Ebru Bulgurcu, lütfen bize engel olmayın

  • 0
  • 37957
Ebru Bulgurcu, lütfen bize engel olmayın
Ebru Bulgurcu, lütfen bize engel olmayın
Ebru Bulgurcu, lütfen bize engel olmayın
Ebru Bulgurcu, lütfen bize engel olmayın
Ebru Bulgurcu, lütfen bize engel olmayın
Ebru Bulgurcu, lütfen bize engel olmayın
Ebru Bulgurcu, lütfen bize engel olmayın

Beykoz’un yakından tanıdığı Ebru Bulgurcu, euro news’e vermiş olduğu özel röportajda engellilerin yaşadığı sıkıntıları gözler önüne serdi.

2001’de 21 yaşındayken yüksekten düşme nedeniyle omurilik felci oldu ve hayatına tekerlekli sandalyeyle devam etmeye başlayana Ebru Bulgurcu, birçok spor branşının tekerlekli sandalyeyle yapılabildiğini keşfetti. Engelinden de önce küçüklüğünden beri tenis oynamak istiyordu.

“Rampası olan bir kaldırıma aracınızı park ediyorsanız engel sizsiniz. Engellileri evlerine sizler hapsediyorsunuz. 

Tekerlekli sandalyesine rağmen tenis oynayabileceğini öğrendiğinde çok sevindi. Ama onun engeli en başta evinde başlıyordu. Beykoz’da evi merdivenli idi ve birinin yardımı olmadan evden çıkabilmesi mümkün değildi. Dışarıya çıkabilse bile engeller bitmiyordu çünkü otobüs duraklarına ulaşabilmek için 25 dakika sandalye sürmesi gerekiyordu.

Otobüsler engelli birine uygun değildi. Beykoz’da metro da olmadığı için tenis oynamak için Beykoz’dan Ataköy gibi bir yere gidip gelmesi imkansızdı. Yine aynı nedenlerle işe gidemediği için maddi olarak da sıkıntı yaşadığı o dönem ne yazık ki spora başlayamadı.

Bulgurcu, sporun ona fizyolojik ve psikolojik olarak çok şey katacağını bilse de, spor yapabilmek için 7 yıl beklemesi gerekti.

2008’de evde internet üzerinden çalışmaya başladı ve biraz para kazanmaya başlayınca ilk önce evini tamamen engellilere uygun standartlara getirdi.

Aynı yıl, Omurilik Felçliler Derneği Beykoz Şubesi’nden Golf Federasyonu’nun bir düzenleme yaptığı bilgisini aldı, yarışmaya katıldı ve seçilen 5 kişiden biri oldu. Spor Bulgurcu’nun hayatına golf ile girdi.

2009’da evinin çok yakınında tenis oynama imkanı doğunca antrenmanlara başladı. 2010’da Bedensel Engelliler Spor Federasyonu’nun düzenlediği Türkiye Şampiyonası’na katıldı ve orada derece alarak Milli Takım’a girdi. 2010’dan bu yana Bedensel Engelliler Spor Federasyonu’na bağlı Milli Takım Oyuncusu. Bu yıl 12 uluslararası turnuvaya katıldı ve dünya sıralamasında şu anda 40’ıncı. Hedefi, ilk 20’ye girebilmek.

"Kaldırıma aracınızı park ediyorsanız, engel sizsiniz"

Bulgurcu’ya göre, engellilerin evden çıkamamasının nedeni sokakların, kaldırımların ve insanların zihinlerinin engelli olması:

“Rampası olan bir kaldırıma aracınızı park ediyorsanız engel sizsiniz. Kaldırımlarda engellilere rampa yoksa engel rampayı yapmayanlar; otobüs şoförü vakit kaybetmemek için engelli kişiyi duraktan almak istemiyorsa engel bu kişinin ta kendisi. Engelliler kendilerini eve hapsetmiyorlar, onları sizler eve hapsediyorsunuz. Biz hayatı doyasıya yaşamak istiyoruz, lütfen bize engel olmayın.”

Türkiye'de kaldırımların yüzde 81'i engellerin kullanımına uygun değil

Engellilere dair en güncel araştırma olan TOHAD’ın Mevzuattan Uygulamaya Engelli Hakları İzleme Raporu 2014’e göre:

• Kamuda hizmet veren 29,795 binanın yüzde 67,49’unda asansör yok.

• Kamuda hizmet veren binaların yüzde 95,19’unda görme engellilerin kullandığı hissedilebilir zemin uygulaması yok.

• Kamuda hizmet veren binaların yüzde 75’inde engellilerin kullanabileceği tuvalet yok.

• Kamuda hizmet veren binaların yüzde 99,77’sinde işitme engellilere dair indüksiyon döngü sistemi yok.

• Kamuda hizmet veren binaların sadece yüzde 15’inde işaret dili bilen personel var. Bir işitme engelli, hastaneye veya bir şikayet için emniyete, savcılığa gittiğinde kendisini ifade edemiyor, şikayetini yapamıyor veya hizmet alamıyor.

• Türkiye’de (55 il) kaldırımların ve yaya yollarının sadece yüzde 18,60’ı engellilerin kullanımına uygun. Hissedilebilir zemin yapılma oranını yine 55 ilde yüzde 3,92.

• Belediye otobüsleri ve özel halk otobüslerinin yüzde 60’ı ortopedik engelliler, yüzde 73’ü görme engelliler, yüzde 70’i ise işitme engelliler bakımından uygun değil.

Engellilerin kentle ilişkisi dendiğinde önümüze çıkan ilk kavram ‘erişilebilirlik’ oluyor.

Engellilerin toplumsal hayatın her alanında yer alabilmeleri için, kentin her köşesinin onlar için ‘erişilebilir’ olması hayati önem taşıyor.

Ancak erişilebilirliğin sağlandığı kentlerde, engelliler evlerinden rahatça çıkıp, başkalarına ihtiyaç duymadan binalara ve açık alanlara ulaşabilir ve bunları kullanabilir. Yani engellilerin toplumsal hayata katılabilmeleri için yapılı çevrede ve kentsel hizmetlerde gereken tüm fiziksel ve mimari tedbirlerin alınması gerekiyor.

Kaldırımlarda, yaya geçitlerinde, parklarda, çocuk oyun alanlarında, kamunun hizmet verdiği ve kamu kullanımına açık tüm binalarda ve ulaşım hizmetlerinde erişilebilirlik tedbirlerinin alınması sadece engelliler için değil, hareketlerinde kısıtlılık yaşayan yaşlılar, hamileler, çocuklar, bebek arabalılar, çok uzun veya çok kısa boylu kişiler için de büyük önem taşıyor.

Engelliler hakkında kanun ancak 2005'te çıktı

Son 4 yıldır sadece engellilere yönelik çalışan ve Türkiye’de özellikle erişilebilirlik anlamında çok önemli araştırmalar yapan Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği (TOHAD) Başkanı Hakan Özgül, erişilebilirlik kavramının Türkiye’nin gündemine ilk kez 1997’de girdiğini anlatıyor: “İmar kanununda yapılan düzenleme ile kamusal alanların erişilebilir hale getirilmesini zorunlu hale geldi. Ama bu düzenlemenin bir etki gücü olmadı, hükümet, bakanlıklar, bakanlıklara bağlı kurumlar, yerel yönetimler, özel teşebbüsler, hiç kimse bu kanuna uymadı. Halk da, meslek profesyonelleri de (mimar, mühendis, tasarımcı vs) erişilebilirliğin ne olduğunu bilmiyordu, nasıl yapılması gerektiği konusunda bilgi veya fikir sahibi değildi. Haliyle Türkiye’de bir dönüşüm olmadı.”

Oysa Avrupa’da özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çok sayıda engelliliğin oluşması, çocuk felcinin çok yaygın olması gibi nedenlerle engellilerin hak arama mücadeleleri 1950’lerde başladı. Haklarını doğrudan talep eden engelliler erişilebilirlik kurallarına dair düzenlemelerin yapılmasını istiyordu. Bu süreç Amerika Birleşik Devletleri’nde de Japonya’da da böyle oldu.

Türkiye’de 2005’e kadar böyle bir değişim yaşanmadı

2005’te hükümet yeni bir yasa çıkarmaya karar verdi. Bu yasa TBMM’de oy birliğiyle kabul edildi. Siyasi partiler bunu siyaset üstü bir konu olarak gördüğünden, tam destek verdiler. 5378 Sayılı Engelliler Hakkında Kanun böylece çıktı.

Bu kanun tüm yolların, kaldırımların, trafik ışıklarının, kamusal hizmete açık tüm tesislerin –özel teşebbüse ait olsun olmasın- otobüslerin, toplu taşıma araçlarının, ibadethanelerin, kültür merkezlerinin, eğitim kurumları gibi yerlerin 7 yıl içerisinde erişilebilir hale getirilmesini zorunlu tuttu.

Yani, bu dönüşümün gerçekleştirilmesi için 2012’ye kadar süre tanındı. Bu sürenin dolmasına bir yıl kala, başta o dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin olmak üzere siyasetçiler, sürenin uzatılmayacağına, belediye başkanlığı seçimlerinde işlerini yapanlarla yapmayanları ayıracaklarına, engellilerle ilgili düzenlemeleri yapmayanlara mutlaka bunun hesabını soracaklarına dair çeşitli açıklamalar yaptı.

Ama 2012’nin sonuna verilen süre 1+2 yıl daha uzatıldı. 2013’e kadar ceza uygulanmayacaktı. 2013’ten sonra ya 2 yıl ek süre verilecek ya da ceza kesilecekti.

Engellilerin yüzde 60'ı liseye gitmiyor, üniversiteye gidenlerin oranı yüzde 2,42

Bu kanun erişilebilirliğe dair gerekli düzenlemeleri yapmayan özel teşebbüs veya kamuya ait yerlere idari para cezası getiriyor. Devlet kendisine daha ağır cezalar koyarken, özel sektöre cezalar daha düşük. Erişilebilirlik kurallarından herhangi birini ihlal eden özel teşebbüse 1000 - 5000 TL arasında ceza kesilebiliyor.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı olan ve valilikler bünyesinde görev yapan Erişilebilirlik İzleme ve Denetleme Kurulu, bir restoranın rampası, engelli tuvaleti yoksa, basamak yüksekliği standartlara uygun değilse söz konusu işletmeye bunların her biri için ayrı ayrı 1000 - 5000 TL para cezası kesme yetkisine sahip. Ancak bir yıl içerisinde bir işletmeye kesilebilecek maksimum tutar 50 bin TL.

"Bürokratlar birbirini koruma içgüdüsüyle davranıyor"

“Ama bu cezaların kesilip kesilmeyeceği çok kuşkuyla karşılandı” diyor Özgül, “Çünkü denetleme kurulunun karar verici salt çoğunluğu ve oy çokluğu hep devletin kurul üyelerindeydi. 7 kişilik kuruldaki 5 kişi devlet görevlisi. Valiliğe bağlı emniyetin, okul veya hastanenin kendi kendine ceza kesmesini çok gerçekçi bulmuyorduk.”

Nitekim, 1 Ocak 2016’ya kadar kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektöre hiç ceza kesilmedi.

Özgül, bugüne kadar kesilen cezanın miktarının ne olduğuna dair resmi rakamları bilmemekle beraber, çok sembolik olduğuna dair duyumlar aldıklarından söz ediyor:

“Ceza kesmiyorlar, ek süre tanıyorlar. ‘Bir dahaki sefer bu eksikleri giderin’ diyorlar. Bürokratlar birbirini koruma içgüdüsüyle davranıyor, kamusal dayanışma mazereti sebebiyle ceza kesmekten imtina ediliyor, devlet memuru misal emniyete ceza keserken bir sürü kaygı taşıyor.”

Özgül, bu düzenlemelerin yapılmıyor olmasının etkisini ölçebilecek bir mekanizma olmasa da engellilerin eğitimdeki durumunun bize ipuçları verdiğini ifade ediyor:

“TUİK’in 2011 tarihli Konut ve Nüfus Araştırması’na göre, engelli nüfusun yüzde 23.3’ü okuma yazma bilmiyor, yüzde 42’si ilkokulu dahi bitirememiş. Engelli olmayan nüfusta okur-yazar oranı yüzde 95,5. Engellilerin yüzde 60’a yakını liseye gitmiyor, sadece yüzde 2,42’si yüksekokula, üniversiteye gidebiliyor. Toplumun engelli kişilere karşı tutum ve davranışları bunda elbette etkendir ama erişilebilirlik sorunu bu oranları şüphesiz epey yükseltiyor. Engelli kişiler ortaokuldan sonra eğitim hayatını önemli ölçüde terk ediyorlar. Biliyoruz ki birçoğu, ortaokuldan sonra annesinin onu taşıyamayacağı, kaldıramayacağı kilolara ulaşıyor ve bundan dolayı okulu terk etmek durumunda kalıyor veya uygun okul bulamıyor. Ortaokulda 108 bin olan engelli öğrenci sayısı lisede 41 bine düşüyor. Çok sert bir düşüş bu.

Akademik erişilebilirlik koşullarının da olmadığını düşünürsek bu oranlar hakikaten çok ürkütücü bir noktaya geliyor.”

Engellilerin yaşam hakkı bile engelleniyor

Kentler, kurumlar, kuruluşlar, okullar, hastaneler, AVM’ler, kaldırımlar, yollar, toplu taşıma araçları, parklar, bahçeler erişilebilir olmadığı için engelliler sadece eğitim haklarından mahrum kalmıyor, aynı zamanda diğer temel hakları da ihlal ediliyor. Çünkü erişilebilirlik tüm hakların orta mekanizması.

Engellilerin çalışma hakkı, seçme ve seçilme hakkı da sınırlanıyor. “Oy kullanmaya gittiğimiz okulların pek çoğu erişilebilir değil” diyor Özgül, “Her seçim döneminde kucakta taşınan engellilere dair yüzlerce haber çıkıyor. Devlet veya YSK bununla ilgili önleyici tedbirler almaya çalışıyor ama yeterli değil. Engellilere giriş kartı düzenlemesi yapıyorlar ama giriş kartlarına ulaşmak için bile basamak çıkmak gerekiyor.”

Engellilerin sağlık hakkının da engellendiğinden söz eden Özgül, hastanelerin erişilebilirliğinin sorgulanabilir olduğunu söylüyor: “Bugüne kadar kamudaki hastaneler de dahil olmak üzere, engellilerin kullanabileceği standartlara uyan bir tane tuvalet dahi görmedim. Adı engelli tuvaleti ama hiçbiri standarda uymuyor. Ya depo olarak kullanılıyor ya da tasarım kurallarını uyulmayıp çok dar veya kapısı dar yapılıyor, içerideki tefrişat yanlış yerleştiriliyor.”

Türkiye’de engellilerin yaşam hakkı dahi engelleniyor. 2012’de Ankara’da, özel akülü aracıyla yüksek kaldırıma çıkamadığı için yoldan gitmeye mecbur kalan Nevzat adlı gencin yaşamına onu görmeyen bir çöp kamyonu son verdi.

Ne yapmak lazım?

Aslında tüm toplumsal sorunlarımıza dair ne yapmamız gerekiyorsa onu. Tüm kesimlerin bir araya gelmesi gerektiğini belirten Özgül, aksi halde 'erişebilirlik' sorununun çözülmesin çok zor olduğunu vurguluyor:

“Tüm tarafların, Aile Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, üniversiteler, meslek örgütleri, STK’lar, engelliler ve onların ailelerinin bir araya gelmesi gerekiyor. Bu insanlar bir araya gelmediği, bir planlama yapmadığı sürece bizim erişilebilirliği çözmemiz olanaksız. Bırakın bütçe ayırmayı, kanuni düzenleme yapmayı, en temelde bir uzlaşı kültürü oluşturmak zorundayız. Çünkü kanun var, mevzuat var; hatta BM Engelli Hakları Sözleşmesi’ni Türkiye kabul ederek iç hukuku haline getirmiş, yasal bir sürü düzenleme var ama fiili uygulama yeteri kadar yok. Bu dönüşüm için politika yapım süreçlerine, karar mekanizmalarına katılımın önünün açması lazım.”

Bebeğin beyin gelişim süreci
Önceki Bebeğin beyin gelişim süreci
Beykoz’un Sözlü Tarihi kitabının 3.'sü raflarda yerini aldı
Sonraki Beykoz’un Sözlü Tarihi kitabının 3.'sü raflarda yerini aldı