A. Raif ÖZTÜRK
  • 27/01/2019 Son günceleme: 27/01/2019 19:38
  • 8.043

Son günlerde Antalya ve çevresinde yaşanan Fırtına, HORTUM ve Sel felâketleri, sadece Antalya ve çevresini değil, tüm Türkiye’yi ilgilendiriyor. Çünkü tüm ülkemizin sebze ve narenciye ihtiyacının büyük bir kısmı o bölgelerden tevzi ediliyor. Oradaki musibet sebebiyle sebze ve narenciyelerin fiyatlarının zamlanması, tüm ülkemizi etkileyeceği bir gerçektir…

Diğer bir gerçek te; Fırtına, HORTUM ve Sel felâketlerinin tesadüfen olmayışıdır.

Her ne kadar lâik eğitim sistemimizde, bu olaylar şuursuzca veya kasten İlâhî Kudreti kamufle edercesine, “TESADÜFEN oluyor” gibi gösterilse de asla tesadüfen değildir. Çünkü meteoroloji ilmi, fırtına, hortum veya Yağmur ve kar olaylarını, vuku bulduktan sonra; bu hızla şu kadar kilometreyi, şu kadar zamanda kat ederek, geliş istikametindeki bölgelere şu saatlerde ulaşacağını hesaplayarak, sadece yorum yapabilmektedirler.

Vuku buluş sebeplerini de teori olarak; “..ısınan hava yükseldiğinden, boşalan yere hücum eden hava akımına rüzgâr denir. Şu kadar Km. hızdan fazla olursa fırtına veya kasırga denir.” Veya; “Denizlerden buharlanan hava yükselir, rüzgâr vasıtasıyla ilerlerken soğuk tabakaya rastlarsa, bu su buharı ya yağmur veya kar şeklinde yere düşer.” Deniliyor…

Hortum için ise; “..ânî değişen Yüksek veya alçak basınç sebebiyle, hava akımı yukarı çekilirken, kendi ekseni etrafında dönüş yapar.” “Hortum; kümülüs bulutları ile bağlantılı olarak silindir şeklinde dönerek gezen bir rüzgâr türüdür” vb. gibi ifadelerle, basit ve İlâhî Kudreti nazara vermeden tanımlanır. Bu tanımlaya veya teoriye göre; bir bölgede sadece dikey bir hortum oluşması belki kabul görebilir, fakat aynı bölgede yatay hortumlar veya aynı anda 2, hatta 3 hortum birden oluşu, bu teoriyi tamamen çürütmektedir.

Oysa hiçbir olay tesadüfen olamaz ve mutlaka bir fâili vardır ve olmalıdır. Bu FÂİL bilindiği zaman, bir takım sorumluluklar ve mükellefiyetler geldiği için, inkâr yoluna gidilmektedir.

Bu tür tanımlamaları çok kısa olarak özetledikten sonra, şimdi gelelim bu tür olayların teori değil, vahyi İlâhi ile bildirilen gerçek sebeplerine:

Furkan Sûresi, 48. Âyet: Rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen ve gökten tertemiz bir su indiren Allah’tır cc.

A’raf Sûresi, 57. Âyet: Rahmetinin önünde müjdeci olarak RÜZGÂRLARI gönderen O'dur. O RÜZGÂRLAR, yağmur yüklü bulutları üstlenince, onu kurak bir memlekete gönderir, sonra onunla yağmur yağdırır ve onunla her çeşit ürünü yetiştiririz.

Bu gibi olayların tesadüfen değil, bir Yüce Kudret ve İrade tarafından olduğu kesin olduğuna göre, “acaba bazı bölgelere bu rahmet ve bereketi, niçin belâ ve musibet suretinde sevk ediyor?” Sorusunun cevabına bakalım:

A- Belâ ve musibetlerin en büyük sebebi; Nuh, Âd, Hûd vs. geçmiş kavimlerde olduğu gibi, Allah’ın emir ve yasaklarına rağmen, sefâhat ve ahlâksızlıklara karşı sessiz kalmaktır...

B- Tâ hâ S., 124. Âyet: “Kim de benim zikrimden (Kitâb'ımdan, namazdan, beni anmaktan) yüz çevirirse, artık şüphesiz ki onun için, dar bir geçim vardır. … ….”

D- Şûrâ S., 30. Âyet: “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.” 

Mesajlar çok net, değil mi?...  Allah cc çoğunu af ettiği halde, belâları biz hak ediyoruz.  

Yani, İmam-ı Rabbanî Hz.’nin bu konudaki sözleri, şöyle beyt haline getirilmiş:  

“Kuluna zulm etmek istemez Hüdâsı. Herkesin çektiği kendi cezası.”  

Çevremizdeki belâ ve musibetlere sebep olacak, tecâvüzler, kap-kaçlar, insanlara ve hayvanlara zulümler, anaya, babaya, yaşlıya, Allah’ın emri olan başörtüye, hastaya saygısızlıklar, had safhada değil mi? Bir başka sebep daha var. O da İMTİHAN-SINAVDIR:  

Tevbe S., 126. Âyet: “Doğrusu onlar, her yıl bir veya iki def'a (çeşitli belâlarla) imtihân edildiklerini görmüyorlar mı? Yine de, ne Tevbe ediyorlar ve ne de kendileri ibret alıyorlar!”  

Bakara S., 155. Âyet: “Sizi mutlaka biraz korku ve açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsûllerden bir noksanlık ile imtihân edeceğiz. (Ey Resûlüm!) O hâlde sabredenleri (Cennetle) müjdele!”… 

Sınav gereği olan kaçınılmaz belâ ve musibetlere “İnnâ Lillâh…” diyerek sabretmemiz de emrediliyor ve sabır ve tevekkülle karşılarsak, Cennetle müjdeleniyoruz. Bunların idraki içinde olarak, diğer fıtrî sebeplere de yoğunlaşıp, tedbirlerimizi alacağız, inşallah… 

Peki, tedbir ve çareler nelerdir? 

“Kula belâ gelmez HAK YAZMAYINCA, HAK belâ yazmaz KUL AZMAYINCA.” (Mevlânâ Hz.) 

Kul olarak bizler AZMAMAMIZ, yani Allah’ın cc. ve Rasûlünün SAV emir ve yasaklarına tam riayet etmemiz şart oluyor.  Bunun için de hem kendimiz, hem sevdiklerimiz ve hem de neslimiz adına, mutlaka özel ve etkili DİN eğitimleri almak için seferber olmak zorundayız.

Nasıl ki kırmızı ışıkta geçen şoförün polise; “efendim, kırmızıda geçmenin yasak olduğunu bilmiyordum” demesi geçersiz ise bizlerin dini konuları “BİLMİYORDUM” diye savunmamız da tamamen geçersizdir. Çünkü, BİLMEK ve ÖĞRENMEK ZORUNDAYIZ!...

Her şeyi devletten beklemek çok yanlıştır. Devlet bizlere müsamaha göstersin, yeter.  

Kaldı ki tüm dîn eğitimlerinin devlet tarafından tamamen yasaklandığı, hatta ezan ve Kur’an okuyanların bile en ağır cezalarla tecziye edildiği bir zamanda da, her şeyi göze alarak evlâtlarını kusursuz yetiştiren aileler çok vardı. Allah cc onlardan ebeden razı olsun. Oysa bugün DİN eğitimleri, devlet tarafından yasak değil, üstelik te teşvik ediliyor. Artık bu ciddi konularda asla mazeretimiz yok... 

Aksi halde; bazı kavimlere olduğu gibi, hem Dünyadaki ve hem de Âhiretteki kaçınılmaz acı âkıbet, bizleri bekler. Son zamanlardaki belâ musibetlere bu nazarla da bakmak zorundayız. Çünkü; bu durum yukarıda sadece birkaçını arz ettiğimiz ayetlerle çok net haber verilmiş. 

Bizlere düşen, bunları ciddiyetle öğrenip, titizlikle yaşamaktır. Yakınmak değil! Vesselâm…  

NOT: ‘Allah ve Rasülüne savaş açmak’ anlamına gelen FÂİZ de, ‘fakir ve yoksulların haklarını hebâ etmek’ anlamına gelen İSRAF da Yüce Rabbimizin gazabını celbeden günahlardandır.  Ancak, ayrı birer yazı konusu olarak ele alınacaktır… A.R.Ö.

Yazarın Yazıları