A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/06/2021 Son günceleme: 01/06/2021 09:18
  • 3.237

Ne mutlu bizlere ki, şu çok önemli konuyu, daha doğrusu böylesine derin bir gafleti bugün ele almış bulunuyoruz. Çünkü böyle bir mütâlâa her kula nasip olmaz.

 

Böylesine derin bir gafleti iyice idrak edebilmek için, Kur’ân’î bir metod olan ilginç bir misal vererek sizlere arz etmek istiyorum.

Meselâ; Sabah uyandığımızda evimizin kapısında, içinde 24 adet tam (4/4) altın bulunan bir zarf bulsanız, ne düşünürsünüz? Merak edip o gün araştırma yaptığınızda ise tüm komşularınıza da, hatta tüm şehrinize ve ülkenizde de aynı ikramlar yapıldığını öğrenseniz, neler düşünürsünüz?..

Elbette sadece size yapılmış olsaydı, çok daha fazla merek eder, kimin bıraktığını ve niçin bırakıldığını mutlaka öğrenirdiniz. Fakat tüm insanlığa da aynı ikram yapılınca, iş değişiyor. Sanki devletler, mecbur olduğu bir ikramı, herkese yapıyor gibi gelmeye başlıyor. Yani değirmenin suyunun nereden geldiğini merak etmez gibi davranmaya başlıyoruz, değil mi?

Oysa böyle bir gaflete düşmek yerine, her birimize böylesine değerli ikramlarda bulunan güç ve Kudreti araştırmak ve keşfetmek, netice de insanlık gereği teşekkür ve minnettarlıklarımızı sunmamız gerekmez mi?..     

  • Şimdi bu girizgâh örneği basamak yapıp, hepimize her gün bahşedilen mutlak ikramlara geçelim:

Öncelikle Yüce Rabbimiz her birimize, her gün 24 tam altından da çok daha değerli olan 24 saatlik bir ZAMAN bahşediyor. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, bizleri pek merakta da bırakmamış. Bu 24 saat altın değerindeki zamanı niçin bahşettiğini, nasıl ve nerelerde harcamamız gerektiğini anlatan mesaj, mektup, prospektüs, yani kullanım kılavuzu içerikli geniş kapsamlı bir kitap (Kur’ân) göndermiş.

İşe, güce, derslere veya başka meşguliyetlere dalarak bunu fark etmeyebiliriz veya fark etsek te anlamayabiliriz diye, bizlere bir başmuallim (SAV) görevlendirmiş.

Hatta farklı bölge ve kıtalarda, farklı zaman ve farklı iklimlerde, herkese uygun hükümler ve fetvalar çıkarılması için, her asırda ve çeşitli (sıcak-soğuk) iklimlerde kolaylık sağlayan mezhep imamları, müceddidler ve Bediüzzamanlar göndermiş.

Bizlere ise sadece gafletten sıyrılıp, dikkatlice idrak ederek uygulamak kalmış.

Tâ ki bu 24 atlın mesabesindeki zamanımızı, bizlere bahşediliş sebebini ıskalamayalım ve sonrasında da hesaba veya azâba dûçâr olmayalım.

Öyle yâ, yarın da bizlere aynı 24 saatlik zamanın bağışlanacağına dair bir garantimiz yok ki!.. Çünkü dün vefat eden 350 000 kişiye, bu 24 altın bugün bağışlanmadı.

Kim bilir, belki de yarın, biz de bu 350 000 kişinin içinde olacağız.

Bunu idrak eden atalarımız bakınız ne güzel söylemişler:

Dün geçti cancağızım, acaba yarın var mı?

Gençliğine Güvenme! Ölen hep ihtiyar mı?  (N.F.K.)

Bu konuyu asrımızın Bedîsi de bakınız nasıl özetlemiş:

Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise, senin elinde senet yok ki ona mâliksin. Öyle ise, hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil. Lâakal (en azından) günün bir saatiniihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at!..

İşte bu son cümlede, altın değerindeki o 24 saatlik zamanımızı, nasıl kullanmamız gerektiği de özetlenmiş. Şöyle ki:

Yüce Rabbimiz tüm insanları ve cinleri ancak ve ancak O’na cc kulluk ve ibadet için yarattığını bizlere gönderdiği o kılavuz Kur’ânda açık-seçik anlatmış. (Zâriyat Sûresi, 56. Âyet.)

Yine o kılavuz kitabında tüm ibadet cinslerini anlattığı gibi, en önemli ve kesinlikle aksatılmaması ve dosdoğru kılınması gereken bir ibadet olan NAMAZI, tam 84 ayrı yerde ve ısrarla tekrarlamış.

Bediüzzaman Hz. o cümlesinde; Üzerimize böylesine kesin bir farz olan 5 vakit namaz için, o 24 saatten sadece bir saatinin, HAKİKİ İSTİKBALİMİZ olan âhiretimiz için kullanmamız gereğini vurguluyor.

Mutlaka bilmemiz gereken bir husus ta; eğer bu tek bir saatimizi 5 vakit namaz için kullanmamız halinde, geriye kalan 23 saatimizin diğer meşru meşguliyetlerimize helâl olacağıdır. Aksi halde ise her gün bahşedilen o 24 altın değerindeki zamanımızın tümünden borçlu ve sorumlu olduğumuz da çok net anlaşılıyor...

Bir mümin gün içinde zamanı geldiği zaman abdestini alır. Hüşû içinde namazlarını kılarsa, büyük günah işlemedikçe bu namaz, daha önce işlemiş olduğu günahları örter. Aksi halde "Namazı kim terk ederse, o kişi sürekli fiilî itaatsizlikleri sebebiyle, (eğer rotayı düzeltip tövbeler etmezse) haşlanan kurbağa misali yavaş yavaş küfre düşer."

ÖNEMLİ NOT: Son cümledeki “Haşlanan kurbağa misali” ne demek?

CEVAP: Sadist bir deney yapılmış. Kurbağayı kaynayan bir tencerenin içine atmışlar. Kurbağa bir hamlede, ânî bir refleksle tencereden fırlayıp çıkmış ve kurtulmuş.

Yine sağlıklı bir kurbağayı, bu kez ılık su dolu bir tencereye koyup, yavaş yavaş ısıtmaya başlamışlar. Su ısındıkça kurbağa mayışmış. O mayıştıkça su kaynamaya başladığını fark etmediğinden, yani gafletinden dolayı haşlanarak can vermiş.

Arif Nihat Asya’nın dediği gibi: “Bize bir nazar oldu Cumamız Pazar oldu.
Ne olduysa hep bize azar, azar oldu…”
Aynen böyle de; GAFLETE de Küfre de böyle azar azar ve yavaş yavaş düşürülüyoruz. İnşâallah, kurbağa gibi haşlanmayı hak etmeden bu gafletten kurtuluruz. Vesselâm…

Yazarın Yazıları