Ekrem VANLI
  • 08/02/2014 Son günceleme: 07/09/2013 00:11
  • 8.204

Dünyadaki hayata genel perspektiften baktığımızda; Bir yandan savaş, kan ve gözyaşı görmekteyiz. Diğer yandan batı ülkelerinin sömürgelerine şahit olmaktayız.

Diğer bir konu ise İslam coğrafyasının bir araya gelememesi ve birçok yönden geri kalmışlığı görmekteyiz. İslam âleminin en büyük kanayan yarasını, İslam'ı tam anlamıyla yaşayamamak olarak özetleyebiliriz.

Konuya genel olarak baktıktan sonra, dünya hayatındaki şahsi yaşantımıza değinelim: 
Dünya ve içindekiler geçici, fani olduğundan, dünyaya gelen insanın buradan başka bir âleme göç etmesi, yaratılışın icabı ve imtihanın bir gereğidir.

Dünya bir imtihan salonu olduğundan, imtihanını bitirenler yerlerini başkalarına bırakmaktadırlar. 
 ‘İnsanın yaratılışının asıl gayesi yaratanını tanıyıp O’na ibadet etmektir.’(ayet-ül kübra Risalesi)

Bilindiği gibi dünya Misafirhanesinde iman-küfür, hayır- şer, güzel-çirkin, kâr- zarar gibi şeyler beraber bulunurlar. Burada Cenab-ı Hakk’a iman edenler, O’nu hakiki sevenler, rızasına uygun yaşayıp, O’nun istediği gibi hareket edenler, O’nun emir ve yasaklarına riayet edip nefsini ıslah edenler şahadetnamelerini alarak ebedî bir hayatta nihayetsiz nimetlere ve saadetlere nail olacaklarını okumaktayız.

Küfür ve dalalet içinde yaşayanlar ve öyle inanarak vefat edenlerin ise ebedi cehenneme gideceklerine, dünyanın bir imtihan yeri ve bir misafirhane olduğunu unutarak kendilerine ihsan edilen maddî ve manevî bütün nimetleri nefs-i emaresinin arzuları için harcayanlar ve ömrünü isyan ve gaflet içinde geçirenlerinde elim azaplara uğrayacaklarına inanıyoruz. İnsanın ebedi hayatını kazanması ve ebedi saadetlere nail olması, ancak dünyada yapmış olduğu kulluğuna, ibadetlerine, hayır ve hasenelerine bağlıdır. 

Akıllı insan; her gün kendini hesaba çekmeli ve âhiret için ne gönderdiğine bakmalıdır. Akıllı insan bugününden yarınını düşünen, yarın için ne hazırladığına bakan, hesap günü gelmeden kendini hesaba çeken, yazdan kışın tedarikine bakandır. Ta kî, dünyanın geçici lezzetlerine aldanmasın, imtihanı başarıyla tamamlayıp ahirette Cennete nail olabilsin.

Nitekim Cenab-ı Hak, mealen şöyle buyurmaktadır: 
“Ey iman edenler! Allah’ın azabına maruz kalmaktan korunun. Herkes yarın âhireti için ne gönderdiğine dikkat etsin.” (Haşir Suresi 59/18.) 

Peygamber Efendimiz de “ölmeden evvel ölünüz” buyurmaktadır (Tirmizi, Zühd, 25)
 
Hazret-i Ömer (r.a.) de “Hesaba çekilmeden evvel, kendinizi hesaba çekiniz.” buyurmuştur. 
Dünya, insanın arzu ve emellerini tatmin için yeterli değildir.

Dünyanın lezzetleri ve zevkleri meşru da olsa da geçici ve anlıktır. Buna rağmen, kendini bu fani dünyanın geçici ve birer gölgeden ibaret olan lezzetlerine mahkûm edenlerin bir kısmı, saadeti şöhretin cazibesinde veya servetin ihtişamında, ya da siyaset âleminde aramaktadırlar.
 
Genelde;  “Farz olan ibadetlerimizi yapıp, elimizden geldiği kadar da hayır ve hasenatta bulunduğumuz halde, istediğimiz ve arzu ettiğimiz şeylere kavuşamıyoruz ve işlerimizde istediğimiz gibi gitmiyor” dediklerini duymaktayız. Biz ücretimizi zaten peşin almışız, kâinatın en şerefli varlığı olarak yaratılmış ve dünyaya gönderilmişiz. Kulluğumuz önceden verilmiş nimetlere şükür içindir. 

İbadet hiçbir şeye alet edilmez, burası (dünya) ücret yeri değil, bir hizmet ve imtihan salonudur. Burada yapılan ibadetlerin mükâfatı ahirette verileceği ve Peygamber Efendimiz (s.a.v); “Dünya, dar-ül meşakkattır” buyurmuşlardır. 
 “Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.” (Mektubat) 
Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi; “Aklı başında olan insan, ne dünya umûrundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor.”   

Dünyanın geçici olduğunu bilen bir insan, muhabbetini ona (dünyaya) sarf etmez, ancak onu tamamen de terk etmez, hem dünya hem de ahiret işlerini beraber yürütür. 

Not: Konunun Belirli bölümlerinde Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin te’lif ettiği Risale-i Nur eserlerinden ve Risale-i Nur talebelerinden Mehmet KIRKINCI hocamızın makalelerinden faydalanılmıştır.

Yazarın Yazıları