Ekrem VANLI
  • 10/03/2016 Son günceleme: 15/03/2016 11:52
  • 6.879

Hürriyet, serbest düşünebilme, serbest söyleyebilme ve serbest hareket edebilme hakkına sahip olmak demektir diyebiliriz. Diğer bir ifadeyle hürriyet, insanın kendisine ve başkasına zarar vermemesidir.

İslâmiyet fikir hürriyetine, toplumu rahatsız etmemek ve zan altına almamak kaydı ile bazı sınırlar çizmiştir. Bunlar ise; İyi niyet, İslam inancına saygı, Devlet ve milletin birlik ve bütünlüğünü muhafaza etmek olarak belirleyebiliriz.

Günümüzde “Mutlak Hürriyet” yani “her şeyin serbest olmasını savunmak” çok yanlış bir görüştür.   

Gayri meşru hürriyeti sınırlamak milletin saadeti için çok önemlidir. Hürriyetleri ortadan kaldırmak isteyen baskıcı zihniyetlere izin vermek, hürriyetin ruhuna aykırıdır. Bu sebeple vatanımızı tehdit eden, hürriyetimizin, mülkiyet ve namusumuzun baş düşmanları olan yıkıcı fikir ve görüşlere hürriyet adı altında kabul etmek mümkün değildir.

İnsanlar, ancak başkalarının hukukuna taarruz etmemek şartıyla kendi fiillerinde serbesttir. İnsanların birbiri üzerinde baskı kurmaya ve tahakküm etmeğe hakları yoktur. Demek ki, hürriyet mutlak değildir. Yani, fert ve cemiyetin şartsız ve sınırsız bir hürriyeti yoktur.

Bütün insanlar meslek ve meşrepleri, ırkları, dilleri, güç ve kudretleri ne olursa olsun Allah’ın kuludur. Kulluk ve insanlık hürriyetinde hepsi ortaktır. Hepsi aynı emir ve yasaklara tabi ve hepsi Allah’a ibadet yapmakla vazifelidir.          

Tarih boyunca istibdat (baskı dönemi) çok çeşitli şekillerde ortaya çıkmıştır. Zalim krallar, diktatörler, papazlar ve bazı hükümet adamları otoriteyi ellerine alarak fert ve cemiyetin hürriyetine müdahale etmişlerdir.

Bu anlayış çeşitli zulüm ve istibdat (baskı dönemi) idarelerinin ortaya çıkmasına ve insanların köleleştirilmesine, inançlarının engellenmesine ve birçok fikir ve ilim adamının idam edilmesine sebep olmuştur. Bu durum insanların gerilemesine neden olmuştur.

Hürriyeti kısıtlanan bir insanın hayatı ve istiklali, şeref ve namusu da tehdit ediliyor demektir. Nitekim hür olmayan insanlar şeref ve izzetini muhafaza edemez. Başkasının hükmü altında zelil ve sefil bir hayat geçirmeye mecbur kalırlar.

İslâm dini, inanç ve vicdan hürriyetini,  akıl ve fikir hürriyetini, konuşma hürriyetini insanlara bahşetmiştir. İnsanların inandığı gibi yaşamaları ve kılık ve kıyafetlerinde serbest olmaları vicdan hürriyetinin gereğidir.

İnsanın hayatını huzur ile yaşayabilmesi için serbest hareket etmesi, hür olarak düşünmesi ve düşündüğünü söyleyebilmesi şarttır. Zira herkes dilediği gibi düşünür ve itikat eder; kendi din ve mezhebini diğerlerine tercih edebilir. İnsanın bu hakkını kısıtlamak onun hürriyetine tecavüzdür.

Hangi millette vicdan, düşünce ve konuşma hürriyeti varsa er ya da geç, o millet, huzura kavuşur. Cenab-ı Hak Peygamber Efendimiz (asm.) vasıtasıyla bütün müminlere şöyle buyurmaktadır:

 “Habibim söyle onlara hak, Allah’tan gelendir. Ona iman edip etmemek her ferdin kendi ihtiyarındadır.” ( Kehf, 18/29 )

Hiç bir Müslüman, başka birinin İslâm’a girmesi için ona bir zorlamada bulunamaz.  İnsanlar, akıllarını kullanarak İslâm’ı seçmeli, araştırma ve tahkik neticesinde Müslüman olmalıdırlar.  Bu nedenle amcası Ebu Talip gibi bazı insanların İslam’ı kabul etmemesinden dolayı üzülen Peygamberimize Cenab-ı Hak üzülmemesi gerektiğini, çünkü kendisinin sadece tebliğci olduğunu bildirmiştir.

İslâm beldelerinde tarihin hiç bir döneminde Müslümanların dışındaki din sahiplerinin dini inançlarına karışılmamış; ibadetlerine ve ibadethanelerine dokunulmamıştır. Çünkü İslâm, inanç hürriyetini korumakta ve ona çok büyük bir değer vermektedir.

Gerek İslâm devletleri, gerek sosyalist veya demokratik devletler olsun, her sistem kendi rejimini muhafaza etmek için, bu hak ve hürriyetlere çeşitli sınırlamalar getirir.  Bu da gayet normal bir olaydır.  Çünkü sınırsız hürriyet duvarsız bir odaya benzer.  Duvarsız bir oda olamayacağı gibi  sınırsız bir hürriyet de düşünülemez.

Yazarın Yazıları