A. Raif ÖZTÜRK
  • 02/11/2020 Son günceleme: 06/11/2020 17:14
  • 4.849

 

Sizleri üzmeme adına arz etmeye çekindiğim, fakat arz etmediğim zaman da vebalinden dehşete düştüğüm çok önemli bir konuyu birlikte mütalaa edeceğiz bugün.

Herkesin bilmesi gerektiği halde, iş, güç, dersler, dertler, musibetler ve diğer meşguliyetler nedeniyle çok ihmal ettiğimiz, çetin bir ‘Dünya sınavı’ içindeyiz.

Bu itibarla ihmal ettiklerimizden de sorumluyuz ve bilmiyor ve fark edemiyor olmak da asla mazeret kabul edilmeyecektir. Aynen kırmızı ışıkta geçen şoförün, polise “ben kırmızı ışıkta geçmenin yasak olduğunu bilmiyordum” dediği geçersiz mazeret gibi.

Bu önemli konumuza girizgâh olması için, çok etkilendiğim bir anekdotu, hatırladığım kadarıyla arz etmek istiyorum. Şöyle ki:

Malumunuz olduğu gibi; yakın tarihe (yani pandemi öncesine) kadar, hem Yüce Dinimizin prensipleri, hem de örf ve âdetimiz gereği, Ramazan günlerinde imkânı olan her Müslüman, misafirsiz iftar yapmazlardı. Böyle ulvî bir hayıra vesile olması için bahtiyar bir aile reisi, sırası gelen köyünün imamını iftara davet eder. Güzel Anadolu’nun temiz bağrındaki bir beldenin o imamı da temiz, ahlâklı ve takva sahibi bir gençti.

İftardan önce de o yılın zekâtını da halletmek niyetiyle, zekât bedelini hesaplayıp tam parayı sayarlarken kapı zili çalınca, bir miktar kâğıt parayı âcilen masanın üzerine bırakıp, genç ve henüz bekâr olan imam efendiyi karşılarlar.

Masanın başına oturttuktan sonra da evin beyi de hanımı da sofrayı hazırlamak üzere mutfağa giderler. Bu arada da ‘İmam efendinin yanında, o paraları oradan almak ayıp olur’ düşüncesiyle veya unutarak, o paraları öylece bırakmış olurlar.

Nihayet bütün hazırlıklar yapıldıktan sonra, ezan okunur, iftarlar yapılır dualar edilir, akşam namazı da cemaatle kılındıktan sonra imam efendi uğurlanır. Sofra toplanırken de o paraları hatırlarlar ve birbirilerine “sen mi alıp bir yere koydun” diye sorarlar.

Aileden birinin almadığına emin olunduktan sonra, o genç imamdan şüphelenirler.

Öyle yâ, o dakikalarda genç imamdan başkası o odaya girmediği kesin olduğuna göre, haksız da değillerdi hani.

Bu olaydan çok etkilenen bu aile, bu genç imamdan uzak durmaya başlar. Bu soğukluk, şüpheli ve mesafeli duruş tam 11 ay sürer. Yine Ramazan ayına girilmiştir. Yine sırayla iftar davetleri başlamıştır, fakat o sene, o genç imamı o aile, iftara davet etmez.

Ancak son haftada bu aile belki de “ayıp olmasın” düşüncesiyle, belki de “imamın hırsızlık günahı(!) bizi ilgilendirmez” düşüncesiyle o akşamki iftara o genç imamı davet ederler.

Ezan okunmasını beklerken aile reisi olan zât, imam efendiye bu hassas konuyu nezaketle açmak ister. “Hocam, geçen seneki iftardan beri size olan temkinli ve soğuk davranışımı fark etmişsindir.” Hoca efendi hemen cevap verir:

-“Evet, fark ettim fakat sizi incitirim düşüncesiyle, bir türlü denk getirip de sebebini soramadım. ‘Hayırdır inşaallah’ diyerek sabrettim” der.

Ev sahibi açık yüreklilikle olayı anlatır ve “..maalesef sizden şüphelendik hocam. Çünkü o saatlerde, sizden başka o odaya hiç giren olmamıştı” deyince, genç imam hüngür hüngür ağlamaya başlar. Boğazı düğümlenir ve bir türlü konuşamaz hâle gelir.

Bu durumdan da çok üzülen evin reisi:

-“Hocam n’oolur, ağlamayın artık. Biz hakkımızı helâl ettik. Bir gençlik, nefis, şeytan ve ihtiyaç baskısıyla bir hata işlenmiş olsa da biz af ettik. Sen de tövbe edersen, Allah da sizi af eder.” Diye yalvarsalar da genç imam ağlamasına devam ederken, şu ibretlik cümleleri terennüm eder:

-Hayır, hayır, ben sizin söylediğiniz sebepler için ağlamıyorum… Çünkü ben öyle bir haram fiili asla işlemedim... Siz mutfaktayken, açık bıraktığınız şu pencereden bir rüzgâr esince, o paralar savrulmaya başlamıştı. Ben de o paraları toplayarak, hemen şu en yakın duvardaki asılı olan mushafın (Kur’ân kılıfının) içine koymuştum.

-Peki hocam, madem ki siz gerçekten masumsunuz. Niye bu kadar çok ağlıyorsunuz?..

  • Cevap âdeta balyoz gibi dehşetli, acıklı ve bir o kadar da ibretliktir:

-Nasılsa siz Mü’min bir aile olduğunuz için, her gün Kur’ân okuyorlardır diye düşünerek oraya koymuştum. Bu güne kadar o paraları fark etmediğinize göre, sizler de Müslüman olduğunuz halde, Kur’ânı bu kadar öksüz bıraktığınıza, Kur’ândan nasıl bu kadar kopuk ve yüz çevirmiş oluşunuza” ağlıyorum. “Çünkü bu davranışınızın vebâli o kadar çok büyük ve acıdır ki, İlâhî bir tehdit ile Tâ-Hâ suresi, 124. Ayette şöyle buyrulmaktadır.” ..der ve o âyeti gözyaşlarıyla okumaya çalışır…

Tâ-Hâ suresi, 124. Âyet: “Kim de benim zikrimden (Kur’ân'ımdan) yüz çevirirse, artık şüphesiz ki onun için, dünyada dar bir geçim vardır ve kıyamet günü onu KÖR olarak haşrederiz.” (Dar geçim; fakirlik değil, zengin olunduğu halde sıkıntılar çekmektir. Nice fakirler vardır ki, hiç geçim sıkıntısı çekmezler. Eldekilere şükredip, sabır ve huzur ile tevekkül ederler.)

Bu arada; Mushaf alınarak kontrol edilir. Paraların tamamı oradadır. Bu kez ağlama sırası herhalde hem o aile efradında, hem de belki de bizlerdedir!.. Vesselâm.

ÖNEMLİ NOT: Kur’ân okumasını bilmeyenler, bu İlâhi tehdide muhatap oldukları için üzülmesinler. Kur’ânı öğrenmek çok kolaydır. Ben bile, bir din görevlisi olmadığım halde, sadece 10 saatte, hem de aynı günde, hem de 30-40 kişiye birden, aynı anda, Kur’ân okumayı defalarca öğretmişim. Üstelik te bu uygulamayı 14 ayrı vilâyetimizde uyguladım. Bugün için ise ülkemiz çapındaki her camimizin din görevlileri, tüm yetişkinlere Kur’ân öğretmek için seferber edilmişlerdir. Size sadece; ene ve gururu bir taraf bırakıp, tam bir kararlılıkla müracaat etmek düşüyor. Daha geniş bilgi ve Kur’ânı kolayca öğrenmek için işte belgeler: TIKLA OKU

Yazarın Yazıları