Nuray AK
  • 09/05/2016 Son günceleme: 09/05/2016 11:12
  • 5.029

Yüksekçe bir yere çıkıp dalmak... Gökyüzünün en mavi yerinde en derinden fikre, hatta maviliğin sonsuz sahibini zikre dalmak...

Unutmak dar-ı dünyada olanları... Acıtan, kanatan, can yakan, hüzünlerde boğan, gözde yaş koymayan ne varsa... 

Son günlerde en fazla yaptığım/yapmaya çalıştığım şey: Göğe dalmak balkonumdan... Elimde hiçlerim, yüreğimde ve hatta omzumda yüklerle. Görüntüde şahsıma münhasır olmayıp eşrefi mahlûk sıfatımla ise tamamen benim olan yükler... İki dakika gözlerim arza kayıyor ve görüyorum:

Şehit kardeşimin selam durup babasını yolcu eden yavrusu... Ve onun gibi ağlayan, yetim kalbi nereye sığınacağını bilmeyen dünyanın her yerinden ille de Ümmeti Muhammed’in sabi sübyanları.

Hemen gözlerimi semaya kaydırıp kendi gönül yağmurlarım yağsın ve yanağımdan akarak tüm ruhumu ve çaresizliğimin utancını temizlesin istiyorum. Âcizane yakarıyorum Mevla’ma: Rabbim dindir ne olur, haksızı zalimi, durdur ey Yaradanım... Ey her bir şeyin tek sahibi, ne olur devir o zulmeden her milletin kuvvetini, iptal eyle. Yetimlik zor iş, kimsesizlik zor iş, nerelere sığınayım kime güveneyim zor iş. Sen bilirsin Mevla’m: Can neye dayanabilir, ten neye sabredebilir, kalp nerede ölür sen bilirsin en güzeliyle… Sahibi de yaratanı da sensin çünkü... Bu fakir bilir ki; verdin ise sebebi var dertlerin, ağır yüklerin.

İnsanlığımla / insanlığımızla sınandığımız şu günde hangi yarayı sardığım veya umarsız kaldığımla da sınanıyorum.

Ekmeğimi bölüştüğüm ya da gelip gelmeyeceği belli olmayan yarınlara sakladığımla sınanıyorum. Tam kahvemi yudumlayarak dinleneyim derken utanç duyuyorum dünyanın bir yerlerinde karnı sırtına yapışmış canları hayal edip. 

Ya bir tarafım, ahhh! Sürekli hücresi yenilenen kalbimin öbür karakteri... Uzanıyorum Beykoz'un Anadolufeneri'nde, göğün elimi uzatsam değerim dediğim yerinde çimenlere, bedenimle... Başlıyorum tekrar tefekküre, bu kez sadece ve dakikalarca  dünyanın tavanından gözlerimi ve düşüncelerimi ayırmayarak...

Göğün mavisi hem yoldaş hem sırdaş olarak hep beni duyuyor... Öyle güzel bir mavi ki o; içimin yaralı kısmı bakarken ümitlere gark oluyor ve az da olsa şifa buluyor... Tüm şeker tadında başarılı çocuklarımız, onları sevgiyle büyüten aileleri, ahde vefalı dostlar, mesleğine bağlı vatan millet sevdalıları, kitaba aşık gençler, asla başaramazsın denilse de azmi bırakmayan cesur yürekler, aşkı ilk gün gibi kördüğüm gibi gönlünde sadakatle besleyip elli küsur yıldır evliliklerinde yaşatanlar, hepsi herkes... Gönlümü semalarda iyileştirdiğiniz için sağ olun, hep var olun... Ümidimsiniz...

Ümit deyip geçmeyin: Benim gibiler için nefes almak, ekmek, su, kahve kadar mühim. Ben ümidimi (ç)aldıkları gün ölürüm, biliyorum. Denedim on beş saat susuz dayanabiliyorum, ama on beş saat ümitsiz kalsam muhtemelen beyin ölümüm olmasa da kalp ölümüm gerçekleşir. Beyin ölümünde en azından kalan organlar canlara can katıyor... Ya ben kalp ölümü ile sonlanırsam, kalan duygularım kimseye de yaramaz. Ex olur aşkım, sevdam, yarınlarım, dünüm, hayallerim. Rabbim o ölümü gösterme bana da kimseciklere de...

Kalbi ölenler arzı ve semayı karalara, grilere boyamaya çalıştıkça inadına aşk ver kalbimize Rabbim, kan pompala en mükemmel duygularımıza. Daha çok sevelim birbirimizi. Efendimizin buyurduğu gibi: "Biriniz kardeşini (Allah için) seviyorsa ona sevdiğini söylesin" düsturuyla yayalım sevgiyi, yardımlaşmayı, birbirine düşkün yarenlikleri. Seviyorum seni diyebilelim beraber nefes nefese, diz dize, yürek yüreğe ömür tamamladıklarımızın cümlesine.

Biz hem öyle bir zaman diliminden gelme bir asil soyuz ki; en yakınımızdakileri sevmekle kalmayan derya yüreklileriz... Ahilik bizde, esnaf odaları bizde, vakıflar bizde. Biraz araştırdım da; su yolları, su kemerleri, çeşme ve sebiller, yol, köprü, aşevi, misafir evi, dul evi, mektep, medrese, kütüphane, muvakkithane (küçük çapta astronomi çalışmaları yapılan mekan), hastane, öksüz kızlara çeyiz, borçlu kimselerin borcunun ödenmesi, köyde ihtiyarlara elbise verilmesi, kale, istihkam, donanmaya yardım, askerin teçhizatı, deniz fener inşası, yetim dul ve muhtaçlara yardım, ders malzemesi, fakir cenazelerinin kaldırılması, Van Gölünde gemi işletilmesi, çamaşırhane tesisi, hayvanlara gıda verilmesi, kuşlara yem verilmesi için dahi vakıflar açmış atalarımız. Ayrıca ilmin yükseltilmesini, ahlâkın korunmasını, cemiyetten sefaletin kaldırılmasını hedef tutan vakıflar da kurmuşlar. Hatta Gerelot adlı bir Fransız gezgin, gezi anılarında vakıflarımızla ilgili olarak şunları yazmış: “Müslüman Türklerin sadakatlerinden insanlar gibi köpekler de istifade ederler. Sebillerde her isteyene parasız su verilir. Sebilci sıcak günlerde ekseriyetle testilerini içleri karla dolu kovalara koyup soğutur ve su içenlerin çok defa: Vakfedene, ‘Allah rahmet eylesin’ dediği duyulur”.

Maviden, göklerden buralara nasıl geldim bilemiyorum. Gönlüm nereye çağırdıysa oralarda gezindim dostlar... Hem sizlerde gelin istedim.

Göklere sevdam ezelden benim. Mavilerde imanım saklı benim, oralarda Rabbimizin "SubhanAllah" diyerek hayran kaldığım eserlerine dalışlarım var benim. Kulluğumda ruhumu yenilediğim ve hatta yeniden bulabildiğim hallerim var benim... Hak namına bakmayı öğrenişlerimi semalarda kazandım ben... Çocuk kalbimde hayal kurmayı ilk olarak bulutların şekillerinden ve koşuşturmalarından hikâyeler yazarak öğrendi.

Sizlere de bir tutam kalbimdekilerden aktarabildiysem mesut sayarım kendimi... 

 "Gökleri ve yeri yaratan Rabbim, dünya ve ahrette benim velim sensin! Benim ruhumu Müslüman olarak al ve beni iyiler arasına kat!” 

Yusuf Suresi 101. Ayet

Baki Hüda'ya emanet olunuz dostlar...

 

Yazarın Yazıları