Prof. Dr. İsmail KOCAÇALIŞKAN
  • 05/02/2024 Son günceleme: 05/02/2024 09:07
  • 4.637

Bütün dünyanın gözleri önünde bir cehennem yaşanıyor Gazze’de. Dört aydır devam ediyor bu acı.

Zalim İsrail iktidarı hiçbir savaş kuralını tanımadan sürdürüyor zalimliğini. Sivil, kadın, çocuk, bebek demeden saldırıyor. Önce yüksek tonajlı bombalarıyla evleri yıktı. Tabii ki evlerde yaşayan masum insanları da böylece katletti. Hastane, aşevi, mülteci kampı, cami, okul ve kilise demeden yakıp yıkıyor. Suyunu ve elektriğini kesiyor. Fosfor bombalarıyla soluduğu havayı zehirliyor. Gazzeli kardeşlerimize nefes aldırmıyor. Üstelik gönderdiğimiz insani yardımların Gazze’ye girişini de engelliyor. Bu nasıl bir zulümdür?

Kuzeyde yaşayan halka güneye gidin kurtulursunuz diyor. Peşinden de güneye göç eden masum insanları yolda giderken bombalayıp öldürüyor. Bu nasıl bir yalancılık ve katmerli bir zulümdür?

Göz önündeki bu zalimliğe karşı batılı iktidarlar İsrail’e ‘dur’ demek yerine durmadan bir kısmı silah, mühimmat ve para desteği veriyor. Bir kısmı da sessiz kalarak destekliyor. Burada batıdaki bir kısım sağduyu sahibi vicdanlı insanları ayırıyorum. Onlar bu zulüm ve haksızlıktan doğan rahatsızlıklarını düzenledikleri mitinglerle ve sosyal medyadaki haykırışlarıyla dile getiriyorlar.

Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere devlet yetkililerimiz İsrail devletinin zalimliğini sürekli dile getirerek ve çeşitli diplomasi ataklarıyla bu yanlış gidişatı durdurmak için uğraşıyorlar. Sivil toplum kuruluşlarımız yardım toplayıp ulaştırmaya çalışıyorlar. Esir takası amacıyla saldırıların geçici olarak durdurulması sırasında Sağlık Bakanlığımız ağır hasta kardeşlerimizi Türkiye’ye getirerek tedavi ediyor.

Son olarak Güney Afrika Cumhuriyetinin başvurusu ve başta Türkiye olmak üzere birçok ülkenin desteğiyle konu Lahey Adalet Divanına götürüldü ve mahkeme “İsrail’in bir toplu imha ile insanlık suçu işlediğine ve derhal saldırılarına son vermesi gerektiğine” hükmetti.  Ama maalesef bu bile İsrail’i durdurmaya yetmiyor.

Biz de bu zulüm karşısında elimizden geleni yapmaya hazırız. Zulmü haykıran mitinglere katılıyoruz. STK’lar aracılığıyla insani yardımlar gönderiyoruz. İsrail patentli ürünleri almayarak boykot eylemine katılıyoruz. Her namazımızda Gazzeli kardeşlerimize ferah ve kurtuluş vermesi için Rabbimize dualar ediyoruz. İnşallah bu dualar bir gün kabul olacaktır. Çünkü adım gibi inandığım ve yaşadığım bir şeydir ki; her şeyin bir vakt-i merhunu yani duaların kabul vakti vardır. Onu biz değil Rabbimiz bilir. Biz maddi ve manevi dua ile mükellefiz. Bunları yapmak boynumuzun borcudur. Aksi halde hesap gününde yakamızı kurtaramayız.

Bazıları efendim Hamas 7 Ekimde İsrail’e saldırdı ve esirler aldı. Dolayısıyla İsrail hükümetinin yaptıkları hukukidir ve bir savunma hakkıdır diyorlar. Acaba böyle midir?

Bir kere Gazze halkı zaten yıllardır abluka altında bir esir hayatı yaşıyordu. Gazze bir esir kampı gibiydi. Etrafı hem karadan hem de denizden çevrilmiş, sürekli dürbünlerle ve dronlarla gözetleniyor ve bir şey yapmasına asla fırsat verilmiyordu. Bir gelir kaynakları, sanayisi, fabrikası vs yoktu ve yapmalarına da imkan verilmiyordu. Yurt dışına çıkmalarına bile izin verilmiyordu.

Ekip biçtikleri tarım arazisi ise kendilerine yetecek genişlikte değildi.  Vatanları olan Filistin’den onlara bırakılan sadece 10 km eninde 40 km boyunda Akdeniz kenarında şerit şeklinde uzanan dar bir yerdi. Bizim birçok köyümüzün arazisi bile bundan daha geniştir. 2,5 milyon insan bu dar şeritte yaşamaya mahkûm edilmişti. İnsani ihtiyaçları ise birleşmiş milletler ve çeşitli STK’lar tarafından kıt kanaat yani ölmeyecek kadar karşılanıyordu. Çünkü fazlasının Gazze’ye girişine izin verilmiyordu. İsrail’in sıkı kontrolü altındaydı. Yani Gazze halkı tam bir cendere içinde yaşıyordu.

Buna karşı ne yapsınlar! Filistin’in meşru ve son seçimleri kazanmış bir partisi olan Hamas’ın desteğiyle Gazzeli gençlerden oluşan ve Kassam Tugayları adı verilen bir grup genç yer üstünde bir şey yapmaya fırsat verilmeyince onlar da yer altına inerek tüneller kazmışlar ve burada basit malzemelerden basit silahlar üretmişler.

7 Ekimde Hamas’ın yaptığı huruç hareketi köşeye sıkıştırılmış bir kedinin kendini müdafaa hareketiydi aslında. Bir kediyi zorla bir köşeye sıkıştırmışsanız o da pençesiyle yüzünüze bir çizik atmışsa bu kedinin meşru müdafaa hakkıdır. Bir esir kampında esirlerden bir kısmı örgütlenip kendilerine esir hayatı yaşatan düşmana karşı bir saldırı yapmışsa bu bir müdafaa değil midir?

Maalesef güçlü devletler menfaatleri uğruna bir bahane üretip zayıfları eziyorlar. Yakın geçmişte zamanımızın süper gücü, “Saddam kitle imha silahı üretiyor” bahanesiyle Irak’a girip milyonlarca Müslüman’ı haksız yere katledip oraya yerleşmedi mi? Sonra da “özür dileriz Irakta kitle imha silahı yokmuş” demedi mi? Şimdi ise Hamasın bu meşru müdafaasını bahane edip Gazze’deki masumlara saldırıyorlar. Ama inanıyoruz ki; her şeyin bir bedeli muhakkak vardır. İlahi adalet bir gün mutlaka tecelli edecektir.

Kurt kuzuyu yiyeceği zaman suyun başına gidip suyu bulandırır ve suyun az aşağısında su kenarında otlayan kuzuya bağırarak “suyu niçin bulandırdın seni yiyeceğim”dermiş. Bu iş buna benziyor. Ama bir gün bir avcı da o kurdu vurur ve ilahi adalet tecelli eder inşallah.

Yazarın Yazıları