Saadettin KILIÇ
  • 14/03/2020 Son günceleme: 14/03/2020 16:34
  • 6.873

Düşünüyorum da; dünyaya geldiğim yarım asrı geçen bu 65 yıllık yaşamımda; ana rahminden, bebeklere, gençlere, orta ve ileri yaşlara kadar; hastalıktan, kazadan, tuzaktan, terörden, savaştan ve zaman aşımından milyonlarca insan öldü bu dünyada ve ben hala yaşıyorum; tabi ki şimdilik.

Ve biliyorum ki; yalanın bile gerçek ama kesinlikle geçici olduğu sınırsız sonsuz bu evrende, ben de her canlı gibi bir geçiciyim. Ve yine biliyorum ki;  doğal olan her şeyin benzeri vardır ama birebir aynı kesinlikle yoktur…

İnsanlığın yarattıklarının içinde ise hammaddesi yüzde yüz kendisine ait olan tek şey, düşüncelerini kurgulayan hecelerdir. Ve insanlar tarafından sonradan kurgulanan bu heceler olmasaydı, ne bilim, ne kültür, ne sanat,  ne de insan anılırdı…

İşte o tek heceli sözcüklerle başlayan çok sözcüklü diyaloglar sayesinde de; evrende bilinen tüm şeyler içinde en üstün nitelikli canlı olan yüce insanlık bilgisayar teknolojisine ulaştı…

Geride bıraktığımız binlerce yıl olduğu iddia edilen bu muhteşem süreçte; tekerlek, gemi, elektrik, motor, telefon, faks, uçak, bilgisayar vs. gibi tüm insanlığa faydalı evrensel icatlar yapıldı.   DNA’lar bulundu. Bilim atalarımız dil, din, ırk ve cinsiyet farkı gözetmeksizin zamana çok dayanıklı miraslar bıraktılar bize... 

Fakat bir varmış bir yokmuş şu kısacık yaşamda, her zaman saygıyla kıskandığımız o evrensel dehalar gibi bütün insanlığa faydalı icatlar olan bu üstün buluşlardan hiç birini, belki de pek çoğumuz yapamadık…

Kansere, AİDS veya CORENA VİRÜSE çare aramadık, olimpiyatlarda madalya kazanamadık, fezaya çıkamadık ama yine de kimilerimiz, yaşamı boyunca mutlak bilgiye ulaşmak için en kaba gardiyanlar kadar ince aramalar yaptılar bu dünyada… Sınadıkları ve inandıkları bilgiye, en sadık asker kadar itaatkâr oldular… Sinop Cezaevinde linç edilen Arap Kadir kadar dik durdular kalleşliklere. Namuslu bir savcı kadar cesur, dürüst bir hâkim kadar adaletli ve idealist bir avukat kadar iyi insan olmaya çalıştılar ellerinden geldiğince… 

Ama yine de; zayıfken adalet, güçlüyken asalet taslama geleneğinden bir türlü kurtulamadı yüce insanlık

Galiba en çok da bu nedenle; düştüğü için mi ayakları kırılan, yoksa ayakları kırıldığı için mi düştüğünü kavrayamayan çok büyük bir aileyiz biz…

Şahsen, Kâhin, Tarihçi, Hukukçu, Matematikçi, Mühendis, Doktor, Sosyolog, Biyolog, Sümerolog, Din adamı ya da emsal alanlarda devlet disipliniyle eğitim almış bir akademisyen değilim ama sonsuz bilgiye ve bilime sınırsız inanan biriyim. Yukarıdaki kariyerlerde bilgilenmek isteyenlere ise ancak internet olanaklarından yararlanmalarını önerebilirim.

Olmuş bitmiş, değişmez veya tartışmaya açık güncelleşmiş tarihsel bilgilere dünyanın en zengin kütüphanesi sayılan internet üzerinden herkes hatta dedem bile ulaşılabilir.

Fakat benim derdim bu bilinen bilgilerin paylaşıldığı internet kütüphanesi falan değil; liyakati ve sınırları kolayca test olunan tarih, coğrafya, fen, hukuk, matematik ve özellikle de din öğretilerinin hala çağ dışı devlet dayatmaları ile sürdürülüyor olmasıdır.

Keşke, en azından içinde bulunduğumuz bu ikinci milenyum çağında her doğan insan kendi özgür iradesiyle kendi seveceği alanlarda uzmanlaşmayı seçebilecek kadar bilinçli yetiştirilebilseydi.

Hatta sendikalar, vakıflar, dernekler ve benzer tüm sivil toplum örgütlerine hiçbir zaman gerek duyulmasaydı.

Tüm toplumsal kurallar, kanunlar, bilimselliği kanıtlanmış, gönüllü kabul görmüş ve evrensel gerçekler olsaydı.

Devletten başka hiç kimse örgütlenmeye gerek duymayacak kadar herkes, mutlak adalet içinde yaşayabilseydi.

Bunca zamandır uğradığı zulüm ve haksızlıkları yüzde yüz kendi emekleri ve alın terleriyle besledikleri kendi devletlerinden görmeselerdi.

Devletler, sadece adil hakem ve adil hizmet dağıtan, yurttaşların taleplerine göre temel eğitim ve öğrenim haklarını herkese eşit koşullarda sunan milletin memurları kalsaydı. 

Ateist, Komünist, Sosyalist, Şeriatçı, Milliyetçi, Muhafazakâr her görüşten bireyler, bunca zaman kendi istekleriyle nasıl siyasetçi, sporcu, sanatçı din adamı veya bilim insani olmayı becerebildiyse, öğretmen, mühendis, mimar, kimyager, doktor, hâkim, avukat, vs. olmayı da arz, talep kuralarına göre yine özgür iradesiyle ve sınırsız yetenekleriyle kendileri kazanabilseydi. 

Yaratanın, yeryüzündeki her canlıyı farklı karakterlerde yaratığını kabullenip, her insan yine Allah’ın yarattığı tüm diğer canlıların karakteristik özelliklerine saygı duymayı tek devlet dersi bilseydi

Fakat ne yazık ki; toplumun çok gerisinde olan siyasiler ne yazık ki söylediklerimizin tam tersini becermektedirler.

Sanki en kahraman yönetici; varlığı ile her salise yönettiği insanları yatak odaları dâhil tüm mahrem yaşamlarına kadar sürekli kontrol eden kişilermiş gibi.

Oysa ideal yönetici; yönettiği insanlara varlığını bile hissettirmeyenlerdir.

Örneğin KOÇ Ailesinin bireyleri gibi. Hepsi de kurumlarında patron haklarına sahiptirler ama hiç biri, hiçbir çalışanının 24 saat huzurunu kaçıran liyakatsiz yöneticiler değillerdir.

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz