A. Raif ÖZTÜRK
  • 22/06/2020 Son günceleme: 22/06/2020 15:58
  • 4.285

Çoktan beri görüşemediğim Karadenizli bir dostum Kadir gecemi tebrik için beni aramıştı. Tebrikten sonra ses tonunu arttırarak; “Yâhu hocam kafayı yiyeceğum. Elin gâvurları Allah’ın gönderdiği şu corona ordusundan alınması gereken mesajları aldılar da bizim gâfiller hâlâ akillanmadi” diye saydırmaya başladı.

Baktım ki bazı gelişmelere gerçekten çok alınmış, üzülmüş, ağırına gitmiş ki çok hiddetli saydırıyor. Biraz dinledikten sonra ben; “Sakin ol dostum! Elbette haklı da olabilirsin, ancak bu tür saydırmaları bu mübarek gecede yapmayalım. Şeytana sövmektense, salavâtü Şerîfeler getirelim, demişler” diyerek sakinleştirmeye çalıştım.

Evet, onu sakinleştirmeye muvaffak oldum da telefonu kapattıktan sonra, benim de kafama takıldı. Ertesi gün ben de bu korona olaylarına ve gelişmelere, Dünya ülkelerine de bizim ülkemize de o Karadenizli dostumun baktığı açıdan bakmaya başladım. O Karadenizli dostumun gerçekten de çok haklı olduğunu ben de anladım. Şöyle ki:

Gâvur kelimesi aslında; “acımasız, merhametsiz, inatçı, kâfir vs.” anlamlarına geldiği halde, halk dilinde ise “Müslüman olmayan kimse” olarak kullanılıyor. Sanıyorum Karadenizli kardeşimiz, ikinci anlamda kullanmış olmalı.

Biz de onun saydırdıklarını dikkatlice incelemeye çalışalım:

Elin gâvuru, yani gayrimüslimler, şu corona virüsü sınavından sonra şehir meydanlarında bile Müslümanlar gibi secdelere kapanarak, gözyaşlarıyla Allah’a duâ duâ yalvarıyorlardı. Namaz kılmayı taklit etmeye çalışıyorlardı. Kesinlikle YASAK olan ezanı serbest bırakıp, minarelerden ezan okutuyorlardı.

Buna rağmen bizdeki gâfiller ise hâlâ nankörlüklerine, gizli gizli ve tedbirsiz kumar oynamalarına, kadınlara, mazlumlara hatta hayvanlara zulümlere, tüm dünyanın dev ülkelerinden bile çok başarılı olan hükümete iftiralarına acımasızca devam ediyorlar. Yatsı ezanından sonra yapılan duâlara, düşmanca saldırıyorlar. Halkın %40’a yakını hâlâ ve inatla burunlarının doğrultusunda hareketlerle, din ve ülke düşmanlıklarına devam ediyorlar. Hatta TBMM’DE bile bu inatlarına devam ediyorlar.

Televizyonlarımızın büyük çoğunluğu; Yüce Rabbimizin ve Dinimizin yasaklarına muhalif olarak, ahlâk bozucu, israfı ve fuhşu körükleyici ve de vicdanları dejenere edici dizilerine devam ediyorlar. Bizler gönül huzuru içinde sadece Diyanet TV ve diğer dînî TV’LERİ izlemekle korunmaya çalışıyoruz. Çok nadiren de ana habere kaçamak yapabiliyoruz.

 Şu Corona olaylarından sonra; ülkemizde ve dünya çapında, Yüce Rabbimizin gazabına sebep olan birçok günahlara elbette zorunlu sınırlamalar getirildi. Ancak, Corona virüs şokuyla; zulüm, içki, kumar, zina (fuhuş), nankörlük, yalan, ihanetler, cinayetler, tecavüzler, hırsızlıklar ve diğer günahlarda önemli ölçüde azalmalar görüldüğü halde, GÜNAH-I KEBAİR olan birkaç günah maalesef ıskalanmaktadır.

Bunlardan BİRİSİ; ülkemiz insanının vicdanını sızlatan, özellikle Fatih Sultan Mehmed’in şahsî mülkü olduğu halde, ülkemize vakfedilen Ayasofya Camiinin hâlâ mahzun ve ibadete kapalı olmasıdır. Üstelik hiçbir mantığa ve yasaya dayandırılmadan, sadece ne idüğü tartışmalı bir kararnameyle müzeye çevrilmiş olmasına rağmen, ibadete açılması aynı zihniyet tarafından hâlen engellenmesidir. Hatta Sultanahmed camiinin de MÜZE haline çevrilmesi, şuursuzca, düşmanca ve insafsızca teklif edilebilmektedir…

Daha da acısı Fatih Sultan Mehmed’in bu konuda “..Bu müesseseyi eksiltmek, bozmak, değiştirmek, tağyir ve tebdil eylemek, vakfı ihmal edip kendi hâline bırakmak ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak asla helâl değildir! Her kim bu müesseseyi (Ayasofya’yı) ibadetten MEN ederse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerlerine olsun. Ebeddiyyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebeddiyyen merhamet olunmasın” şeklinde çok geniş ve kapsamlı bir bedduası vardır.

Linklerini de veriyorum:

TIKLA OKU

TIKLA OKU

İşte bu nedenlerle bu güne kadar mahzun ve mazlum bırakılmış ve ağlatılmış olan Ayasofya mutlaka ibadete açılmalıdır. Şu masum halkın üzerinden ve buna sebep olan göçüp gidenlerin üzerlerinden bu beddua ve lânet kaldırılmalıdır. Çünkü bizler de bu haksızlıklar karşısında sustuğumuz için, halk olarak da hepimiz vebâl altındayız…

İKİNCİSİ: Milli Eğitim sistemimizdeki; Kâinatın ve hepimizin Yüce Yaratıcısı olan Allah’ı cc, kamufle eden, örtbas eden, özellikle atomlara, tabiata, sebeplere hatta tesadüflere verilerek gizleyen seküler eğitim mutlaka islâh edilmelidir. Milli Eğitimimiz, Mân-yı Harfî ve ÎMAN esaslı olmalıdır. Yani, her olayda Yüce Rabbimizin İlmi, Kudreti, Hikmeti, Rahmeti, Rezzakiyeti vs. gizlenmek yerine, mutlaka teşhir edilmelidir. Çünkü Allah’ın cc, “her türlü günahı af ederim, fakat ŞİRK’İ asla af etmem”, şeklinde de birçok vaadleri vardır. (Sedece ikisi; Nisa S., 48. Ve 116. Âyetler.) Daha önceki yazılarımda bu konuyu teferruatıyla izah ve ispat ettiğim için, burada sadece hatırlatıyorum.

İşte o yazılardan sadece birisi: TIKLA OKU  

Hatta sadece bir teori (yani, henüz ispat edilmemiş bir görüş) olan Evrim Teorisi okullarımızda sanki İLİMMİŞ gibi okutulmaktadır. Oysa bu teori Yüce Dînimize ve Kur’âna tamamen ters olup, bir nevi gerçek yaratılışı ve Yüce Yaratıcıyı inkârdır.

Evet, ülkemizde Çin gibi, Hindular gibi, ABD gibi, İsrail gibi ZULÜM olmadığı halde, bizlerin de Yüce Rabbimizin gazabına vesile olan bu iki önemli vebalden de kurtulmamız şarttır.

Aksi halde bizlerin bu konularda GÂFİL ve sessiz kalmamız; “Eyyy Corona ordusu! Biz hâlâ senin gönderiliş sebebini tam idrak edemedik, bizler ayılıncaya kadar göreve DEVAM” anlamına gelecektir…

Ben elimden geldiğince hatırlattığım için, müsterihim… Vesselâm.

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz