Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 04/02/2013 23:11
  • 40.063

Evet, sonunda bu da oldu. Ölüm kelimesini de dillere pelesenk ettik ya! Ölsek de gam yemeyiz artık. Hayır, "muhteviyatına ilişmediğimiz, dokunulmazlığına dokunamadığımız bir şey de kalsın be güzel insanlar" desem kim duyar ki! Bu kadar uğultunun, kargaşanın içinde.

Biri henüz can vermişken, "can" pazarının kurucuları dinler mi ki?  Ya da kendi canının peşine düşenler, her ölümde kendine güzel bir son yazanlar mesela, bilirler mi ki, sonu ancak Allah yazar!

Evet, "var" oluşun bir anlamı var! Lakin "yok" oluşun da bir anlamı var. Rızamızı almayı düşünmeyen bir öteye gidiş/ geçiş mutlak. 

Yaşamanın söz konusu olmadığı hallerde bile ölmenin anlamı yine bulunacak.

Varoluşunu bir anlama bağlayamayanlar, varoluşlarının anlamsızlığını yok oluştan, yani ölümden çıkarıyorlar. Lakin olmaz. Plastikleştirdiğiniz diğer sözcüklere benzemez, dikkat ediniz. Zira ölüm bir kapıdır ötelerle bu dünya arasında "can-a" açılan ve arkasında güneş doğmayan... Ölümün dokunulmazlığı fena dokunur insana.

Tabiatta her şeyin bir karşıtı vardır. Ölenin karşıtı, ölümlü hayatın karşıtı da vardır. Ya insandaki sonsuzca varoluş arzusunun? Bir elif miktarı susalım ve düşünelim.

Bu dünyada savaşlar bile varoluş içindir, yok oluş için değil. İnsanların sürüler halinde yok edildiği şu zamanda var olmak bir çığlıktır ve belki de kurtuluş bu feryadı duy(ur)makla mümkündür.


Demem o ki; yokluğu bir varlık yaratmayan varlık "var" mıdır gerçekten? 

"Bu hayatta, başka bir hayatı ümit etmekten büyük mutluluk yoktur" der, Pascal.
Bu hayatı sevmeden, sorumluluğuna varmadan başka bir hayata gitmenin ne önemi olabilir ki. Bu hayatı sevmek bir anlamda inancın somutlaşması demektir. Zira sevmek, sahip olmak. Tapınmak değil; yaşamanın kalp atışıdır.

Sevmek ölmekten kurtarmayacak evet ama çağlar önce söylenmiş  "kendisi için seven aynısını başkası içinde sevendir" peygamber sözünün idrakini kolaylaştırır belki. İnsanın insana kötülük yapma ihtimalini ortadan kaldırmaz ama iyilik yapma ihtimalini doğurur. Ne dersiniz?

Sevmenin kanununun olmadığı yerde, yer çekimi kanununu bilmenin bir anlamı olmuyor maalesef... Ki sevmek merhameti doğuran yegâne hazinemizdir. Ve biliyoruz ki merhamet etmeyene merhamet edilmeyecektir!

Ölümün ve hatta sözünü duymanın doğurduğu sıkıntıdan şuurunu kaybedip yine hırsını ölümden çıkarmaya kalkanlara ne diyebiliriz ki. İnkâr yokluktan bir uçurum oluverdiğinde, ayaklarının altında elinden tutacak bir inancı olmalı insanın. Fazlasıyla nafileyiz... Fazlasıyla ölümlü...

"Ölüme alışmak" diye pek seçilip kullanılan şaşı bir cümleyi kullanmamı beklemeyin benden. Bilakis ölüme alışmamalıyız. Ölümü konuşa konuşa mahremiyetini yok etmemeliyiz. Saklımızda kalsın yaralarımıza merhem niyetine. 

Tüm "var"larımızı anlamsızlaştıran ve dahi anlamını kat be kat artıran, bize öteleri muştulayan biricik (eskilerin tabiriyle ki çok severim) "göçüşümüzü" göçermesek bu kadar azimle nasıl olur?

Kime yakışıp kime yakışmadığına da bırakalım o karar versin! Her şey olması gerektiği gibi olduğunda acıtıyor en çok  biliyorum ama olacak olan olmalı.
Ve "Olan-ı" değil "oluş-u" konuşmalı...


Söylenmemiş ve söylenmiş tüm cümlelerimizle... Kıyıda köşede, hayır da şerde tüm yapıp etmelerimizle yolcuyuz. Ve hani o günah keçisi ilan edilen zavallı aylardan biri olan Ocak da sadece bir durak bu nihayetli yolculukta.

Şu canına yandığım küreselleşmiş dünyada, bir kürenin üzerinde debelenip duruyoruz ve nihayetinde vakti gelen inecek! Bu böyle biline! 

  

Düşünüyorum da; bilginin mahkûm ettiklerini ancak daha kıymetli bir bilgi özgür bırakabilir. Ne dersiniz? Zira nerdeyse tek temasımız bu, bilinmeyenle. 
 

 
Susmak da bir ölme biçimidir.
Konuşmakta bir öldürme biçimi -bazen-

Lal:
Sesi  ancak yeterince incitilmiş birinin ki gibi titriyor daha incitilse bel ki de kalmazdı ondan geriye bir şey kim bilir. "korkuyorum" diyor korktuğu ne kadar şey varsa sıralıyor. Henüz kırılmış kalbi, takatini kesmiş. Öyle ya  yaralar hep kanatılmak için vardır...
 
Sıradan bir günün hiç de sıradan olmayan konuğuydu ve ben hazırlıksız yakalanmıştım. Umduğunu bulur muydu bilmiyorum ama gelmişti işte! Gelmesi en beklenen değildi elbet. Bu dar sıkışık vakitte. Bu kadar koşuşturmanın içinde... Ucu ucuna yaşanan günüme dahil oluverdi... 

"Hiç bir şey sebepsiz değildir" böyle öğretilmişti  ki gelenin sebebi de belliydi. 
Bizim bilgimiz dışında görülen hesaplara böyle zamanlar da imanım biraz daha kuvvetleniyor ve ben daha hiçleşiyor, daha bir küçülüyorum... İyi geliyor!

"Korkuya değil tedirginliğe ihtiyacımız var" diyorum. Onun korkusu bana, benim tedirginliğim ona iyi geliyor ve galiba  "insan insanın kurdudur" diyen Hobbes'in yanılgısına seviniyorum bir ara.

Sorunları benim sorularımı çözdü. Kalbimi ezen ne çok ağırlık varmış Allah’ım! İnsan daha bir derin yara görünce iyileşiyormuş. Bildim! 
Yazarın Yazıları