A. Raif ÖZTÜRK
  • 09/12/2019 Son günceleme: 09/12/2019 09:21
  • 3.961

Mezhepler ve Cemaatler hakkında, maalesef cehaletini sergileyen bir cami imamı ile bir mecliste karşılaştık.

Kendisini; bu yanlış anlayışı hakkında uyardım ve uzun uzun açıklamalar yaparak onu ikna veya ilzam ettikten sonra, beni başka bir konuda köşeye sıkıştırmak istedi.

Hiçbir münasebet yokken, “Peki, tamam, o hatamı anladım da; Risale-i Nur sohbetlerinde, Allah ve Rasülünden daha çok, niçin Bediüzzaman adı geçiyor? Bu bir hata değil mi? Bak biz camide, en çok Allah ve Rasülünden bahsederiz, yeri gelirse Bediüzzaman’dan da ve diğer âlimlerden de örnekler veririz. Bu bir taassup değil mi?” dedi.

Ben oradaki görevliden iki çay istedikten sonra kendisine şöyle bir cevap verdim:

-Hocam siz bir imam-hatip olduğunuz için soruyorum, belâgat nedir?

-Sohbette, konferansta veya herhangi bir konuşmada; sözün fasih, güzel, düzgün, olmakla beraber, hâle, yerine ve makama uygun olmasıdır, dedi.

-Çok güzel ve doğru bir cevap, fakat bu cevapla siz kendi sorunuzun cevabını vermiş oldunuz.

-Nasıl yani?

-Bakınız, “hâle, yerine ve makama uygun olmasıdır” dediniz. Yani, eğer siz bir spor kulübündeyseniz, belâgat sanatına göre o sohbette, spordan ve spor otoritelerinden konuşursunuz... Eğer bir yapı kooperatifi toplantısındaysanız, belâgat sanatına göre, yakın tarihteki ve muâsır olan otorite (yani, konu ile ilgili söz sahibi, yetkili) mimarlardan bahsedersiniz, Mimar Sinan’dan değil... Eğer siz bir doktor olup, bir hasta hane toplantısındaysanız, yakınınızdaki otorite doktorlardan bahsedersiniz, İbn-i Sina’dan, Ez-Zehrâvî’den, Beyruni’den, Ali Bin Abbas’tan veya Lokman Hekim’den değil! Bu davranış biçimi, doktorların pîri ve hocası olan hekimlere asla hakaret içermez ve bir taassup da olmaz, aksine tam bir belâgattir...

Eğer siz bir komutan olup, askerî bir toplantıda sohbet ediyorsanız, hâli hazırdaki ve yakın tarihteki otorite kumandanlardan bahsedersiniz, Hz. Hamza’dan, Halid Bin Velid’den, Hz. Ömer’den değil… Bu kişiler girdikleri bütün savaşları, o günkü üstün savaş teknik ve zekâlarıyla kazanan örnek kumandanlar değil miydi? Dînî ve îmanî eğitimde de, İslâm’ı tebliğde de bugünkü İslâm âlimlerinin metod ve prensipleri çok daha etkilidir. Edille-i Şer’iyyeyi hatırlayınız. Kur’ân, Sünnet, İcmâ-i Ümmet ve Kıyası fukahâ... ….

-Hocam, konuyu biraz daha açar mısınız? ..dedi:

-Elbette. Aynen yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, eğer Risale-i Nur sohbetindeyseniz, belâgat sanatına göre o sohbette, kilometre taşları mesabesindeki Risale-i Nur otoritelerinden ve özellikle de en çilekeş ve olağanüstü başarılara sahip üstadı olan Bediüzzaman Hz’den çokça bahsedilecektir. Bu da bir nevi belâgattir ve gayet normaldir…

Diğer cemaatler, kurum ve kuruluşular içinde de (haddi aşmamak şartıyla) durum aynıdır.

Her cemaat, kurum ve kuruluşların sohbetlerinde, o cemaat, o kurum ve o kuruluşun lideri ve otoritelerinden söz edilmesi, sohbetteki belâgat sanatının bir gereğidir. Tenkit edilmesi ise yâ cehaletten veya art niyetten kaynaklanır. Sizin de caminizde ve kürsünüzde, en çok Allah cc ve Rasülünden SAV bahsetmeniz, yeri geldikçe de Bediüzzaman’dan da ve diğer din âlimlerinden de örnekler vermeniz de belâgatin gereğidir... ..dediğimde ilzam olduğu gibi ikna da olduğunu izhar etti, fakat ilmî enâniyetinden dolayı özür dilemedi.

Lâf bulamayıp sağa-sola bakmaya başlayınca, ben devam ettim:

-Müsaadenle bir de şunu ilâve edeyim:

Ben doktorların içinde en çok, 2005 yılında beni ameliyat eden Karaciğer Uzmanı Prof. Dr. Yaman Tokat’ı zikrederim, onu anarım ve takdir ederim. Doktorların PÎRİ olan Lokman Hekimi veya İbn-i Sina’yı ise belki ayda bir belki de senede bir hatırlarım.

-Niçin?

-Çünkü benim vefatım için geri sayım başlamışken, bana karaciğer nakli yaparak, benim daha uzun ömürler yaşamama ‘sadece bir VESÎLE olduğu için’, değil mi?

İşte aynen bunun gibi, ben 1968 yılında sahne hayatı yaşıyor ve îman ve imansızlık içinde bocalıyordum. Bin bir çilelerle ve hapishane köşelerinde, köşe-bucak sürgün hayatı yaşatıldığı halde, ümmet-i Muhammed’in îmanını kurtarmak için, Risale-i Nur Külliyatını yazan ve benim de îmanî konudaki bütün problemlerimi çözen Bedüzzaman Hz.’ni, öncelikle ve çokça zikretmem niçin taassub olsun ki? Üstelik biz onu Allah’ın cc bir lütfu ve Hz. Muhammed’in SAV bu asırdaki bir vârisi görüyoruz. Allah’ı cc Esmâ ve sıfatlarıyla ve Rasûlünü de yüzlerce Hadîs-i Şerifleri ve örnek hayatıyla bana en güzel tanıtan ve sevdiren Bediüzzaman Hz.’ni sevmek ve onu çokça zikretmek niçin taassup olsun ki?...

  • Muhatabım tam ikna oldu, fakat özür dilemek yerine konuyu yine değiştirmek istedi, fakat ben itiraz ettim:

-Durun bakalım, henüz bitmedi. Benim gönül dünyamda Risale-i Nur sohbetlerinin özel bir yeri var. Çünkü insanlık âleminin niçin şu dünyaya gönderildiğini, îman ve Kur’ân ilminin en kısa zamanda ve en verimli bir şekilde kazandıran terapiler olduğunu bizzat yaşıyorum.

Hem sizin o itiraz ettiğiniz, ‘Allah cc ve Rasûlünden bahsedilmiyor’ sözü de çok yanlış!!!...

Risale-i Nur’un her paragrafı ve hatta her satırı, Allah’ı yâ Esma ve Sıfatlarıyla tanıtıyor veya Kâinattaki mûcizevî icraatlarını sergileyerek tanıtıyor ve sevdiriyor.

Hazreti Muhammed’i SAV ise siyerini, ahlâk-ı Hesenesini ve 300 den fazla Hadis-i Şeriflerden bahsederek tanıtıyor ve sevdiriyor. Bu konunun da bir uzmanı ve otoritesi olan Prof. Dr. Ahmet Akgündüz hocamız şöyle özetliyor:

“Risale-i Nurun her paragrafı ve satırı, mutlaka bir Âyete veya Hadîs-i Şerife dayanıyor. Ben bunu her zaman ispat etmeye hazırım” diyor.

Bu açıklamalardan sonra muhatabım bana teşekkür etmedi fakat yerinden kalkarak, beni sıkıca kucakladı ve “seni çok seviyorum ve çok çok takdir ediyorum” diyebildi ve müsaade istedi… Allaha binlerce şükürler olsun.

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz