Muharrem ERGÜL
  • 15/02/2017 Son günceleme: 15/02/2017 19:56
  • 7.729

Hep aynı serzeniş! Bu kadar mültecinin Türkiye'de ne işi var? Kast edilenler malum. Suriye ve Irak'taki savaştan kaçanlar

Sonra başlar eleştiriler. İktidar, muhalefeti herkes birbirini suçlar. Kim ak diyorsa, öteki kara der. Kim, bunlar mağdur derse, öteki karşı çıkar. Kim, bunlar ülkelerini keyiften mi bırakıp buralara geldi dese, öteki umurumda mı der.

Yani bir türlü akort tutturamayız.
Sonuçta hepimiz ağız birliği etmişçesine, bize sığınan, bizden aman dileyen insanlara, buradan gidin deriz.

Oysa, bu konuya daha objektif bir noktadan bakmamız gerektiğini aklımızdan çıkartırız.

Hiç kimse yaşadığı ata dede toprağını keyfe keder bırakıp meçhul bir yerde geleceğini aramaz.

Yaşadığımız coğrafyanın iki yüz yıllık tarihi bilinmeden bugün bize sığınan özellikle Suriyeli mültecileri anlamakta hayli zorlanırız, hatta anlayamayız bile.

Anadolu, son iki yüz yıldır büyük göçlerle karşı karşıya kaldı ve gelenlere kucak açtı, hatta onlara yurt oldu.

Gelenin diline, dinine, mezhebine bakmadı. Onları ensar hassasiyetiyle kucakladı.

Yemedi, yedirdi. Giymedi giydirdi. Evini ocağını gelen mültecilere açtı.

1492'de İspanya'da katliamdan kaçan binlerce Yahudi mülteci Anadolu'ya getirilerek katliamdan kurtarıldı.

1877-1878 Osmanlı Rus harbi sonrası katliama uğrayan binlerce Çerkez, Adige, Kabartay, Kırımlı Anadolu'ya akın etti.

1912 Balkan harbi öncesi ve sonrasını binlerce Müslüman, Türk, Torbeş, Pamak, Boşnak, Arnavut Anadolu'ya gitti.

Dahası Hitler Almanya'sında siyasi görüşleri ve etnik farklılıkları nedeniyle ölüme mahkum edilen birçok aydın, sanatçı ve entelektüel Türkiye'ye sığındı. Burada yaşadı ve yaşlandı.

Bugün rahatsız olduğumuz, şikayet ettiğim,iz küçümsediğimiz mültecileri anlamak için size birkaç büyük göç dalgasından örnekler verdim.

Bu arada çok az bilinen bir göç dalgasına dikkatlerinizi çekerek bugünkü mülteci meselesine oradan bakmanızın daha doğru olabileceğini düşündüm.

Malumunuz "1917'deki Ekim Devrimi'nden" sonra 'Rusya', 'Sovyetler Birliği', haline dönüşür. Yeni rejimin kurulması aşamasında ülke ikiye bölünür. Bolşevik yanlıları Kızılordu, Menşevik yanlıları Beyaz Ordu adını alırlar.

Sonuçta Kızıl Ordu galip gelir. Menşeviklerin Beyaz Ordusu ve taraftarları her şeyini bırakarak General Vrongel önderliğinden İstanbul'a gemilerle ulaşırlar. İstanbul'a Rusya'daki katliamdan kaçan binlerce asker ve sivil göç eder.

O günkü nüfusu 800 bin olan İstanbul'a yaklaşık 300 bin Rus mülteci gelir. Bu rakam o günkü İstanbul basını ve Fransız basını rakamlardır. (Fazla yer işgal etmemek için yayımlanan gazetelerin adlarını ve tarihlerini vermiyorum. Merak edenlere verebilirim.)

Rusya'dan ilk göç dalgası 7 Nisan 1919'da Sivastopal limanından başlar. Nahma adlı Amerikan gemisi binlerce mülteciyle İstanbul'a doğru yola çıkar. Göç dalgası birbiri ardına devam eder. Şimdi o günün tanıklıklarına göz atalım.

Türk basınındaki ilk haber şöyleydi.

"İstanbul kendi muhacirlerine bakamayacak durumda iken, şimdi de Rus muhacirleri geliyor. Vapurlar durmadan Rus mültecisi getiriyor. Adalar baştan başa doldu. Şimdilik işgal edilmedik ev, otel kalmadı." (3 Şubat 1920 / Tasfir-i Efkar)

21 kasım 1920 tarihli Akşam gazetesi İstanbul'daki Rus muhacirlerle ilgili şu değerlendirmeyi yapıyordu.

"Kalamış Koyu ile Moda önünde siyah bir şehir halini almış gemiler içinde Kırım'dan gelen 40 bin muhacir vardır. Bunların çoğu zenginmiş. Fakat şimdi sefalet içindedirler. Dört beş gündür ağzına hiçbir şey koymamış çocukları varmış. Hakikaten çok feci bir manzara! Yerlerini yurtlarını terke mecbur kalarak garip ellerde, bu havada, deniz üstünde birçok mahrumiyetlere katlanan biçarelere acımamak mümkün değil. fakat zavallılar çok fena bir yere düşmüşler. İstanbul şu anda bir sefalet ve mahrumiyet yeridir. Burada da eski Rus savaşlarından, Bulgarlardan şimdi de Yunanlılar önünden ocağını terk ederek kaçmış, sefil durumda Müslüman muhacirler vardır ki, kaç senedir açlık ve ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. İstanbul bu Müslüman muhacirlere yardım edemiyor, eğer İstanbul'un imkanı olsaydı onları doyurur, giydirir, ölümden kurtarırdı."

İstanbul bu durumdayken Beyaz Ordu Subayı Vsoloved Sachanev Rus mültecileri İstanbul'a taşıyan gemideki durumu şöyle özetliyordu.

"Güvertenin altında sayısız insan vardı. Yerlerde insanlar üst üste uyuyorlardı. Sadece güvertenin altında değil üstünde de insanlar doluydu. Yolculuk esnasında en büyük problem erzaktı. Elimizdeki malzeme insanların çoğuna yetmedi. Daha ilk gün insanlar hiçbir şey yiyemediler. Bu yolculuk ve bekleme günlerce sürdü. Birçok insan açlıktan gemide öldü."

23 Nisan 1920 tarihli The New York Times gazetesinde mültecilerin gemilerde yaşadıkları şöyle anlatılıyordu.

"Mülteciler pislik ve sefalet içindeler. Sağ duyularını, mantıklarını kaybetmişler ve intihar ediyorlar. Gemilerde kadın, erkek, çocuk, cinsiyet ve yaşları ne olursa olsun gece gündüz bir aradalar. Birçok tanınmış kadın pejmürde görünüşlerine aldırmadan bir lokma ekmek ya da bir bardak su için bütün değerli eşyalarını kürklerini vermeyi teklif ediyorlar. Açlık büyük felaket getirebilir. Bazıları geceleri hıçkıra hıçkıra hayaletlerden bahsediyor. Umutsuz mülteciler gemilerde intihar ediyorlar."

İstanbul İstanbul olalı böyle bir göç dalgasına maruz kalmamıştı. Öyle ki, İstanbul'daki Rus mülteci sayısı nerdeyse şehrin nüfusunun yarısına ulaşmıştı. Düşünün bu göç dalgasıyla gelen insanlar 1920'den 1939 yılına kadar İstanbul'da kalmış. Sonra peyderpey gelenler muhtelif ülkelere dağılmışlardır. Bu arada ilginç bir röportajın son bölümünü paylaşayım sizlerle. Ruslar İstanbul'a niye gelmişlerdiye açıklık getirsin.

25 Kasım 1920 tarihli Akşam gazetesi muhabiri genç bir Rus kadına soruyor:

"- Ne zaman geldiniz, nerede ikamet ediyorsunuz?
- Biz ilk grupta gelenlerdeniz. Geleli beş gün oluyor. Burada daha önceden iltica etmiş bir akrabamız vardı şimdilik onların yanında kalıyoruz.
"

Gazeteci tekrar soruyor:

"- Buradaki insanları incelemeye fırsatınız oldu mu?
- Kendi düşüncelerimizden bahsetmek için pek erken olur. Fakat iki senedir burada olan yakınlarım bizi bilgilendiriyorlar. Ayrıca benim babamın bana bir nasihati vardır. Derdi ki: Bir gün başka bir yerde yaşamaya mecbur kalırsanız vapurlarınızın gittikleri limanlara uzaktan bakın. Eğer uzaktan görülen şehirde minarelerin adedi çan kulelerinden fazlaysa tereddüt etmeden o şehre çıkabilirsiniz. Babamın ne kadar haklı olduğunu buradaki komşularımızın anlattıkları doğrulamaktadır
."

Size bunları niye anlattım? İstanbul'a 1920'li yıllarda gelen binlerce Rus mülteciye İstanbul halkının tüm yoksulluğuna rağmen kucak açmasının fotoğrafını göstermekti.

Hani hep deriz ya. Bu kadar Suriyelinin ne işi var burada diye. Empati yapmanızı biraz kolaylaştırmak istedim o kadar.

Yazarın Yazıları