anlayışla, empatiyle cevap hakkı tanımak için. Çok polyanna gördünüz beni, çok masal anlatıyorum falan... Değil inanın masal diye yazmıyorum. Gerçekten artık haykırmak geliyor içimden her öfkeli insan, her öfke kokulu yüksek sesli söz için. Vallahi insanlığımdan utanır oldum, Suriyeli gebersin, şu partiden olan ölsün, şunu giyen veya giymeyen ığğğ, benim takımımı tutmayan böğğ, yeter ya hu? İftara didip, besmeleyle yemek yiyip üzerine muhakkak siyasi bahisler açıp burnumuzdan hurmayla birlikte tüm öfkenizin getirilmesi niye? Biz ne zaman unuttuk acımayı?

Allah insanlara acımayanlara merhamet etmez! (Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem)

Kalbinde merhamet olmayana cennet yoktur. ( Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem)

Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir. (Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem)

Daha ne olsun ki?

Ne bileyim dostlar, içim coştu ve taştı artık. Anlayışınızla... Baki Huda’ya emanet olunuz. Ramazan mübarek, bayramlar bayram ola. Kadir gecesine erişip halleşmek nasip ola... Huzur ve sükûnetle, aşkla birbirimize ve özümüze dönmek bu yıl ki payımıza düşen nasibimiz ola... Gelenler gelsin geçsin, baki biz bizim ola... Şehitlerimiz, can şehitlerimiz şahadetiniz kutlu ola...

NAAT

Seccaden kumlardı...
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı.

Mescit mümin, minber mümin.
Taşardı kubbelerden Tekbir,
Dolardı kubbelere "âmin"!

Ve mübarek geceler, dualarımız,
Geri gelmeyen dualardı.
Geceler ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı!

Kapına gelenler ya MUHAMMED,
- Uzaktan, yakından -
Mümin döndüler kapından!

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi; 
İki dünyada aziz ümmet,
MUHAMMED ümmetiydi.

Konsun yine pervazlara
Güvercinler; 
"Hu hu"lara karışsın
Âminler.
Mübarek akşamdır; 
Gelin ey Fatiha’lar, Yasin’ler!

Şimdi SENİ ananlar, anıyor ağlar gibi.

Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi; 
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi.
Nerde kaldın ey RESUL,
Nerde kaldın ey NEBİ?

Arif Nihat ASYA

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz