Büşra ŞEN ÇOBAN
  • 25/12/2022 Son günceleme: 25/12/2022 16:52
  • 6.027

Döneminin tanınmış yazarlarından biri olan Denis Diderot, o yıllarda yoksul bir yaşam sürüp borçlar içinde kıvranmaktaydı.

1765 yılında Rus İmparatoriçesi Büyük Catherine Diderot’un kütüphanesini satın alarak Diderot’un borçlardan kurtulmasını ve maddi açıdan rahatlamasını sağlar. Diderot’a kütüphaneyi geri hediye eden Catherine, aynı zamanda Diderot’a 25 yıllık maaşa tekabül eden yüklü bir miktar para verir. Böylece Diderot borçlarından kurtulmuş ve yüklü bir miktar paranın sahibi olmuştur.  Çok geçmeden filozof, parasının küçük bir kısmıyla daha önceden isteyip de alamadığı kırmızı, pahalı bir sabahlık satın alır. Filozof, sabahlığını giyinir. Çalışma masasında çalışırken mükemmel sabahlığı ile çalışma masasının ne kadar uyumsuz olduğunu fark eder. Sahip olduğu paraya güvenen Diderot, parasının bir kısmıyla muhteşem bir çalışma masası alır. Masayı odasına yerleştiren filozof masa ile halının ne kadar uyumsuz olduğunu fark eder ve yeni bir halı alır, ardından “perdeler de uyumlu olmalı” diye düşünür.

Diderot, şöyle yazıyor: [1] “Artık her şey uyumsuz. Artık koordinasyon yok, birlik yok, güzellik yok. Filozof, eski eşyalarını değiştirdikçe diğerleriyle uyumsuzluğunun giderek arttığını hisseder. Sonunda kendisini, evdeki bütün eşyaları yenileriyle değiştirmiş ve eskisi gibi borç içine girmiş halde bulmuştur. Denis Diderot "Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık" yazısında yaşadıklarını anlatır ve şöyle diyerek, bir nevi "tüketim çılgınlığı"nı o yıllarda ifade eder. : Eski sabahlığımın efendisi iken, yenisinin kölesi oldum.

Tüketicinin, bireyin aldığı ürüne bağlı olarak kimliğinin değişmesi yani aldığı ürüne göre bir yaşam stili tercih etmesi muhtemeldir. Hatta birey satın aldığı her yeni ürünü bir diğeri ile ilişkili olarak seçtiği bir silsilenin içinde bulur kendini. Mesela koltuk takımlarını değiştirdikten bir süre sonra onlara uygun perde halı vb. mobilyalar bakarken bulabiliriz kendimizi. Bu iyi bir satış stratejisi olmakla birlikte çok da maruz kaldığımız bir uygulamadır. Mobilya mağazalarında ürünler tek tek sunulmaktan ziyade diğer ürünler ile kombinlenerek satışa çıkarılmaktadır. Bu ürünleri aldığımızda yaşayacağımız yaşam tarzı da bize dikte edilmiş olur.

Ayrıca Diderot’un bu anektodu bana ihtiyaçlarımızın kölesi olduğumuzu ve isteklerimizin sınırının olmadığını anımsatıyor. “İhtiyacımız olan nedir, her isteğimiz ihtiyaç mıdır?” sorusunu irdelediğimde kinik cevapların dışında (basit ve minimalist yaşayışı savunan, en yalın yaşamı ifade eden türden yorumlar barındıran kinizm görüşüne yönelik ifadeler) alışılagelmiş olanı reddedip, kalbi olarak yaşanmayı hak eden şeyin ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Bireyin isteklerini belirleyen delil bireyin tükettikleri olmamalıdır. Bireyin ihtiyacı, bulunduğu kültürün dayattığı da olmamalıdır. İkinci bir evi almak için paraya ihtiyaç duymak, arabanın modelini değiştirmek için borçlar altına girip daha çok para kazanmak gibi isteklerin sizce sonu var mı? Bireyleri içine çeken ve daha fazlasını tüketmeye yönelik oluşan girdaba karşı konulması gerektiği kanaatindeyim. Herkes para kazanmak için çok çalışmakta. Objektif olalım çok paraya ihtiyaç var mı? “Daha iyi bir gelecek”  uğruna gençliğini, anneliğini, yaşlılık dönemini güneş görmeden yazık edenleri gördüğümde yaşanılmadan geçmiş bir ömür gelir aklıma.

İhtiyaç ve para ilişkisi ele alındığında herkesin paraya ihtiyacı olduğunu duymaktayım. Bir fabrikatöründe bir işçinin de orta halli bir vatandaşın da paraya ihtiyacı olduğunu duyarız. Çok fazla mal mülk sahibi birinin ihtiyaç duyduğu para, ona ulaşırken kaçırdıklarını telafi eder mi acaba? Ya da arabasının üst modelini almak için mesai yapan baba, çocuklarına arabası ile seyahat yapacak zamanı yeterince ayırabilecek mi? Çocuklarına güzel elbiseler almak için çocuklarını bakıcıya bırakarak gece yarılarına kadar mesai yapan annenin çocuklarının üzerindeki yeni kıyafetin eskime aşamasındaki yeri ne olacak?  Elbette ki ekonomik sıkıntılar var, temel ihtiyaçlar denilen gerçekler var fakat hepimiz bir düşünecek olursak daha fazlasını istediğimiz aşamada ihmal ettiğimiz ya da yaşamayı kaçırdığımız güzel şeyler nelerdir. 

Şimdi düşünelim bakalım; Eviniz, arabanız var ve temel ihtiyaçlarınız giderilmekte, hiç beklemediğiniz bir yerden ortalama üç yüz bin lira gibi bir para gelse. Mülkiyet alamayacağınız miktarda az olan fakat çok da az olmayan bu para ile ne yaparsınız?  Altın alıp yatırım yapacağınızı, arabanızın modelinizi değiştireceğinizi ve üç yüz bin lirayı yetersiz görüp üzerine para eklemek için kredi çekeceğinizi duyar gibiyim. Çünkü alışılagelmiş olan tüketim bilincine uygun olan yaşadığımız çevrenin bize dikte ettiği bu.

Kaçımız bu para ile ömrü boyunca hayal ettiği yurtdışı seyahatini gerçekleştirir ya da kaç kişi hayallerini gerçekleştirmek için bu parayı aracı kılar acaba.

İhtiyaçlar; insanın yaşam tarzını, ömrünün gidişatını belirleyecek kadar güçlü rüzgârlardır. Neyin ihtiyaç olduğunu belirlerken tüketim bilincine ve çevrenin alışılagelmiş diktelerine karşı durmak bu ideolojiden sıyrılmaya çalışmak gerekmektedir. İnsanın kısa ve özlü yaşamında “para”nın yeri araç olmaktan öteye gitmemelidir. Para bir amaç olduğu vakit  Diderot’un yazgısını yaşamaktan öteye gidemeyiz.

 

Şimdi haydan gelen üç yüz bin lira ile  Zanzibar adasında okyanusa ayaklarımızı sokup zencefilli çayımızı mı yudumlayalım yoksa Diderot’un yazgısını mı yaşayalım.

Kaynakça

1- Denis Diderot. (). Regrets For My Old Dressing Gown.

Yazarın Yazıları