“Önceki yazımda, Risale-i Nur sohbetlerinin maddî ve mânevî faydalarını ve birçok özel avantajlarını özetlemeye çalışmıştım.
”
Çok ilginç ve önemli tespitleri ve kıssaları sunmaya çalıştığım halde, o makaleye sığdıramamıştım. Verdiğim söz gereği olarak, bugün de aynı konuya devam edeceğiz. Fırsat bulup okuyamayanlar, lütfen önceki yazıyı arşivden okusunlar ki, çok çok önemli olan bu konu yarım kalmasın… (Bu konuyu özetledikten sonra, kangren haline dönüşmeye yüz tutmuş bir yaramıza, üzülerek parmak basacağız.)
***
..Yine o emekli komiser abiden, mesaj ve anlam yüklü bir kıssa:
İhlâslı ve sadık bir mürit, hasbelkader amansız bir hastalığa yakalanır.
Masumiyeti ve salâh ati nedeniyle, kendisine “İrci’î” emrine o gün muhatap olacağı bildirilir. Yakınlarına, şeyhinin ve diğer hocalarının çağırılmasını söyler. Kısa bir zamanda, şeyhi ve ciddi bir ilim heyeti, hastanın odasında toplanıyorlar. Hasta mürîd, “bu gün vedalaşma zamanının geldiğini, öğrendiğini” bildirerek, kısık bir sesle şöyle devam ediyor:
-“Hocalarım… Şu son birkaç saatimi… En çok makbul ibadetlerle geçirmek istiyorum… Bana şimdi, öyle bir ibadet tavsiye ediniz ki… Rabbimin davetine, şu son saatlerimde, dolu-dolu ve en makbul ibadetlerimle icabet edeyim.”
Heyet hemen, şeyhin başkanlığında mütâlâaya başlarlar. En önemli ibadet Kur’ân okumaktır, namaz kılmaktır, zikir ve tesbihattır, vb. gibi kısa bir istişarenin neticesinde, bir karar verilir.
Şeyh şöyle bir açıklama yapar:
-Burada, seninle birlikte, Kur’ân ve TAFAKKÜR içerikli, ilmî bir sohbet meclisi kuralım.“Tefekkür’ümmin sâati, hayrun ibadetü min seteh…” Hadîs-i Şerifine göre, her bir saatimiz bir yıllık ibadet kadar sayılacak. Yani şu birkaç saatlik tefekkürlerimiz, birkaç yıllık nafile ibadet hükmüne geçecek. Bu biir…
Ayrıca çok-çok önemli bir avantaj daha var. Kişi, hangi hâl üzere vefat ederse, o hâl üzere haşr olunacaktır. Amel defteri de Kıyamete kadar, bu hal üzere ibadet ediyormuşçasına,sürekli açık tutulacaktır… ..der ve uygulamaya geçilir.
· İşte tarif edilen bu uygulama, R.Nur sohbetlerinde sürekli uygulanmaktadır…
***
Saygıdeğer dostlarım: Ben bu açıklamayı ben duyunca; “Bediüzzaman Hz.’nin talebeleriyle birlikte, bir mezarlık yanından geçerken, bir kabre uzun süre baktığını ve gülümsediğini”hatırladım. Bediüzzaman Hz.’nin kolay kolay tebessüm edemediğini bilen talebelerinden birisi, Üstada şöyle soruyor.
-“Üstadım, çok merak ettik. O kabre bakarken niçin gülümsediniz?”
Üstad Hz. o kabirdeki bir noktaya dalarak şöyle konuşur:
-Kardaşlarım, bu kabirde sâliha ve yaşlı bir kadın yatıyor. Hayattayken ve huzurlu bir zikir hâlindeyken, elindeki tesbihi kopmuş ve yerlere dağılmış. Bu Saliha kadın, işte tam da o zamanda vefat etmiş. Onun için kabirde (tayy-i zaman uygulanıyor yani) zaman durdurulmuş. O kadın keyifli bir şekilde, tesbihinin boncuklarını dizmeğe çalışıyor. O şekilde, tâ haşr olunacağı zaman, sanki bir tesbih dizimi kadar zaman geçtiğini zannedecek. Çünkü zaman onun için durdurulmuş…”
***
Saygıdeğer dostlarım. Önceki yazımda söz verdiğim için bu kıssalarla başlamış oldum. Ancak, devam edemeyeceğim. Çünkü, dün akşam canımı çok sıkan talihsiz bir olay hakkında, birkaç serdi kelâm etmeden geçemeyeceğim.
30-40 Yıl gibi uzun yıllar öncesine kadar, sporun yani futbolun, stres atmak için ve kardeşçe yapılan karşılaşmaların, merakla izlendiğini müşahede ediyorduk. Benim de gençlik duygularımla, zaman-zaman stadyumlara giderek, böyle stres attığım zamanlar da oluyordu.
Fakat o dönemde akl-ı selim ve feraset sahibi kanaat önderleri ağabeyler ve âlim zâtlar, bu tür meşguliyetlerimizin, şeytanın bir nevi tuzakları olduğunu söylüyorlardı. Şimdilik acısı çıkmasa da ileride mutlaka ciddi zararlar vereceğini iddia ediyorlardı. Bizler de gençlik heveslerimize yenilerek, onların o ferasetli sözlerini pek ciddiye almıyorduk.
Hattâ onların; “..insanın sürekli bir sınav içinde olduğunu, ancak ve ancak ibadet ve kulluk için yaratıldığını, şu kısacık ömürde şeytanın sürekli bu mükellefiyetleri unutturacak faaliyetleri bizlere sevimli ve hoş göstererek (futbol gibi, müstehcenlik gibi, çeşitli eğlenceler ve fuzuli meşguliyetler gibi) büyük tuzaklar hazırladığını” anlatmaları, hâlâ kulaklarımda çınlıyor. 30-40 Sene geçtikten sonra gelinen şu nokta, onların ne kadar haklı olduklarını ispat etmeye başladı bile.
· Şöyle ki:
Son yıllardaki futbol camiasındaki karşılaşmalar, bir stres atma, kardeşçe ve hoşça vakit geçirmekten çıktı. Akla, hayale gelmeyen menfaatlerin, kumarların, hilelerin, entrikaların döndüğü, daha doğrusu döndürüldüğü bir sektör haline geldi. Bu taşkınlıkların neticesinde Yunanistan'da Olympiakos-Panathinaikos maçında, kalesini koruyan rakip kaleciyi pompalı tüfekle vuranları okuduğumuzda, en yaygın yorumlar “GÂVUR İŞTE! Vicdansızlık bu! Vahşet bu!” şeklindeydi. Peki, bizdekilere ne diyeceğiz? Bu cumartesi FB-GS karşılaşması öncesinde ve sonrasında yaşananları, nasıl ve hangi akıl ile izah edeceğiz?…
Yunan gâvuru dediğiniz o kişi, hiç olmazsa kendi MASUM polisine saldırmadı. Nedir bu polis otolarını yakmalar, ters çevirmeler, her rastladığını sopalarla ve tekmelerle tahrip etmeler? Belediye otobüslerinden, duraklardan, milli sermaye olan gayrimenkullerden, üç kuruş para kazanmak için bekleşen masum esnaftan ne istediniz? Maganda kurşunuyla ölen o vatandaşın günahı neydi? Acaba katil kim?…
· Oyun alanları ise eski Yunan-Türk savaşlarını, Ermeni sokak çatışmalarını andıran, teröristlerle polislerimizin çatışmalarını gölgede bırakan acı ve çirkin boyutlara ulaştığı, herkes tarafından gözlendi…
Pek tabiidir ki maç öncesi, her takım yenmek için oynar ve neticeyi de mutlaka kabullenmesi gerekir. Ortada bir haksızlık bile yok. Beraberliği kabullenmek yerine ve neticede de şampiyonluğun diğer kardeş takımın hak etmesini tebrik etmek yerine, henüz saçı bitmemiş yetimlerin hakkı olan milli sermayemizi, TERÖRİSTLER gibi talan ekmek, hangi vicdana sığar?… Hangi spor ahlâkına sığar?… Hangi akıl ile izah edilebilir?…
Milliyetçilik, yani bir nevi taraftarlık hakkında Bediüzzaman Hz. bakınız ne buyuruyor:
· Ey aziz kardeşim bil ki: Asabiyeti cahiliye, (cahiliye dönemi ırkçılığı, taraftarlığı)birbirine tesanüt edip (dayanışma gücüyle) yardım eden, gaflet, (Âhirete, Allahın emir ve yasaklarına duyarsızlık) dalâlet (sapıklık, inançsızlık) , riyâ(gösteriş) vezulmetten (karanlık düşünceden) mürekkep (birleşmeleriyle meydana gelen) bir mâcundur. Bunun için milliyetçiler, milliyeti “MÂBUD” ittihaz ediyorlar. (Allaha taparcasına taraftarı olduğu şeye tapıyorlar!…) [Mesnevi-i Nuriye, 149. Sayfa.] Evet, bir de bu açıdan bakınız…
Saygıdeğer dostlarım. Gelinen nokta maalesef çok ciddi bir fitnenin ve uçurumun kenarıdır.
Mutlaka çok ciddi tedbirler alınmalıdır.
· Neleri terk ettiğimiz için bu kadar alçaldığımızı çok iyi teşhis edersek, o terk ettiklerimizi ve ihmal ettiklerimizi kazanmakla da yeniden huzur ve mutluluğa kavuşacağımızı, artık bilmek zorundayız… ..VESSELÂM…
YORUMLAR