“Bir zamanların Beykoz'unda herkesin diline pelesenk olan, “denizde vapur, karada Gafur” sözünü bilmem duyanınız var mı?
”
İşe giden, işten dönen, meydanda, kahvede laflayan, bakkalda, pazarda alışveriş yapan herkesin dilinde bu söz vardı, “denizde vapur, karada Gafur.”
Eski Beykoz için “denizde vapur” biraz anlaşılıyor da “karada Gafur” neyin nesiydi?
Beykoz’dan Üsküdar'a giden sahil yolunu hepimiz biliriz. Biliriz de, o yol ne zaman açılmış? Çoğumuz bunu düşünmeyiz. Zannederiz ki, İstanbul Boğazı'nın Anadolu yakasında oturanlar hep o yoldan Üsküdar tarafına gider gelirlerdi. Nerede? Yol mu vardı ki, gidip geleceklerdi.
1950’li yıllara kadar Beykoz'un tek ulaşım yolu deniz, ulaşım araçları da; sandal, motor ve “Şirketi Hayriye” vapurlarıydı. Yani sizin anlayacağınız İstanbul Boğazı'nın Anadolu Yakası'ndaki yerleşim yerleri Anadolufeneri'nden Beylerbeyi'ne kadar kendi içlerinde kapalı ve birbirleriyle ancak deniz yoluyla irtibatlıydılar. O yüzden “denizde vapur” tek ulaşım aracı ve kurtarıcıydı. Düşünün, hastanesi, lisesi olmayan, ticari işletmesi çok az olan bu yerleşim yerlerinde oturanlar şehir merkezinde sadece deniz yoluyla ulaşabiliyorlardı. İşte bu yüzden denizde vapur” herkesin dilindeydi.
Vapurlar ve vapur iskeleleri üzerine herkes kendince bilgiliydi. Öyle ki, iskelede görevli olmak hele hele vapurlarda kaptan olmak dönemin en itibarlı meslekleriydi. Halk arasında adeta parmakla gösteriliyorlar, “bak filanca kişi, filanca vapurda, filanca işi yapıyor” derlerdi.
Yani sizin anlayacağınız Beykoz – Üsküdar yolu tam anlamıyla 1950 yıllarda faaliyete geçene kadar Beykozluların ulaşımı deniz yoluydu. “Vay canına” dediğinizi duyar gibi oluyorum ama aynen durum böyle.
Bugünkü yazımızın konusu olan “denizde vapur, karada Gafur” sözünün “denizde vapur” kısmının yeterince anlaşıldığını sanıyorum. Gelelim “karada Gafur” kısmına.
Balkan Savaşları öncesi ve sonrası o bölgede bulunan Türkler, Arnavutlar, Torbeş ve Pomaklar Müslüman oldukları için Balkanlar'daki aşırı unsurlar tarafından baskı, tehdit ve ölümlerle karşı karşıya kalınca orada bulunan mallarını ve mülklerini bırakıp Anadolu'ya göç etmek zorunda kalmışlardır. Öyle dramatik göçler olmuştur ki, ocakta pişen yemeğini bırakıp Anadolu’ya göçen Müslüman toplulukların hikâyeleri anlata anlata bitmez. Hele de Türkler ve Arnavutlara yapılan eziyetler adeta soykırıma dönüşmüştü. Bu zulümden kaçan yaşlı, kadın ve çocuklar Anadolu'nun bağrında yeni hayatlarına tutunmaya çalışmışlardı.
İşte Anadolu'ya gelen bu ailelerden biri de “Osmanlı'nın Arnavutluk sancağına bağlı Debre Kazasının Kırcışte Köyü'nden” İstanbul'a göç etmek zorunda kalan “Mazari” ailesinin fertleriydi.
Kırcışte Köyüne bir şafak vakti baskın yapan Sırp çeteleri Mazari ailesinden bulabildiklerinin çoğunu katlederler. Sırp çeteleri köy camisine baskın yapıp cami imamını ve cemaatten Mazarı ailesinden Beyazıt Efendi'yi de oracıkta öldürürler. Canlarını kurtaranlar dağlara kaçar ve geleceklerini artık başka yerde aramak zorunda kalırlar.
Kaçanlar bütün her şeylerini geride bırakarak zorlu bir yolculuktan sonra daha evvel İstanbul'un İstinye semtine bulunan akrabalarının yanına sığınırlar. İstanbul'a ulaşan Mazharı ailesinin içinde Sırp çeteleri tarafından şehit edilen Beyazıt Efendi'nin oğlu Gafur'da vardır.
1915’de Kırcışte Köyünde doğan ve yedi yaşında zor bir yolculuktan sonra İstanbul'a ulaşan Gafur Mazari artık İstanbul'da amcalarının koruması altındadır.
Gaffur Mazari küçük yaşta iş hayatına atılır. Makinelere, alet edevata çok meraklı olduğu için şoförlük öğrenir ve kireç ocaklarından kireç taşıyan kamyonlarla çalışmaya başlar.
1934 yılında soyadı kanunu çıkınca Arnavutluk'tan İstanbul'a geldiği unutulmasın diye Güldani soyadını seçer.
Daha sonraki yıllarda Gafur'un çocukları okulda arkadaşları tarafından şaka konusu yapılan “Güldani” yerine “Güldağ” soyadını alırlar.
Soyadı Kanunu sonra o artık Gaffur Güldani'dir. Kravatlı, fötr şapkalı ve üstelik de kamyon şoförüdür.
Gaffur 1944’lü yıllarda Beykoz'da yeni bir iş bulur. İspiro adlı bir Rum'un kamyonunda çalışmaya başlar. Beykoz'un köylerinden Şişecam Fabrikası'na kum ve kireç taşımaya başlar. Uzun yıllar Beykoz'da herkesin tanıdığı Rafet Ağa'nın kireç ocağından kireç taşıdığı Beykozlarca anlatılır.
1951 yılında Beykoz'un varlıklı ailelerinden hamam işletmecisi Kenan Bey, Beykoz Üsküdar sahil yolunun açılmasını ticari bir fırsat olarak görür. Kenan Bey, 1951 model yepyeni baltaburun tabir edilen Mercedes marka otobüs satın alır ve otobüsü Beykoz Meydanı'na getirir. Otobüsü kim kullanacaktı? O yıllarda Beykoz'da topu topu üç beş şoför, bir o kadar da kamyon vardı. Kenan Bey yurt dışı görmüş taşımacılık işinin hassasiyetini bilen biriydi. Otobüsü kullanacak kişi sıradan bir şoför olmamalıydı. İyi giyimli, düzgün konuşan, sabırlı, titiz ve en önemlisi otobüsü aşk derecesinde seven biri olmalıydı. Sorduğu herkes Kenan Bey'e, “sen Gaffur'u ikna et” diyordu. Herkesin üzerinde ittifak ettiği kişi Gafur Güldani'ydi.
İşte Beykoz ve Beykozlunun efsane baltaburun, Mercedes'in ilk şoförü Gafur Güldani oluyordu. Kendisine teklif geldiğinde, “kaç saat çalışacağım, tatilim var mı, maaşım kaç lira?” diye sormadan teklifi kabul ediyor ve otobüsün direksiyonuna adeta F16 savaş uçağının kabinine oturan pilot gibi bismillah diyerek oturuyordu.
Gaffur Güldani her sabah saat altı gibi Beykoz Meydanı'ndan ilk yolcusunu alıp Üsküdar'a bırakıyor, Üsküdar'da otobüs dolunca tekrar Beykoz'a geliyor. Akşam son yolcular bitene dek gidiş gelişleri sürdürüyordu.
1955’li yıllara gelindiğinde otobüs, Beykoz Üsküdar arasında tam bir efsane haline geliyordu. Otobüsün sahibi kim? Markası ne? Kimse bunlarla ilgilenmiyordu. Varsa da yoksa da herkesin dilinde şoför Gafur vardı. Artık otobüsün adı Gafur'la özdeşleşmiş herkes Gafur'un otobüsü geldi, gitti, şuradan geçti demeye başlamıştı.
Yıllar yılları kovalarken Gafur Güldani o kadar ünlü hale gelmişti ki, adeta tüm Boğaz’ın Anadolu Yakası'nda onu tanımayan kalmamıştı.
Sıradan bir şoför, sıradan bir insan, hem otobüsün sahibinin hem de dünyaca ünlü bir markanın önüne geçiyordu.
Gaffur artık tam bir efsaneydi. Geçmişte Beykozluların tek çıkış yolu olan deniz yoluna, Gaffur karayolunu da eklemiş, kara yolu vasıtasıyla Beykoz'u Üsküdar'a bağlayan yolları aşmış, gönüllerde taht kuran bir kahraman haline gelmiştir.
İşte böylece “Denizde vapura”, “karada Gafur” eklenerek Gafur Güldani Beykoz tarihindeki yerini alıyordu.
Gaffur Güldani 1984 yılında aramızdan ayrıldı. Mekânı cennet olsun. Beykozluların hayır duası var bugün onun arkasında.
Bugün, Beykoz'da olan biten rezilliğin faillerinin arkasından kim neler diyecek? Varın siz hesap edin.
Nerede sıradan bir otobüs şoförünün erdemli hayatı nerede Beykoz'u yönetmeye talip olanların süfli hayatı.
Nereden, nereye… Kalın sağlıcakla



Kalemine, beynine sağlık başkanım… Bir solukta büyük bir keyifle okudum…
Muharrem Başkan yine keyifle okuduğumuz Beykoz tarihine not düşülen bir yazı daha , teşekkürler…