A. Raif ÖZTÜRK
  • 05/01/2019 Son günceleme: 05/01/2019 16:17
  • 5.459

Ne kadar şanslısınız ki; her manav tezgâhlarına bakışınızda, her pazara girişinizde, her bitki, ağaç veya çiçek görüşünüzde, benliğinizde fırtınalar koparacak bir konuya giriyoruz bugün. Çok önemli, hassas, teknik ve bir o kadar da zevkli ve keyifli bir konu olduğu için, lütfen sakin bir ortamda, iyice odaklanarak okuyunuz...

Otomatik ‘Plâstik Enjeksiyon’ makine sistemlerini mutlaka bilirsiniz.

Hani çocuk oyuncaklarından, plâstik otomobil parçalarına, leğen, ibrik veya mandaldan, bilgisayar parçalarına kadar tüm plastik eşyalar, bu enjeksiyon sistemiyle üretiliyor.

Genç kardeşlerimden bilmeyenler veya görmeyen için yine de kısaca özetleyelim:

ENJEKSİYON SİSTEMİ: Torna tezgâhına benzeyen ve toz şeklindeki plâstik ham maddesi huni gibi depoya konulur. Elektrik rezistanslarıyla ısıtılıp eritilen plâstik maddesi, “needle”(nidıl) denilen iğne uçtan kalıba enjekte edilince, o kalıbın şeklini alıyor ve gayeye uygun olarak istenen parçalar elde ediliyor. Kalıp değiştirilerek, binlerce çeşit parçalar elde ediliyor.

Türkiye Şişe ve Cam fabrikalarında, yıllarca Otomatik makinalar teknisyenliği yaptığım için, bu plâstik enjeksiyon makinalarını incelerken, sistemi çok iyi bildiğimden tüylerim hep diken diken oluyordu. İnanılmaz ulvî duygularla haz ve lezzet alıyordum. Niçin mi? Arz edeyim:

Yukarıdaki “enjeksiyon sistemi” paragrafında arz ettiğim gibi, burada KALIP sisteminin çok önemli fonksiyonu var. Milyonluk CNC tezgâhlarında, seçkin mühendislerin kontrolünde ve çok hassas ölçülerde üretilen bu kalıplar olmazsa, enjeksiyon iğne ucundan çıkan plastik eriyiği, hiçbir işe yaramaz. Her seferinde diş macunu sıkıldığında nasıl bir yığma şekil alıyorsa, KALIPSIZ enjekte edilen plastik de her zaman yığma bir şekil alıyor.

Yani, yıllarca ve milyonlarca deneme yapsanız da, KALIPSIZ hiçbir oyuncak veya hiçbir otomobil parçası gibi, bir gayeye bakan tek bir parça ortaya çıkmaz. Bu çok nettir.

Şimdi gelelim bu sistemi incelerken “niçin tüylerim diken diken” olduğuna:

 

Şu dünya hayatında gördüğümüz her bir meyve, her bir bitki, her bir yaprak, her bir çiçek, şu ‘enjeksiyon sistemi’ ile hem de tamamı KALIPSIZ oluşturuluyor...

Oluşuyor” kelimesi tamamen câhilce bir ifade olacağı için, oluşturuluyor dedim. Çünkü, yukarıda hatırlatıldığı gibi, hazır plâstik eriyiği bile, milyarlarca kez kalıpsız enjekte edilse, hiçbir bilim adamı, hiçbir teknisyen veya mühendis, milyonlarca kez deneseler de bir gayeye uygun tek bir parça meydana getiremezler.

Şimdi düşünelim:

Bir incir sapından enjekte edilen o süt gibi bir sıvı, çıkış deliğinde hiçbir kalıp olmadığı halde, nasıl oluyor da diş macunu gibi yığma bir şekil almıyor da, tamamen insan ağzına uygun, ballı bir lokma şeklini alıyor? Üstelik te içine, koskoca incir ağacının neslinin devamı için programlanan, yüzlerce çekirdek yerleştirilerek…

Bu inanılmaz başarı o ağacın, yani o odunun işi olabilir mi?

O incirin yaprakları da köklerden pompalanarak enjekte edilen, yine o süt gibi sıvıdan, nasıl oluyor da kalıpsız olarak, hep aynı ve ‘imza yerine geçen’ kendi neslinin yaprak şeklini alıyor? Bu mühendislik harikası olan yaprak, acaba o odunun işi olabilir mi?...

Bunu iyice tefekkür ettikten sonra, tek bir kiraz çiçeğini düşünelim. Bu kiraz çiçeği de aynı ekjeksiyon sistemiyle ve kalıpsız oluşturuluyor. Kiraz meyvesinin geleceğini müjdelemek için, önceden yollanan bu rengârenk ve imza yerine geçen çiçek te o odunun işi olamaz, değil mi?

Peki, aynı kiraz çiçeğinin sapından pompalanmaya devam edilen o sıvıdan, nasıl oluyor da tadı damak tadımıza ve midemize, rengi gözümüze uygun ve hem de şifa kaynağı olan bir kiraz, kalıpsız olarak meydana çıkıyor? Üstelik te kiraz neslinin devamı için programlanan çekirdeği de yerleştirilmiş olarak. Bir de aynı mevsimdeki Tüm kirazları düşünelim...

Aynı enjeksiyon sistemiyle, dünya çapında bahşedilen; yüz binlerce çeşit, şeftali, kivi, üzüm, nar, armut, portakal vs. gibi meyveleri, karpuz, kavun, hıyar, domates, biber, patlıcan vs. gibi sebzeleri, şifalı ve gıdalı bitkileri ve rengârenk çiçekleri düşünelim.

Her birimizin ihtiyacına ve zevkine uygun olan bu sayısız ikramlar acaba kimin işi?...

O odunların işi olamayacağına göre, acaba cansız, akılsız, birbirinden haberleri olmadığı gibi, bizim ihtiyaçlarımızdan da zevklerimizden de hiç haberleri olmayan atomların ve minerallerin işi olabilir mi? Asla olamaz değil mi?

Hele hele tesadüfen hiç olamayacağına göre, bu esrarengiz ve mûcizevî faaliyetler ve bu ikrâmlar bizlere, Kâinatın tümüne hükmeden tek bir yaratıcı olan Allah’ın cc Kudretinin, İlminin, Merhametinin, Cömertliğinin işi olduğunu haykırmıyorlar mı?...

Bu haykırışa İslâm literatüründe; tek kelimeyle “ALLAHÜ EKBER” çığlığı denilebilir.

ŞİMDİ DAHA DERİN DÜŞÜNELİM: Aynı enjeksiyon sistemiyle; kedi, köpek, koyun, inek, at, fil, zürefa, vs., hatta İNSAN, yani dünyamızda yaşayan her bir canlının ana rahmindeki GÖBEK KORDONUNDAN enjekte edilişinin tefekkürünü, takdirlerinize bırakıyorum.

Özellikle Risale-i Nur Eğitimi ve terapileriyle kazanılan böyle tefekkürlerle; bundan böyle her manav tezgâhlarına bakışınızda, her pazara girişinizde, her tür bitki, ağaç veya çiçek görüşünüzde, bir saatine BİR SENELİK nafile ibadet sevabı kazanırken, benliğinizi sarsacak ulvi zevk ve hazza ulaşabilirsiniz.

NOT: Bu iddia benim veya herhangi bir kişi sözü değil, Dünyanın en doğru sözlü insanı ve Peygamberinin SAV, bir müjdesidir. “Tefekkürüm min sâati, hayrun ibedetü seneh”.

 (Kaynaklar: El-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:310; Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi'd-Dîn, 4:409)

Yazarın Yazıları