Muharrem ERGÜL
  • 26/07/2022 Son günceleme: 26/07/2022 16:21
  • 5.291

Gazetede epeydir yazmıyordum. Sebebi var mı var. Yok mu yok.

İnanın bunu bilmiyorum. Hep derim ya, yazmak tarihe not düşmektir. Yazmak kayda geçmek demektir.

Ancak, "laf ola beri gele" kabilinden yazmak da bana göre değil.

Yinede her şeye rağmen yazmak ve sorumluluğumuz yerine getirmek önemlidir.

Gel gelelim bazen öyle önemli olaylara tanıklık ediyorum ki, bunu yazsam mı yazmasam mı diye elim titriyor, boğazım düğümleniyor.

Bugünlerde hepimizin malumu olan tek konumuz "medar-ı maişet"  geçim vasıtası yani sizin anlayacağınız "geçim sıkıntısı."

Ekonomik durumu ne olursa olsun, herkesi kendi cephesinden geçim sıkıntısı içinde olduğunu söylüyor.

Toplumun her kesiminin geçim sıkıntısı içinde olması "seçim sıkıntısı" çekenlerin kulağına kar suyu kaçırır mı bilemiyorum.

Belli ki "geçim sıkıntısı" önümüzdeki günlerde daha çok "seçim sıkıntısına" dönüşecek.  

Farkında mıyız? EVET!

Farkındalar mı? HAYIR!

Evet diyenlerle, hayır diyenlerin kim olduklarını varın siz tahmin edin.

Zamanımın büyük bir kısmını sokaklarda işyerlerinde, evlerde farklı siyasi görüşteki dost ve arkadaşlarla sohbet ederek geçirmeye çalışıyorum.

Geçim sıkıntısına herkes kendi açısından bakıyor. Görülen o ki, bu sıkıntıdan etkilenmeyen yok. Şöyle veya böyle hepimiz etkileniyoruz.

Geçim sıkıntısı diye tanımladığımız ekonomik sorunları, "çıkar cebindeki telefonu" ya da "herkesin kapısında araba var" diyerek görmezden gelme anlayışı artık toplumda karşılık bulmuyor.

Herkesin telefonu da olsun, arabası da olsun, geçim sıkıntısı da olmasın ideal olan bu değil mi?

Yani telefonun olmasın, arabanda olmasın, o zaman geçim sıkıntısı çekmezsin türü yaklaşımın akılla izahı bugün pek mümkün gözükmüyor.

Bahsedilen anlamda telefonu ve arabası olmayan ama geçim sıkıntısı çeken sayısız vatandaşımız varken bu sözlerin arkasına sığınmak bize hiç bir şey kazandırmaz.

Neyse mayınlı alanları burada bırakarak bir kaç gün önce yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşayım.

Benim yaşadığım bu olayın benzerini sizlerin yaşadığını bilerek anlatıyorum.

Beykoz Meydanda bir grup esnaf arkadaşla sohbet ediyordum. Eskiden beri tanıdığım memur emeklisi bir ağabey (adı bende kalsın) selam verdi. Hoş beş ettik, hal hatır sorduk. Sonra yanımıza oturdu. Temiz pak giyimli, günlük tıraşını ihmal etmeyen, sokağa kravatsız çıkmayan bir büyüğümüzdü.

Eşinin vefat ettiğini, yalnız yaşadığını anlattıktan sonra, kirada oturduğunu ve emekli maaşının yetmediğini söyleyip ek bir işte çalışması için kendisine yardımcı olmamı rica etti. Yutkundum. Birşey diyemedim. Bu yaştaki bir insan nerede çalışacaktı ki?

Ne diyebilirdim ki bu büyüğümüze! Toplumda tanınan, bilinen, sevilen en az yedi sekiz nesil Beykozluydu.

Belli ki bu ağabeyin geçim sıkıntısı had safhadaydı ve "kör kuyularda merdivensiz kalmış" misali benden yardım istiyordu.

Sonra söz uzadı. Epeyce konuştuk. Nezaketle izin istedi. Kalkarken de bana özel olarak bir şey söylemek istediğini ima etti.

Oturduğum yerden biraz uzaklaştım. Ağabey utana sıkıla, alı al, moru mor utanarak, "sizden bir şey rica edeceğim Başkanım" dedi. Sizden şimdi küçük bir ricam var. Maaşımı iki gün sonra alacağım. Param bitti. Adeta şok olmuştum. Şaşırdım ne kadar diye sordum. O an cebimde olmayabilirdi istediği miktar.

Yok yok öyle fazla değil. 50 lira verseniz yeter. 'Maaşımı alınca öderim size' dedi.

Başımdan kaynar sular döküldü sanki. 'Eyvah' dedim. Bu büyüğümüzde bu hallere düştüyse Allah sonumuzu hayır eylesin.

"Vay benim dev memesinden cüceler emziren acayip memleketim"  

Demek ki durum bayağı ciddi. Yani demem o ki, "geçin sıkıntısı" "seçim sıkıntısına" dönüşmüş bile.

Bilmem farkına varacaklar mı? Ha bide son günlerde şu türküyü çok sık duyuyoruz.

"İşte gidiyorum çeşm-i siyahım"

Bizden söylemesi...                  

Yazarın Yazıları