Saadettin KILIÇ
  • 12/05/2020 Son günceleme: 12/05/2020 22:12
  • 5.107

Gecenin karası, laciverdin gün ışığıyla buluştuğu herhangi bir sabahta, düşünün ki; Türkiye genelinde sayıları 84 bin 684 olan camilerin hoparlörlerinden “Hey Millet Uyanın; Deprem Oluyor” diye bir anons yapılsa; muhtemelen 83 milyon vatandaşımızın kimileri balkonlardan, kimileri camlardan pijama, donlarla sokaklara atarlardı kendilerini.

Peki, her sabah ezanı yine Türkiye genelinde 84 bin 684 camide hoparlörlerden okunurken, neden namaz kılanlar dışında sabah ezanını duyanlar çok azdır acaba?

Çünkü sabah namazı kılmayanlar için; sabah ezanının kanıksanmış bir ses olmaktan daha fazla bir etkisi yoktur. Fakat günde beş vakit ve özellikle her sabah namazını kılanlar her caminin ezan okuyan müezzinini sesinden bile tanırlar.

Namaz ile ilişkisi olmayanlar ise sabah ezanı yatak odalarının yanı başındaki minareden de okunsa, hala mışıl, mışıl uyumaya devam ederler. Ve sabah uyandıklarında ezan sesini hiç duymadıklarını sanırlar.

Oysa eğer sağır değillerse kulakları ezan sesini duyar ve merkezi sistem beynine gönderir, beyin de kanıksanmış bu sesi gerekli bir uyarı olarak değerlendirmez.

Tıpkı HOTMAİL kutumuzdaki gereksiz mesajlar bölümüne düşen bildirimler gibi.

Havaalanları, tren rayları ve hatta sahildeki dalga seslerine yakın yerlerde ikamet edenler de uçak, tren ve dalga seslerine rağmen bu seslerden hiç rahatsızlık duymadan uyumaya devam ederler.  

Ama buralarda da ilk kez geceleyenler için uçak, tren ve dalga sesleri kanıksanmış bir ses olmadığı için mışıl, mışıl uyumaya devam edemezler...

Siyasette de bu böyledir; doğrudan ilgilenmediğimiz genel konularda, hep aynı sözcülerden veya aydınlardan pek çok önemli sözler duysak bile sonradan pek bir şey hatırlamayız.

Bu yüzden özellikle kitleleri etkilemeyi düşünen her türden kurumlar bu ayrıntılara daha fazla dikkat etmelidirler.

Sürekli aynı yüzler, aynı sesler ve aynı tonlarla kitleleri mesaj vermeye çalışanlar çok fazla eskimemiş yeni ses ve yeni yüzleri de kullanmalıdırlar.

Dikkat ederseniz iktidar veya muhalefet yanlısı bütün televizyonlarda genellikle sunucular aynı, katılımcılar aynı, konular aynı, tartışmalar aynıdır çoğu zaman ve doğrudan ilgili olanlar dışında geniş kitleler üzerinde etkisizdirler her zaman.

Elbette her işin ehlileri, her işin daha deneylileri vardır ama ülkemizde nice ünlenmemiş ya da ünlenmesine fırsat tanınmamış son derece nitelikli yeni yüzler, yeni sesler de vardır.

Örneğin; profesyonel sanatçılar reklam filmlerinde oynamaları için ticari firmalardan teklifler aldıklarında eğer önerilen ücretler astronomik düzeyde çok cazip değilse genellikle bu teklifleri geri çevirirler.

Şarkıcı Tarkan veya Madonna gibi; çünkü yüz ve ses eskimesi yaşayıp, kitleler üzerindeki etkilerinin azalmasını istemezler…

Albert Einstein ne diyordu? Aynı şeyleri deneyerek farklı sonuçlar elde edilemez.”

Önce iktidardan bir örnek verelim; Ak Parti Genel Başkanı ve TC Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, ne ilginç ki, sıradan bir basın sözcüsünün de kolaylıkla açıklayabileceği sıradan konuları bile kendisi açıklamayı seçiyor.

Ve bu nedenle son yıllarda o kadar çok yüzünü ve sesini eskitti ki, artık ilk yıllarındaki gibi kitleler üzerinde pek fazla etkili olamıyor.

Bu bir muhalif iddia ya da kişisel bir görüş değildir, anketler ve son seçim sonuçları çok somut bir veridir.

Belki de yüzünü ve sesini bu denli yoğun eskitmeyi seçmeyip daha çok sayıda yeni yüz ve yeni seslere şans verseydi geniş halk kitleleri üzerindeki etkisi son yıllarda bu kadar zayıf olmayacaktı.

En azından Bülent Arınç, M. Ali Şahin, Cemil Çiçek, Bekir Bozdağ, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu ile birlikte olduğu dönemleri hatırlayın.

Ana muhalefette de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 18 yıldır ateşten gömlek giyen iktidar partisinin akıl almaz zaaflarına karşın dünyanın en eski üçüncü partisinin genel başkanı ve kişisel olarak bir arpa boyu bile yol alamadığını herkes biliyor.

O da muhalefet sorumluluğunu yüz ve sesini son derece nitelikli kullanmayı bilen diğer ve değişik milletvekilleriyle de paylaşabilseydi belki bir genel başkan olarak kitleler üzerinde çok daha fazla etkili olabilirdi.

Şimdi size pek çok kişinin şok olacağı çok çarpıcı tarihsel ve belgesel bir bilgi aktarmak istiyorum:

*Radyo Türkiye’ye 1927yılında gelmesine rağmen 10 Kasım 1938’e tarihine kadar M. Kemal Atatürk’ün radyo arşivlerinde hiçbir ses kaydı olmadığını biliyor muydunuz?  

Yani TC Devletinin baş mimarı Mustafa Kemal Atatürk, o tarihlerde medyanın tek ve en büyük gücü olan Radyoyu hiç kullanmamıştı…

O gerçekten laf olsun, torba dolsun diye Atatürk adıyla anılmamıştır…

Bunca zamandır değişik alanlarda yayınlanan gördüğümüz, duyduğumuz tüm ses ve yüz kayıtları ise ya TBMM’de, ya da halka açık alanlarda yapılan kayıtlardır.

Cumhuriyet tarihinde medya ile ilk ilişki kuran devlet insanı (adamı) ise Cemal Gürsel’dir ve Cemal Gürsel’e kadar hiçbir medya mensubunun elinde mikrofon ya da fotoğraf makinesiyle devlet insanlarına (adamlarına) yaklaşması olanaklı bile değildi.

*(Bakınız; Halkın Sesinden İktidarın Borazanına (1927'den Günümüze Radyo Televizyon) kitabı Zeki Sözer  Doğan Yayınları…)

Bu arada ben de köşe yazısı her gün yazılır diye Dost Beykoz Gazetesinde sık köşe yazıları yazarak eskidiğimi fark ettim ve bu süreci yavaşlatacağımı tüm okurlara bildirmek isterim.  

Yazarın Yazıları